Vahit Türk

Tüm yazıları
...

MİLLİYETÇİLİĞİMİZİN KAYNAKLARI-104

12.06.1960 Sivas/Gürün Sarıca köyü doğumlu olan Vahit Türk ilk ve orta öğrenimini Sivas’ta tamamladı. 1983 tarihinde Prof. Dr. Zeynep Korkmaz danışmanlığında hazırladığı “Hüseyin Nihal Atsız’ın Ruh Adam Romanında Dil ve Üslup” adlı tezini vererek Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nden mezun oldu.

1987 yılında Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsünde Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun yönetiminde hazırladığı “Hatiboğlu Bahrü’l-Hakayık - Transkripsiyon” adlı teziyle yüksek lisansını, 1990 yılında Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsünde Prof. Dr. Tuncer Gülensoy yönetiminde hazırladığı “Ali Şir Neva’i Mecalisü’n-Nefais İnceleme-Metin-Dizin” adlı teziyle de doktorasını tamamladı.

Fırat Üniversitesi, Trakya Üniversitesi, Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi (Kazakistan), Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ve Gaziantep Üniversitesi’nde değişik akademik kadrolarda görev yaptı. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanlığı, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü, Gaziantep Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanlığı gibi idarecilik görevleri yaptı.

2006 yılında Sakarya Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde Öğretim Üyesi olarak başladığı görevinden ayrılarak İstanbul Kültür Üniversitesi’ne geçti. Halen İstanbul Kültür Üniversitesi’nde Öğretim Üyeliğine devam etmektedir.

İletişim:vahitturk1@hotmail.com

Vahit Türk

Türk Yurtlarında Basın

Kırım ve Çevresi

Türk dünyasında basın denildiğinde ilk akla gelen ad ve yayın organı, Gaspıralı İsmail Bey ile onun Kırım’da çıkardığı Tercüman gazetesidir. Gaspıralı, 1881 yılından Tonguç adlı bir dergiyle yayın hayatına başlamış, daha sonra Şafak, Kamer, Güneş, Yıldız, Ay ve Mirat-ı Cedid adlarını taşıyan risaleler yayımlamıştı. Yalnızca bu risalelerin adları bile başlı başına bir işaret olarak değerlendirilebilir. Hepsinin ortaklaştığı anlam, “aydınlık” olan bu risalelerin her biri, yarınları aydınlatacak birer ışık olarak düşünülmüş olmalı. Gaspıralı İsmail Bey, daha önce defalarca başvurup olumsuz karşılık aldığı gazete için 1883 yılında izin alabildi ve bu yıldan başlayarak yarısı Rusça yarısı Türkçe olmak üzere Tercüman’ı yayımlamaya başladı. Tercüman; Türk kültür hayatında oynadığı rol, Türk yurtlarında yayıldığı alan ve okunma oranı, üzerinde durduğu ve ısrarla işlediği konular, Türk aydınları üzerindeki büyük etkisi ve daha pek çok yönüyle kültür hayatımızda ikinci örneği olmayan önemli bir yayın organı oldu. Gazetenin başlığına koyduğu “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” sözü bile bugün pek çok kişi için ilham kaynağı olmayı sürdürüyor. O dönemde 35 yıl gibi uzun süre çıkabilmesi de Gaspıralı İsmail Bey’in büyük başarısı idi. Özellikle Rusya’da Meşrutiyet’in ilan tarihi olan 1905 yılına kadar değişik Türk yurtlarına ulaşan ve okunan tek yayın organı olmuştu. Bu arada Tercüman’ın Türkçülük hareketi içindeki etkisinin çok büyük olduğunu belirtmek gerekir. Ayrıca Rusya’da meşrutiyetin getirdiği nispî rahatlıktan dolayı yalnız Türkçe yayımlanan Türkçülüğün bu ölümsüz yayın organının Abdulhamit yönetimi tarafından yasaklandığı ve Osmanlı sınırları içine sokulmadığı ancak kaçak girdiği zamanların olduğu da bilinmesi gereken bir başka konudur.

