Himmet Kayhan

Tüm yazıları
...

Dündar Ağabey’i anarken…

Yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.

Himmet Kayhan

 

1980 öncesi Milliyetçi Hareket’in saflarında yer almış insanlar; ölüm yıldönümleri vesilesiyle, Nisan ayında Alparslan Türkeş’i, Mayıs sonunda Gün Sazak’ı, hemen ardından Haziran’ın ilk yarısında Dündar Taşer’i hatırlayıp anıyorlar. Bu insanları, o dönemin olaylarını, acı ve tatlı yönleriyle anmak; eğer bilinçli yapılıyorsa, bugüne ve geleceğe faydalı düşüncelere kaynak olur. 

Dündar Taşer, bizim neslin ‘Dündar Ağabey’idir. Dündar Ağabey’i tanıdığımda çok gençtim. Katılabildiğim sohbetlerinde, vermek istediği çok şeyi kavrayamayacak, değerlendiremeyecek kadar toy olduğumu, çok sonraları fark ettim. Bir yazısını okurken çoğunlukla yarısını anlamış, yarısını hiç anlamamış olduğumu yıllar sonra tekrar okuyunca gördüm. Onun yazdığı bütün yazıları, farklı zamanlarda, ayrı düşüncelerle ve amaçlarla okudum. Hakkında yazılmış olanların bazılarını da yeniden okudum veya gözden geçirip taradım. Onunla hep yakın olmuş, konuşmuş, tartışmış ve dinlediklerini yayınlamış pek çok insanla sohbetlerde bulunduk. Böyle sohbetlerin her birinde Dündar Ağabey’in farklı bir yönüyle, farklı bir dersiyle karşılaştım. Ölümünün 46. yılında, şimdi onu düşünürken, söylediklerini süzerken; bazı soruların saldırısına uğramaktan kurtulamıyorum.

***

“Dündar Bey’in çevresinde kendisine hayranlık duyan ve sık sık bir araya geldikleri dost halkalar vardı. Bazı dernekler, yazıhaneler, Bulvar Palas, Büyük Ankara Oteli, İstanbul’da ünlü Marmara Kıraathanesi gibi mekânlar onun sürekli göründüğü yerlerdi. Sohbetlerinin tiryakisi olan akademisyenler, yazarlar, farklı partilere mensup siyasetçilerden geniş bir çevre sanki onun müritleri kesilmişti. Dündar Bey, zamanının ayaklı tekkesiydi...”

Evet, öyleydi. Bir derdi vardı, bir davası vardı, ulaşmak istediği bir hedefi vardı; onun için de hep anlatmaya uğraşırdı.

Dündar Ağabey’in yazılarında ve sohbetlerinde, bütün düşünce ipliklerinin toplandığı bir düğüm var: Türk milletinin geleceğinde yaşanacak büyüklük…  Yarınların Büyük Türkiye’si… Gün Sazak’la, ortak dostları Münir Köseoğlu vasıtasıyla tanıştıkları ve birlikte oldukları akşam yemeğinde, onu derinden etkileyişini yazmıştım: “… Dündar Bey’in çok güçlü bir kişiliği vardı. Sözlerinde, ta¬vır ve üslûbunda kendine has bir asalete sahipti. Türk tarihine derinliğine ve mükemmel şekilde vâkıftı. Sağlam bir tarih şuuru, geniş bir kültür birikimi ve milliyetçi düşünce ile ulaşılmış tahliller yapıyor, hükümler veriyordu. Türk milletinin son iki yüz yılını bir felâketler dönemi olarak isimlendiriyor; hâ¬len bilimde, kültür ve medeniyette, askerlikte, devlet ve toplum hayatında yaşanan büyük çöküşün derin travması içinde oldu¬ğunu anlatıyordu. Türkiye henüz yeniden toparlanışın, yeniden dirilişin başındaydı. Bu milletin geleceğinden ümitsiz olmak, imansızlık alâmetiydi...

