Ömür Kızıl

Tüm yazıları
...

Suriyelilerin eğitimi: Panarabizm ve irredantist Arap milliyetçiliği tehlikesi

İletişim: omurpasha@hotmail.com

Ömür Kızıl

Suriye’de yaşanan iç savaş, bilindiği üzere milyonlarca Suriyeliyi ülke dışına göç etmek zorunda bırakmıştır. Komşu devletler, Suriyeli sığınmacılara kapılarını açarken; Daeş ve PYD gibi terör örgütlerinin özellikle Kuzey Suriye’de ortaya koyduğu zulüm, Türkiye’nin en çok sayıda Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapan ülke payesini almasında etkili olmuştur. Suriyeli sığınmacıların ülkeye kabul edilmesi veya edilmemesi hususunda yıllardır devam eden bir tartışma bulunmaktadır. Bu kısır tartışmayı bir yana bırakıp, Türkiye’nin şu anda önünde durmakta olan ve bilfiil yaşanmakta olan gerçekliğe göre tedbir üretmesi zaruridir.

Sığınmacılara sağlanan hizmetler, kamu hizmetlerinin her alanına yayılmış durumdadır. Uluslararası pek çok kuruluş Türkiye’nin sağladığı bu hizmetlerden övgüyle bahsetmektedir. Zira Türkiye uluslararası hukuk ve insanlığın bir gereği olarak gerçekten övgüye mazhar olması gereken boyutlarda bir fedakârlıkta bulunmaktadır. Geçen her yıl, Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönüşü konusundaki beklentileri azaltırken; sığınmacılara yönelik ‘acil müdahale’ ve ‘yardım’ planlarının ötesinde uzun vadeli politikaların üretilmesi elzem bir hal almaktadır. Uzun vadeli şekilde ele alınması gereken politikaların başında ise eğitim gelmektedir. Suriye krizinin ilk yıllarında, eğitim konusunda geçici nitelikte tedbirler uygulansa da, ilerleyen yıllarda uzun vadeli eğitim planlamalarını da beraberinde getirmiştir. Önceleri kurslar, Geçici Eğitim Merkezleri ile sağlanmaya çalışılan bu hizmet, daha sonra Suriyeli çocukların Türk Milli Eğitim sistemi içerisine örgün eğitim alacakları şekilde entegre edilmeleri ile boyut değiştirmiştir. Türk toplumu ile iç içe yaşayan Suriyeli çocukların, Türk çocuklarıyla birlikte eğitim alması tabii ki çok kıymetlidir. Ancak burada gözden kaçırılan çok önemli bir husus bulunmaktadır.

Toplum içerisindeki yaygın kanı, eğitimin, bireylere meslek kazandırmak suretiyle onları hayata hazır hale getirdiği yönündeki eksik bir bilgi tarafından desteklenmektedir. Eğitim tabii ki bu meziyete sahiptir. Ancak eğitimin, özellikle eğitimciler ve eğitim politikacıları tarafından iyi bilinen bir diğer yönü onun ‘kültürleme’(sosyalizasyon) işlevidir. Eğitimin bu boyutu, ulus devletler çağında, diğer tüm işlevleri içerisinde daha başat bir hal almıştır. Eğitimin bu işlevi, bireyi içerisinde yaşadığı toplumun kültürünü ve değerlerini benimseyen bir birey haline getirerek ona milli bir kimlik kazandırmayı görev addetmiştir. Türk Milli Eğitimi’nin genel amaçları bu konuda gayet açıktır.

Ancak Türk Milli Eğitim sistemi, Türk kültür kodlarının içerisinden filizlenen, bizzat Türk ailesi içerisinde bu kodlar ve değerler ile büyüyen nesillere hitap edecek bir nitelikte tasarlanmıştır. Suriyeli çocuklar ve gençlerin, Türk öğrencilerle aynı sıralarda aynı eğitimi görmesi, eğitimin ‘kültürleme’ işlevinin onlar için de aynı sonucu doğuracağını kesinlikle göstermez. Zira Suriyeli çocukların içerisinden çıkıp gelmiş oldukları kültürel çevre tamamen farklı olduğu gibi, daha önce aldıkları eğitimin onlar üzerinde yarattığı ‘aksi’ bir ‘kültürleme’ sürecinin izlerini taşıyor olmaları da kuvvetle muhtemeldir. Zira literatürdeki çalışmalar, Suriye Eğitim Sistemi’nin, Türkiye ve Türk Milleti açısından hiç de iç açıcı hedefler taşımadığını göstermektedir. Her ulus devlet gibi, Suriye de milli kimlik yaratma ve ulus bilincini aşılama konusunda eğitime önemli görevler biçmiştir. Milli tarihini yazarken de bir ‘öteki’ yaratmayı ihmal etmemiştir. Bu öteki ise büyük ölçüde “Türkler”, “Osmanlı Devleti” ve “Türkiye”dir. İşin, durumu daha ciddi kılan yanı ise, bu husumetin Suriye krizinden sonra patlak veren Türkiye-Suriye anlaşmazlığının yaşandığı yıllardan çok öncesine dayanan köklü bir sistemin parçası olmasıdır. Bu durum, yetişkinlik çağındaki Suriyelilerin de, Türkleri öteki ve düşman kılan bir “kültürleme” sürecinden geçtiklerini göstermektedir.