Gaspıralı bu gazeteyle esaslarını İlminskiy’in oluşturduğu Rus devletinin Türkleri Ruslaştırma uygulamalarına karşı bir yayın politikası izlemiş ve bunda da başarılı olmuş, tek başına bir insanın neler yapabileceğinin örneğini göstermiş, dönemin Türk aydınlarının pek çoğu için ilham kaynağı olup kılavuzluk yapmıştı. Tercüman’ın ana amacı, ortak bir Türk eğitim ve edebî dili oluşturmak idi, yayın hayatı süresinde bu amacında oldukça önemli yol aldığını da söylemek durumundayız. Bu dilin temelini, bütün Türk lehçeleri içinde en çok işlenmiş olan Osmanlı Türkçesi oluşturacak, öteki lehçelerden de yararlanılarak “dilde birlik” sağlanmaya çalışılacaktı. Bu gazete; Kırım, İdil-Ural, Osmanlı toprakları, Mısır, Azerbaycan, Türkistan, Doğu Türkistan, kısacası bütün Türk yurtlarında okunmakta ve anlaşılmaktaydı. Ayrıca Türk aydınları arasında ortak duygu ve düşüncelerin filizlenip gelişmesini, bu aydınlara kendine güven duygusu aşılamayı, birlikte hareket etme gereği üzerinde durup bunun yollarını göstermeyi amaç edinen bir yayın organı olmuştu.

Kırım’da Tercüman’dan başka Vatan Hadimi, Millet Gazetesi, Kırım Ocağı, Golos Tatar, Millet İşi, Al Bayrak, Yeni Dünya, Yaş Kuvvet gibi gazeteler yanında Âlem-i Nisvan, Âlem-i Sıbyan gibi dergiler de çıkmıştır. İlki kadınlara, ikincisi de çocuklara yönelik olarak yayımlanan bu dergileri Gaspıralı İsmail Bey’in eşi Şefika Gaspıralı çıkarmıştır. Bu iki süreli yayını Tercüman’la birlikte değerlendirmek uygun olur. Bu da Gaspıralı İsmail Bey’in çocuğuyla, kadınıyla bütün Türkler için yaptığı eğitim hamlesini ortaya koyar.

1888 yılında Dobruca’da Türkçe-Romence yayımlanan Dobruca Gazetesi ise Romanya’da çıkan ilk Türkçe gazete olarak tarihteki yerini almıştır.

İdil-Ural

19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başlarında basın yayın hayatının en canlı olduğu Türk yurtlarından biri İdil-Ural bölgesi idi. 1905 ihtilalinin öncesinde bölgede yayımlanan ilk gazete Ataullah Bayezid tarafından çıkarılan Nur Gazetesi olmuştu ancak İdil-Ural’da ilk önemli gazete olarak 1905’te çıkmaya başlayan ve Seyit Gerey Mirza Alkin tarafından çıkarılan Kazan Muhbiri oldu. Başlangıçta yöneticiliğini Yusuf Akçura’nın yaptığı bu gazete, İdil-Ural dışında kalan Rusya egemenliğindeki Türkler arasında da dağılıyor ve okunuyordu. İdil-Ural’da Abdurreşid İbrahim’in çıkardığı Ülfet, Ahmed Hadi Maksudi’nin yayımladığı Yulduz ve daha başka gazeteler de vardı. Türk dünyasının erken uyanan bu bölgesinde 1907’nin sonuna kadar başta Kazan olmak üzere Astrahan (Hacı Tarhan), Orenburg, Ufa, Uralsk ve çarlığın başşehri St. Petersburg’ta toplam 21 gazete ve 12 dergi yayımlanmıştır.

