Ömür Kızıl

Tüm yazıları
...

Buzlu cehennem

İletişim: omurpasha@hotmail.com

Ömür Kızıl

Türkistan Türk kültür havzasının Kazak stepleri, 18. yüzyılın sonunda Rus İmparatorluğu’nun hâkimiyetine girmiştir. Hokand, Buhara ve Hive hanlıklarının kontrolündeki günümüz Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Tacikistan devletlerinin yer aldığı mahalde meskûn, ekseriyeti Türk olan topluluklar ise 19. yüzyılın son çeyreğine girilirken aynı makûs talihin tecellisine şahit olmuştur. Aynı tarihlerde Çin hâkimiyetine karşı bağımsızlık mücadelesi veren Doğu Türkistan da geçici bağımsızlık kazanımlarına karşın Çin’in esaret zincirini kıramamıştır.

Yukarıda bahsi geçen dönemler, milliyetçilik fikrinin ve milli bilincin tüm dünyada inkişaf halinde olduğu bir zaman dilimine işaret etmektedir. Her ne kadar o dönemde milli bilincin geniş kitlelere nüfuzu; edebi, tarihi ve kültürel muhteviyata sahip matbuata endeksli olsa da, aydın kesimin öncülüğünde Türk kültür havzaları da milli bilincin teşekkülüne şahitlik etmiştir. Türkistan’ın muhtelif yerlerinde temel motivasyon kaynağını dinden alan bu hareket, zamanla milliyet mevhumuna doğru evrilme emareleri göstermiştir. Ancak bunun toplumun ekseriyetine nüfuzunu sağlayacak olan içtimai şartların teşekkülü, Rus devletinin tedbirleri ve yıkıcı politikaları sebebiyle ne yazık ki inşa edilememiştir. Hayat gayelerini, bu milli göreve mündemiç kılan aydınlar ise adeta kırıma uğramıştır. Önce Rus Çarlığı, ardından Sovyet yönetimi milli bilinci uyandıracak faaliyetlerde bulunduğu tespit edilen Türk aydınlarını türlü işkenceler, sürgünler ve idamlarla yıldırmaya çalışmıştır.

Sovyet yönetimi tarafından tesis edilen ‘Çeka’ (Bütün Rusya’nın Karşı Devrim ve Sabotajla Mücadele Olağanüstü Komisyonu), kurmuş olduğu insan mezbahaneleri(1) ile Türk’ün gören gözünü, düşünen kafasını, işiten kulağını imha etmek suretiyle Türk topluluklarını fevkalade azalarından mahrum kılmıştır. Başsız, öndersiz kalan kitleler, Sovyet yönetiminin asimilasyon politikalarına karşı kültürel ve ilmi yönden savunmasız ve dirençsiz hale getirilmeye çalışılmıştır. Çeka’nın zindanları, buzlu karanlık bodrum katları, türlü işkence mekanizmaları Türk milletinin dimağını doğrarken, kafile kafile Türk gençleri güneşin doğup batmadığı iklimlere sürgün edilmek suretiyle Azerbaycan’ın gül bahçelerinden, Buhara’nın sokaklarından, dik başlı Kazak steplerinden sökülerek vahşi, ruhsuz tundralara, buzlu cehennemlere(2) koşulmuştur. Tundralar, nice Türk neferinin saçlarını donmuş bodur otlarının arasına katarken, Türk beldeleri Rus’un çizmesi ile ezilmekle kalmamış, yüzlerce yıllık Türk kültürünün doğal evrimi sekteye uğratılmış, kızıl bir perde ile üzeri örtülmüştür.

Gözlerinin önünde ölüme ve işkencelere giden kardeşlerini, akrabalarını ve dostlarını gören Türk aydını, her türlü çaresizliğe rağmen dik duruşlu ve haklı mücadelesini sürdürmekten geri kalmamıştır. Azerbaycan’dan, Başkurdistan’dan, Özbekistan’dan ve nice Türk beldelerinden kalemiyle, kelamıyla, isyan ve milli bilinç ateşini yakmaktan çekinmeyen niceleri birbiri ardınca Çeka’nın zindanlarına ve buzlu cehennemlere sürülmüştür. Onlar sürüldükçe, kırıldıkça yenileri bayrağı devralmış ve aynı akıbeti paylaşmıştır. Bu muazzam bir motivasyon ile beslenen, mübarek bir armanın eseridir.