Arap milliyetçiliğinin ortaya çıkış devrini (19. Yüzyıl sonları ve 20. Yüzyılın başları) göz önünde bulundurduğumuzda, Türk hâkimiyetine karşı bir bağımsızlık motivasyonu ile güç kazandığını söyleyebiliriz. Arap milliyetçiliği bu hareket tarzını hiçbir zaman kaybetmemiştir. Türkiye ve Türklerin bu konudaki zayıf karnı ise; toplumumuzda ‘milliyetçilik öncesi milliyetçilik’ vasfı ile dikkat çeken ve yaygın bir şekilde görülen İslamcılık düşüncesinin, ekseriyeti Müslüman olan Arap dünyasına karşı bağrımızda açtığı gediktir. Bu durum, Arap milliyetçiliğine karşı, Türk milletini halen büyük ölçüde tedbirsiz ve savunmasız bırakmaktadır.

Baas Partisi, Suriye milli kimliğini tarih ve coğrafya eksenli geleneksel bir temel üzerine inşa etmeye meyletmiştir. Bu geleneksel temel, Panarabizm ideolojisi ve irredantist Arap milliyetçiliği ile mayalandırılarak Suriyeli kimliğini üç katmanlı bir model olarak tasarlamıştır. Bu katmanlardan ilki, sınırları Suriye’yi aşan ve tüm Arapların yaşadığı toprakları kapsayan ‘Arap vatanı’dır. Hatta şu an Arapların yaşamadığı pek çok toprak parçası da ‘kayıp vatan’ olarak nitelendirilmiştir. Bu ‘kayıp vatan’lar arasında Türkiye’nin Adana, Maraş, Antep, Mardin gibi güney illeri de gösterilmektedir.

Suriyeli kimliğine şekil veren ikinci katman ise ulusal Suriye coğrafyasıdır. Suriye’nin bugünkü sınırları içerisinde teşekkülü, tarihi ve varlığı bu bağlamda değerlendirilebilir. Üçüncü katman ise Baas ideolojisinin donattığı devlet teşkilatıdır. Bunların hepsini mezcedip Suriyeli dimağına yerleştirmeyi amaç edinen Suriye Milli Eğitimi, kuşkusuz pek çok nesli etkisi altına almıştır. Baas ideolojisinin, panarapçı geçmişini ve faaliyetlerini göz önünde bulundurduğumuzda, bu hamlelerini kesinlikle küçümsememeliyiz. Zira tüm Arap ülkeleri içerisinde (Irak Baası’nın düşüşünden sonra) seküler Arap milliyetçiliği ve yayılmacılığı davasını güden tek ülke konumundadır. Şu anda içerisinde bulunduğu siyasi, askeri ve sosyal kargaşa ortamı, hiç kimseyi tedbirsizliğe ve küçümsemeye itmemelidir.   

Ülkemize sığınmak zorunda kalan çaresiz pek çok mazlum insan da Suriye Milli Eğitimi’nin bu çarkından geçmiş olmalıdır. Öyleyse Suriyeli sığınmacıların zihinlerini ve dünya görüşlerini ‘boş bir levha’ (tabula rasa)(1) olarak düşünmek suretiyle onları tedbirsiz bir şekilde Türk Milli Eğitim sistemi içerisine entegre etme çabası çok büyük bir ihtimalle beklenen sonucu vermeyecektir. Zira savaş öncesinde, Suriyelilerin okula devam istatistikleri azımsanamayacak oranlardadır. Toplumsal huzur ve barış açısından büyük önemi olan ortak eğitim uygulamalarından beklenen sonucun elde edilebilmesi için hususi tedbirlerin şart olduğu açıktır. Özellikle güney illerimizde konsantre olan Suriyeli sığınmacılar diaspora oluşturmaya başladığında, taleplerini şekillendirecek olan şey, en başta beraberlerinde getirmiş oldukları kimlikleri ve dünya görüşleri olacaktır. Bu ilk programı oluşturma tehlikesi bulunan diaspora, nesil atlaması yaşadığında ise pek çok şey için geç kalınmış olacaktır. Şu an ise, henüz geç değildir.