Azerbaycan ve Çevresi

Azerbaycan Türkleri de gazetecilikte Türk dünyasının erken davranan toplumlarından biriydi. Bu ülkede çıkan ilk Türkçe gazete 1875’te Bakü’de Hasan Zerdabi tarafından haftalık olarak çıkarılan Ekinçi oldu. Yalçın Sarıkaya, Tarihî ve Stratejik Boyutlarıyla İran’da Milliyetçilik adlı eserinde bu gazete hakkında ilgili çekici bilgiler verir: “Azerbaycan Türkçesiyle yayımlanan bu gazetenin yayınına İslamcı çevreler, Farsça dışında bir dille, Ruslar da Rusça dışında bir dille yayınlandığı için itiraz etmişlerdir. Kafkaslardaki Müslüman Türk toplumlarını bağımsızlık mücadelesine çağıran ilk Türkçe gazete olan Ekinçi buna rağmen yayın hayatını sürdürmüştür. Ancak 1877 yılında Rus yetkililer tarafından ‘Rus-Osmanlı Savaşı sürerken Türkçe bir gazete çıkarılamaz.’ bahanesiyle kapatılmıştır.” Azerbaycan’da Romantik Türkçülük adlı eserde de Ekinçi’nin hangi koşullarda çıkarıldığını Hasan Bey Zerdabi’nin ağzından şöyle aktarır: “Jandarma tarafından başıma gözcüler dikildi. Onlardan birisi Rus olan görevlinin kardeşi adına geceleri evimin içinde yatmaktaydı. Birisi de sokak kapısında bekleyerek ne tarafa gidersem beni götürüp getirmekteydi. Defalarca vali, Ekinçi gazetesinin hazır olan sayısını kapatmış ve yeni sayı yayınlamayı emretmiş ya da kendisi Hasan Bey’in adına yeni sayı çıkararak dağıtmış.” Zerdabi’nin bu anlattıkları ve benzerleri pek çok Türk aydınının başına gelen şeylerdi. Çünkü halkın aydınlanması için çaba gösteriyorlardı ve aydınlanmış bir halkı köle etmek, buyruk altında tutmak kolay olmayacaktı, bunu da en iyi sömürgenler bilirdi. Hiç tanınmayan birinin evinizde zorla bulundurulması uygulamasının bugün de Doğu Türkistan’da yaşandığı bilinen bir durumdur. Yüzyıllar geçse, coğrafyalar değişse de sömürgenlerin uygulamalarında bir değişme olmuyor. Sözün kısası özgürlüğün bedeli çok ağırdı ve değeri ölçülemezdi.

1879 yılından sonra Tiflis’te Ünsîzade kardeşler Ziya-yı Kafkasya ve Keşkül’ü çıkardılar. 1903’te Tiflis’te Şahtahtinski tarafından Şark-ı Rus adlı gazete çıkarıldı. 1905’te Bakü’de çıkan Hayat, Azerbaycan gazeteciliğinin o güne kadarki en değerli ve etkili yayın organı oldu. Bu gazete Ali Merdan Topçubaşı’nın sorumlu müdürlüğünde Hüseyinzade Ali Turan Bey ve Ahmet Ağaoğlu’nun baş yazarlığında ve Haşim Vezir Bey’in katılımıyla çıkarıldı. 1905’te Ahmet Ağaoğlu tarafından Bakü’de İrşad, 1906’da Bakü’de Davet, aynı yıl Tekâmül, 1907’de Bakü’de Ali Turan Bey tarafından Taze Hayat, 1908’de Ahmet Ağaoğlu yönetiminde Terakki, 1908’de Gence’de İstikbal, aynı yıl Bakü’de İttifak vb. gazeteleri yayımlanmıştır. Yine Bakü’de Ali Turan Bey’in çıkardığı Füyuzat dergisi, sonraki zamanlar için bir okul işlevi görmüş ve çok etkili bir yayın organı olmuştu.

Kazak Bozkırları ve Türkistan

Kazak Türklerine yönelik ilk gazete 1907’de Petersburg’ta Abdurreşid İbrahim tarafından yayımlanan Ülfet gazetesinin eki olarak çıkan Serke kabul edilir. Bozkırda Rus devleti tarafından Dala Valayatının Gazeti ya da Sadayı Türkistan adlarıyla bazı gazeteler çıkarılmış ancak bunlar pek etkili olamamıştır. Kazaklar arasında etkisi ve önemi büyük olan süreli yayın Orenburg’da çıkan ve Alaş hareketini de doğuran Kazak gazetesi oldu. Bu gazetede Alaş Orda Hükümeti’ni kuran Ahmet Baytursun, Mağcan Cumabay, Ali Han Bükeyhan, Mir Jakıp Dulat gibi aydınların yazıları ve şiirleri yayımlanmıştır. Bu gazetenin İstanbul’a kadar ulaştığı, hatta İstanbul’da aboneleri olduğu bilinmektedir.