Geç saatlere kadar süren o akşam sohbetinde; Dündar Bey’in coşkulu ve renkli anlatımıyla tarih, edebiyat, devlet felsefesi sular gibi akıp gidiyordu.”

O büyük hedefe götürecek olan güç kaynağı neydi? Türk milletinin büyük geleceğini inşa edecek, o yükselişi gerçekleştirecek yeni nesil; yani o yıllarda henüz filizlenmekte olan ülkücü gençlik… Ölümünün ardından, ona yakın genç akademisyenlerden biri olan İskender Öksüz, Töre’deki (Temmuz / 1972) yazısında, O’nun, ufukların ötesine bakarken duyduğu heyecanı ifade ediyor: “… Türklüğe güveni, tarih hissi ve bizzat gördükleriyle, geleceğe sağlam bir ümitle bakıyordu. Gençler… Onlar, büyük Türkiye’yi mutlaka yaratacaklardı. Son güney gezisinden sonra yakınlarına; ‘Bir gençlik geliyor!.. Yarın, biziz! Yazık, ben o günleri göremeyeceğim. Yirmi yaş genç olmak isterdim…’ demişti.” Rahmetli Necmettin Hacıeminoğlu, Töre’de (Ağustos, 1972) çıkan, ölüm acısıyla çok zorlanarak yazdığını ifade ettiği yazısında, Taşer’in ümit kaynağını anlatıyor: “…Milliyetçi Hareket’in zafere ulaşacağına bütün kalbiyle inananlardandı. Ülkücü gençlerden büyük hizmetler bekliyor ve onlara çok inanıyordu. Bu, hepimiz gibi, O’nun da tek tesellisiydi…” Dündar Bey hakkında yazanlar ve ondan söz edenler, istisnasız O’nun; Türklüğün muhteşem geleceğine ve “İpeğe sarılmış çelik…” diye tanımladığı gençliğe duyduğu güveni ifade ederler. İskender Hoca’nın 46 yıl önce bu yazısında ifade ettiğine göre; Dündar Ağabey, o büyük yükselişin yirmi yıl içinde başlayacağını ümit ediyormuş. Yirmi yaş genç olmayışına, bunun için hayıflanıyormuş… O büyük şahlanışı gerçekleştireceğine güvendiği nesil, bizim neslimiz! Bugün, en gençleri altmışlı yaşların sonuna dayanmış olanlar…

 

***

Bizler, Dündar Ağabey’in hayâlini gerçekleştiremedik. ‘Dündar Taşer’in Büyük Türkiye’sini kuracak kadro olamadık. Başaramadık, beceremedik, yenildik!..

Bu verdiğim hüküm karşısında hep beraber itiraza kalkışır, bin türlü mazeret döktürebilir, sebepler ve suçlular sayabilir, kendi kahramanlıklarımızı ve çilelerimizi anlatmaya girişebiliriz. Bunlar, yukarıdaki hükmü değiştirmez: “Başaramadık, beceremedik, yenildik!..” Gerçeğimiz bu…

***

1970’li yıllardaki gençlerin çocukları ve torunlarına, Dündar Taşer’i anarken söyleyebileceğimiz söz var mı? Elbette var:

 Babalarınız yenildiyse, siz kazanacaksınız!

Babalarınız başaramadıysa, siz başaracaksınız!

Bırakın, babalarınız, kazanılmamış zaferlerin hayâli ile avunsunlar. İsterlerse günlük politik çamur içinde çamur banyosu yapsınlar. (Sakın engel olmayın; politik çamur banyosu sağlıklarına faydalı olabilir.)

Sizler, babalarınızdan çok daha iyi, bilgili ve donanımlısınız. Babalarınızın hayal edemediği ufuklar, sizin elinizin altında…

Ve Dündar Taşer’in şu hükmünü akıldan çıkarmayın:

“Türk milletinin geleceğinden ümitsiz olmak, imansızlığın alâmetidir!..”