Akıbeti meçhul binlercesine rahmet okuyup methiyeler dizen şairler, düşünürler, öğretmenler birbiri ardınca aynı akıbeti paylaşmışlardır. Bu isimlerden birisi de ‘buzlu cehennem’ tabirinin sahibi, Emin Abid (Gültekin)’dir. Yaklaşık bir asır önce kaleme aldığı şiirlerinde Türklük bilincini ve vatan sevgisini aşılayan Emin Abid, Azerbaycan gençlerini esareti kabul etmemeye çağırmıştır. Ağabeyi Aliabbas Müznib, Emin Abid’in milli şahsiyetinin gelişiminde önemli bir yere sahiptir. Milli meseleleri konu edinen şiirler ve yazılar kaleme alan Aliabbas Müznib, 1911 yılında tutuklanarak Sibirya’ya sürgün edilmiştir. 1913 yılında ise Rusya’da hanedan değişimi münasebetiyle çıkarılan genel aftan yararlanarak memleketine, Azerbaycan’a geri dönmüştür. Aynı faaliyetlerine devam eden ağabey, 11 Aralık 1936’da bu sefer KGB tarafından gözaltına alınmıştır. 7-8 ay sorgulandıktan sonra milliyetçilik, Pantürkizm ve Sovyetler Birliği’ni yıkmaya çaba göstermekle suçlanıp, 8 yıl hapis yatmış ve cezaevinde hayatını kaybetmiştir.

Emin Abid’in, ilk sürgünden (1911-1913) dönen abisinden edindiği bilgiler vasıtasıyla tundra kuşağında, sürgün beldelerinde yaşananlara ilişkin bir görü geliştirdiği söylenebilir. Zira şiirlerinde Sibirya’ya (buzlu cehenneme) yönelik oldukça fazla söylem bulunmaktadır. Buzlu cehennemlere sürülen Türk gençlerine ve onlara ev sahipliği yapacak Sibirya’ya, Emin Abid (Gültekin) şöyle seslenmektedir:

Sibirya, ey korkunç deniz,

Şimalin göğsünde uyuma sessiz,

Kalk bir misafirin geldi, dikkat et;

Sana hediyeler getirdi vahşet…

Elinin buzunu aşk ile erit,

Çık acıyan kalple kucağını aç,

Hediyen: bir demet sararmış yiğit,

Hepsi bitkin, hepsi hasta, hepsi aç…

Sonrasında ise sürgün Türk gençlerine seslenmektedir:

“Düşman saldırsa da dört koldan size,

Korkmayın ‘kurtuluş pek muhal’ diye,

Biz de geliyoruz o yoldan size,

İstiklal, istiklal, istiklal diye!”

Emin Abid, söylediğini yapmıştır. 1938 yılı Haziran ayında İsmayıllı ilinin Yenikend köyünde KGB tarafından gözaltına alınan şair, Sibirya’ya, ‘sararmış yiğitlerin’ diyarına gitmiştir. Birkaç kere sorgulandıktan sonra vatana ihanetle suçlanmıştır. Buzlu cehennemin bir başka köşesindeki büyük Türk şairi Süleyman Çolpan’ın infazından yaklaşık iki hafta sonra, Ekim ayının soğuk bir gecesinde kurşuna dizilerek şehit edilmiştir.

Emin Abid, şehit edildiğinde 39 yaşında idi. Allah ona, ağabeyine, Süleyman Çolpan’a ve buzlu cehennemlerde; Çeka’nın, KGB’nin zindanlarında şehit edilen Türk münevverlerine, Türk gençlerine rahmet eylesin…

“Heybetli asırlar aşan Türk’üm ben,

Yatakta ölene şaşan Türk’üm ben,

Dünya’ya sığmayıp taşan Türk’üm ben,

Gittikçe büyüyen Turan’ımdan kork!” (Emin Abid, Kasım 1925)          

 

(1) Çeka karargâhları ve gözaltı merkezleri için Mirza Bala Mehmetzade (1898-1959) tarafından kullanılan bir ifadedir.

(2) “Buzlu cehennem” tabiri, Emin Abid (Gültekin)’e aittir. Şairin, SSCB’nin sürgün diyarı olan Sibirya için kullandığı bir ifadedir.