Türkistan’da ilk gazete bazı Ceditçi aydınlar tarafından 1905 yılında Taşkent’te Orta Asya’nın Umur Güzarligi-Terakki adıyla çıktı. 1906’da Said İsmail Abidi adlı Tatar aydını tarafından Terakki gazetesi çıkarıldı, aynı yıl Münevver Kari ve Mahmud Hoca Behbudi’nin de aralarında olduğu Ceditçiler, Hurşid adlı gazeteyi yayımladılar. Gazetelerin yönetimce sık sık kapatılmasına karşı tedbir alan aydınlar, kapanmanın hemen arkasından başka bir adla gazeteler çıkarıyorlar ve böylece yayın faaliyeti aksamadan sürüyordu. Bu durum hemen bütün Türk yurtlarında aynı biçimde yürümekteydi. Pek çok gazete çıkmasının bir nedeni, maddi imkânsızlıklar dolayısıyla gazetelerin çabuk kapanması ve yerine yenilerinin açılması, önemli bir nedeni de yönetimin sık sık gazete kapatması ve yerine yeni adla başka bir gazetenin yayımlanması idi. Türkistan’da belirtilenler dışında Şöhret, Azya, Hakikat, Tüccar, Sada-i Türkistan, Semerkand, Sada-i Fergana gibi gazeteler yayımlandı.

Bakü’de yayımlanan Hayat gazetesinin yöneticileri çıkardıkları gazetenin bütün sayılarını bir araya getirip Kırım’a Gaspıralı İsmail Bey’e gönderir ve Gaspıralı da bunun üzerine aşağıdaki mektubu yazıp Tercüman’da yayımlar. Mektup Yavuz Akpınar’ın yayımladığı Gaspıralı İsmail adlı eserden alındı ve dili küçük müdahalelerle Türkiye Türkçesine uygunlaştırıldı.

AÇIK MEKTUP

Saygıdeğer Arkadaş Hayat;

Hayat’ın bir senelik nüshalarını özel olarak toplayıp altın, kızıl yazı ile aciz adıma ciltletip ve bu da az olur gibi özel bir sayfa daha ekleyip yine kızıl, altın boya ile “takdimname” ekleyerek birleştirip göndermişsin.

Çok yaşa kardeşim, çok yaşa; ancak, ben bu kadar rağbete kendimi layık görmediğimden böyle bir hediye almakta, doğrusunu söyleyim, zerre kadar ümidim yoktu.

İşlerimin çokluğundan dolayı doğrudan doğruya Hayat sayfalarına beş-on satır yazı vermek elimden gelmedi ise de 15-20 seneden beri Kafkasya’da İslami bir gazetenin, bir Hayat’ın ortaya çıkmasına duacı bulunduğum gizli değildir.

Fakat kuru duacılıktan ileriye varamadığım da bilinmektedir. Şükür Tanrı’ya, maşallah zamana! Yirmi senelik bir hasretime karşı Hayat görüldü, İrşad işitildi; ümitvarım ki Hayat İrşad’a (İrşad, Bakü’de çıkan başka bir gazete) ve İrşad Hayat’a hizmet edip ölümü ta Kaf dağlarına kadar sürmeye çaba gösterirler.

Saygıdeğer kardeşim;

Değerbilir sunuş yazını pek çok kere okudum; 25 yıldan beri bunca yazılar yazıp bunların toplamıyla söylediğim “bir sözün” ne olduğunu anladığını düşündüm. Bence bu pek büyük bir tesellidir, soracak olursanız söyleyim:

İnsanları ayıran üç şey vardır: Biri mesafe-uzaklık, biri din başkalığı ve biri dilsizliktir. Bundan yirmi beş yıl önce ulusal durumumuzu gözden geçirerek zayıf başım ile dertlerimize derman arayınca dinimiz hep bir ise de uzaklık ile dilsizliğin bizleri ayırdığını gördüm. Uygarlığın ürünlerinden olan vapurlar, demir yolları ve telgrafların yıldan yıla uzaklıkların üstesinden geldiği görülüp ayrı kalıp birlik olamamamıza sebep ancak “dilsizlik”, yani edebî dilimizin olmadığı gün gibi açık oldu. Bu sıralarda bütün okumuş, aydın kardeşlerim gibi ben de Türkçe ismimi yazmayı bilmez idim. Lakin başımı taşa vurup elime kalem alıp ilk önce yazıp yayımladığım satırları vicdanına sunuyorum.

