Osman Kepenek

Tüm yazıları
...

Türk Büyükelçiliğinden Yunan Tanrıçalığına!

1991 yılında Eskişehir’de dünyaya gelmiştir. İlköğretim, lise ve üniversite öğrenimini bu şehirde tamamlamıştır. Türkiye’nin önemli düşünce kuruluşlarında uzun dönem stajyer olarak bulunmuş, çeşitli proje çalışmalarına dâhil olmuştur. 2013 yılında farklı üniversitelerde öğrenim gören öğrencilerle birlikte Akademik Araştırma Enstitüsünü kurmuş ve başkanlığını üstlenmiştir. Eskişehir Yenigün gazetesinde 3 yıl boyunca düzenli olarak köşe yazarlığı yapmıştır. Yazılarının genel muhtevası ihtisas alanı olan dış politika üzerine olmakla birlikte, Türk Dünyasındaki mühim gelişmelere ve Türk tefekkür hayatına dair görüşlerine de bu köşede yer vermiştir. Türk Dünyasının ihtiyaç duyduğu yetişmiş insan kaynağını sağlamak üzere kurulan Avrasya Eğitim Merkezinin temsilciliğini üstlenmiştir. Yurtiçi ve yurtdışında pek çok kongre ve sempozyumlara katılmış olan Kepenek’in ulusal basında ve muhtelif dergilerde yayınlanmış çok sayıda yazısı mevcuttur. Akademik çalışmalarına başkanı olduğu Enstitü bünyesinde devam etmektedir.

İletişim: osmankepenek26@gmail.com

Osman Kepenek

Cumhuriyetimizin 95. Yılı münasebetiyle hem ülkemizde hem de dış temsilciliklerimizde çeşitli törenler tertip edilerek kutlamalar yapıldı. Yaklaşık bir asır evvel bin bir türlü yoklukla, çelikten ve sarsılmaz bir irade göstererek kurmuş olduğumuz devletimizi 95 yılda öyle bir noktaya getirdik ki; bugün itibariyle ABD, Çin, Fransa ve Rusya’nın ardından dünyada en fazla temsilciliğe sahibiz. Beş kıtada dalgalanan bayrağımızın gölgesinde 138 büyükelçilik, 86 konsolosluk, 13 daimi temsilcilik, bir ticaret ofisi bir de konsolosluk ajansı faaliyetlerini sürdürüyor. Dünyanın çeşitli bölgelerinde çalışmalarını yürüten bu temsilciliklerimizde ise farklı görevlendirmelerle mesailerine devam eden yaklaşık 5 bin Türk personel bulunuyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında pek çok alanda yaşamış olduğumuz nitelikli insan gücü yokluğu hariciyemizde de ziyadesiyle hissedilmiş ve bizzat Gazi Paşa tarafından dil bilen, yurtdışı tecrübesi olan ve en mühimi mensubu bulunduğu milletin hasletlerine vakıf ve yeni Türk devletini hakkıyla temsil edeceğine inanılan pek çok aydın kimse büyükelçi olarak tayin edilmiştir. Ünlü romancılarımızdan Yakup Kadri, Cumhuriyet dönemi edebiyatçılarımızdan Yahya Kemal, Gazi Paşa’nın harp okulundan arkadaşı ve Milli Mücadele’de önemli vazifeler üstlenen Ali Fuat Cebesoy ilk akla gelenlerdir. Dün olduğu gibi bugünde devletimizi dünyanın değişik coğrafyalarında çok farklı kültürler ve inançlar karşısında hakkıyla temsil eden büyükelçilerimiz her türlü takdiri ve teşekkürü ziyadesiyle hak etmektedir. Ne var ki son yıllarda AKP hükümetleri ile beraber hariciye geleneğimizdeki pek çok esas yok sayılmış ve atandığı ülkenin dilini bilmediği için birde yanına tercüman tayin edilen büyükelçilerimizin sayısının giderek arttığı dillendirilmeye başlanmıştır. Büyükelçilik makamları devleti temsilden ziyade, iktidar partisine mensup kimselerin taltif edildiği, eski bürokrat ve vekillerin uğrak noktası hâline getirilmiştir. Hariciye geleneğimizde yeri olmayan bu tür atamaların zaten cendere içinde olan dış politikamızı daha da zora soktuğu aşikârdır. 
 