1298 Hicri yılının Cemaziyelahir ayının 20. gününe denk gelen 1881 senesinin 8 Mayıs günü, eski Türkçede birinci oğul, birinci eser manasındaki Tonguç adlı tek yapraklık broşürü yayımlamıştım; bunun başında yazdığım “Birinci Söz” şu satırlardan ibarettir: (Olduğu gibi) “Lisan-ı Tatariyenin, yani Türkînin (Türkçenin) işlenmesine ve ilerlemesine çalışmak isterim. Ben bir usta ve kalem ehli değil isem de vatanımın yetişip gelen gençleri kalem ve fünun erbabı, amel ve gayret sahipleri olurlar hüsn-i zannıyla bu baltalama kaba kalemimizi yol ve çar açmaya mahsus eyledim (yol açmaya adadım).

25 seneden beri dediğim, yazdığım, çalıştığım budur; çar açmak, yol açmak, başka bir şey değildir; çünkü kavi, necip (güçlü, soylu), ömürlü, çıdamlı (dayanıklı) ve cesaretli olan Türk milletinin perakende tüşüp (darmadağın olup), Sedd-i Çinî’den Akdeniz’e kadar cayradığı (yayıldığı) halde nüfuzsuz, davuşsuz (etkisiz ve sessiz) kaldığı lisansızlığından, yani “lisan-ı umumi”ye (ortak dile) malik olmadığından ileri gelmiştir. Bu itikat ile ömrettim (bu inançla yaşadım); bu itikat ile mezara gireceğim.

25 seneden beri bu meslek için arkadaş bekliyor idim... Bunun için Hayat’ın varlığı bana büyük teselli oldu.

Geçen sene ağustosta, bu sene ocakta Rusya Müslümanlarının genel kongresini ve meclislerini görmekle şeref duyup mutlu oldum. Bu meclislerin genel durumuyla anlattıkları, bizlere ne ders verdi? “Genel birlik ve iş için genel, ortak edebî dil gereklidir” dedi. Gerçekten bir avuç kadar olan Tercüman’ı okuyup gelmiş Kazanlı, Kırımlı, Şirvanlı, Bakülü, Hacıtarhanlı, Sibiryalı, Türkistanlı, Buharalı Türkler birbiri ile kolayca söyleştikleri görüldü ve bununla beraber yerel ve yerli şiveden başka Türkçe bir şey görmemiş, okumamış olanlarla Rusça, Fransızca, Almanca, Latince dilleri bilen ziyalı, aydın, okumuş kardeşlerimizin birbiriyle Türkçe sohbet edemedikleri ders alınarak gözlendi. Sözü edilen meclislerimizde çok önemli, çok yararlı temeller atıldı fakat tekrar ediyorum, en önemli sonucu, genel, ortak dile olan ihtiyacımızın açığa çıkmasıdır.

Aziz kardaşım, bana “Hayat’ın hâmisi” demişsin; güzel ama bu sözün yoruma muhtaçtır. Hayat’ın gerçek koruyucusu millettir. Ben yalnız onun tercümanıyım. Millet sana sürekli koruyucu olur ancak biricik şartını unutma: Her ne yazacak isen, kalemi üç kuruşluk kara mürekkebe batırma, yüreğine batırıp kanın ile yaz; sözün geçer, vicdanlara ulaşır ama aksi halde etkisiz olur, geçer gider.

Kardeşim, sana bu sözlerim hem rica hem nasihat hem vasiyettir.

Sonuç

Vasiyettir, dediğime yanlış anlam verilmesin. Ben bundan sonra daha çok çalışacağım; zaman ve durum böyle gerektirdi. Dil birliğini, genel edebî dili daha çok koruma günleri geldi; şükürler olsun Tanrı’ya. Üç-beş ay içinde sekiz-on adet gazetemiz doğdu. Her birinin saf temiz niyeti eğitim, uygarlık ve ulusal ilerlemeye hizmet etmektir ama bununla birlikte her biri başka bir şive, başka bir imla, başka anlatım yolu izledi. Eğer böyle giderse ulusun durumu ağırlaşacaktır.

Basınımız Japonlar gibi ilerliyor sözleri işitildi. Hay hay! Böyle olsa idi ne hoş ama değil; çünkü Japon adalarının her birinde birer yerel şive olduğu halde gazetecileri ve yazarları ilk önce “lisan birleştirmekten” işe başladılar ve bu sayede dil ve lisan birlikte milletin fikirlerini, niyetlerini ve işini birleştirdiler; çünkü lisan ve edebiyat birliği, diğer bütün birliklerin esası ve temelidir.

Tercüman-İsmail

15 Mart 1906/3 Safer 1324, Sayı:26