Elçiler, tarih boyunca devletler arasındaki ikili ilişkilerin seyrini belirleyen baş aktörler olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Günümüzde ise atandığı ülkede devlet başkanı tarafından kabul edilip, kendi devlet başkanı tarafından yazılan güven mektubunu sunan büyükelçiler bu kısa merasimin ardından resmen görevlerine başlarlar. Eskiden sefaretname adı verilen bu mektuplarda büyükelçinin devlet başkanını temsil etme yetkisinin bulunduğu ve sahip olduğu meziyetlerle iki ülke arasındaki ilişkilerin seviyesini her alanda yükselteceği açıkça ifade edilir. Elçinin sadece resmî temaslarda bulunup, protokol yemeklerinde boy göstermesi geride kalan vaktini ise kendisine tahsis edilen elçilik konağında geçirmesi pek hoş karşılanmaz. Elçinin gittiği ülkenin dilini bilmesi gerekli olmakla birlikte bu asla yeterli değildir ve bir meziyet olarakta kabul edilemez. Dil bilmekten daha da önemlisi o dille bulunduğu ülkenin vatandaşlarına ne anlatacağı, onların zihninde nasıl bir izlenim bırakacağıdır. Sosyal hayatın her alanında olması gereken elçilerimiz kendi tarihlerini, kültürlerini ve inançlarını bilmeninde ötesinde içselleştirememişse yaptıkları mühim vazifenin şartlarını yerine getiremeyen kabiliyetsiz meslek memurları olarak anılacaklardır. Beş yıl evvel açmış olduğumuz Kampala büyükelçiliğimize görevlendirilerek Uganda’ya gönderilen Sedef Yavuzalp isimli hanımefendinin bu ülkede bulunduğu süre içerisinde devletimizi nasıl temsil ettiğini Cumhuriyetimizin 95. Yılını kutladığımız gün hep beraber gördük. Büyükelçilik binasında vermiş olduğu Cumhuriyet resepsiyonunda misafirlerini Yunan Tanrıçası Helen’e atfedilen bir kostümle karşılayan büyükelçimiz kim bilir daha evvel ne rezillikler yaptı da haberimiz olmadı! Ya da diğer temsilciliklerimizdeki durum Uganda’dakinden ne kadar farklı? Medeniyetimizin temellerini Yunan mitolojisine dayandıran, milli kültürümüzün bayraktarlığını yapacağı yerde böyle ifade edilemez bir ruh haline bürünen başka büyükelçilerimiz, meslek memurlarımız var mıdır? Olup olmadığı Dışişleri Bakanlığımızca nasıl ve ne zaman tespit edilecektir. Yoksa bakanlığımız böyle bir zahmete girmeyip mesleki bilgi ve becerileri göz ardı etmeye devam ederek ‘bizden biri’ olarak tarif edilen kimselerin atamasına devam mı edecektir? Bir büyükelçinin bulunduğu ülkeden Ankara’ya geri çağrılması için illa 29 Ekim resepsiyonunda Yunan Tanrıçalığına soyunması mı gerekmektedir? Böyle kimselerin devletimizi temsil kabiliyetinden mahrum olduklarının daha evvelden tespit edilmesi devlet olmamızın bir gerekliliği değil midir? Yunan Tanrıçası olmayı kendine meziyet kabul eden kendisini  golfçü, ressam ve bir Yunan mitolojisi aşığı olarak tanımlayan bu hanımefendi saymış olduğumuz hangi meziyeti sebebiyle büyükelçilik makamı ile onurlandırılmıştır? Ortaya çıkan vahim tablo bize göstermektedir ki, yurtdışına atanan devlet görevlilerimiz ciddi bir eğitimden geçirilerek bu vazifelere atanmalıdır. Sadece Dışişleri bakanlığımız bünyesinde çalışanlar değil, TİKA, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Yunus Emre Enstitüsü, Diyanet İşleri Başkanlığı ve gerek üniversiteler gerekse diğer kurumlar aracılığıyla yurtdışındaki üniversitelere gönderilen öğretim üyelerinin diplomasi, Türk ve dünya tarihi dersleri ile kültür ve medeniyetimizi hakkıyla temsil edebilecekleri özel bir eğitim programından geçirilmeleri hayati önem arzetmektedir. Yoksa yedi düvelin bir araya gelip de giydiremediği Yunan postunu bir Türk büyükelçisi marifetiyle giydiğimiz yetmezmiş gibi daha hangi kılığa gireceğimizi bilmez bir halde felakete doğru sürüklenişimiz hızla devam eder.