Söyleşiler

Türkiye, Meselenin İnsani Yönüyle İlgilenmelidir Putin Hayranı Olduğu Sovyetler Birliği’nin Taktiğini Uyguluyor TÜRKMENLER, MUKAVEMET VE DİRENİŞ RUHUNU GÖSTERMELİDİR TÜRK MİLLETİ UYAN! DOĞU TÜRKİSTAN’DA SOYKIRIM VAR! İran Türklüğünün Esas Gayesi, Millî ve Siyâsî Kimliğimizin Yeniden İhyasıdır Olayların Sosyal, Siyasî ve Ekonomik Sebepleri Var ADI DEVLET OLSUN
Arap Baharı demek “BOP” demektir

Arap Baharı demek “BOP” demektir

Kafkassam Başkanı Dr. Hasan Oktay’la Arap sonrası süreci ve Ortadoğu’nun son durumunu konuştuk.

Özellikle ‘Arap Baharı’ olarak isimlendirilen dönemde Türk Dışişlerinin Ortadoğu’da izlemiş olduğu politikayı nasıl değerlendirmek gerekir? Sizce yapılan bazı stratejik hatalara ne sebep olmuştur?

Arap Baharı olarak adlandırılan süreç ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin sahada uygulaması olarak karşımıza çıkmaktadır. Büyük Ortadoğu Projesi konusunda 2004 yılından buyana çeşitli düzeylerde tartışmalar yapılmıştır. Bu proje bölgede bulunan 22 devletin sınırlarının değişmesi, büyük ve görece güçlü devletlerin bölünmesi ve bu yolla kontrol altına alınmasını öngörmektedir. Bölge devletlerine insan hakları, hukukun üstünlüğü ve özgürlükler getirme bahanesi ile bölge ülkelerinde halk hareketlerinin başlatılması düşünülmüştür. Bu halk hareketleri neticesinde bölge yönetimlerinin değişmesi ve daha ufak kontrol altında tutulabilen devletçiklerin oluşturulması hedeflenmiştir. Fakat yaşanan gelişmeler beklendiği gibi olamamış, Mısır’da Müslüman kardeşlerin iktidara gelmesi beklenen sonucu vermemiştir. Bunun üzerine Mısır’da ABD destekli darbe ile yönetim tekrar Batı yanlısı hâle getirilmiştir. Örneğin Sudan ikiye bölünmüş ve Güney Sudan adında yeni bir devlet kurulmuştur. Yine Darfur bölgesi Sudan’dan koparılmıştır. Libya parçalanmış ve istikrarsızlığa sürüklenmiştir. Irak ve Suriye bölünmüş, Yemen bir iç savaşa sürüklenmiştir. Bütün bu gelişmeler ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin ve onun sahada uygulaması olan Arap Baharı sürecinin bir sonucudur. Arap Baharı’nın bölgeyi getirdiği nokta Türkiye’nin milli menfaatlerine tamamen aykırıdır. Bu durumun önceden görülememiş olması büyük bir talihsizliktir. Türkiye 2004 yılından buyana bölgesinde ülkelerin toprak bütünlüğü savunan ve iç işlerine karışmama prensibini esas alan bir dış politika takip etmeliydi. Fakat Davutoğlu yönetimindeki Türk dış politikası bu konuda başarısızlığa uğradı. 2016 yılından sonra ise Türk dış politikasında radikal bir değişime gidildiği görülmektedir. Başlangıçta yapılan stratejik hata büyük kayıplara yol açtı, bu kayıplar alınan tedbirlerle giderilmeye çalışıldı. Fakat stratejik hataların taktik başarılarla düzeltilmesi mümkün olmadı. Örneğin Esad konusunda başlangıçtan itibaren takınılan tavır Türkiye’nin daha sonra manevra alanını daralttı. Devletlerin kendi milli menfaatleri doğrultusunda dış politikalarını belirlemeleri en önemli uluslararası ilişkiler prensibidir. Türkiye’nin bunu öğrenmesi için 15 Temmuz darbe girişimini yaşaması gerekiyormuş. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yapılan değişiklikler ve alınan tedbirlerle birlikte devletin dış politika kademelerine milli menfaatleri önceleyen kadroların gelmesini önemsiyoruz.

Son günlerde özellikle BAE üzerinden Türkiye’ye karşı düşmanca bir tavrın sergilendiğini görmekteyiz.  Türkiye’nin Ortadoğu’daki etkinliğini engellemek için bölgede çeşitli ittifak arayışlarının sürdüğünü de söylemek mümkün. Türkiye bu girişimler karşısında nasıl bir tavır almalıdır?

Türkiye’nin Trump yönetiminin Kudüs konusunda aldığı karar karşısında izlediği politika ve strateji bölgedeki Sünni Arap devletlerinde ciddi bir rahatsızlık yaratmış görünüyor. Bu suni Arap devletlerinin Ortadoğu’da ABD ile sıkı bir işbirliği içerisinde bulunuyor. Türkiye ve Katar ise bu durumun istisnasını teşkil ediyor. Bu nedenle ABD yönetimi bu iki ülkenin üzerinde ciddi baskı oluşturuyor. Bu durum bölgede ABD ve Ortadoğulu müttefiklerinin hedef aldığı İran ile Türkiye/Katar ikilisini yakınlaştırıyor. Bu ülkeler bölgede ABD’nin varlığından rahatsız. ABD Ortadoğu’da çatışma eksenini Sünnî-Şiî eksenine kaydırmaya çalışırken, Türkiye ve Katar aldıkları pozisyonlarla ABD’nin önünde bir engel teşkil ediyorlar. Burada Türkiye’nin özellikle 2016 yılından itibaren milli menfaatleri doğrultusunda etkili politikalar üretmesi bölgesel jeopolitik durumu radikal bir şekilde değiştirmiş bulunuyor. Ortadoğu’da bloklaşma ABD’nin talep ettiği gibi Şiî-Sünnî eksen de değil milli menfaatler doğrultusunda şekilleniyor. Ortadoğu tarihinde bu durum belki de ilk defa oluşuyor. Davutoğlu yönetiminin kararsız dış politikasının aksine bugün, Türkiye milli menfaatleri doğrultusunda politika ve stratejiler uyguluyor. Başta RF olmak üzere İran, Irak ve Katar ile olan işbirliğini geliştirebiliyor. Suriye ile de dolaylı yollardan irtibat kurabiliyor. Türkiye’nin ABD inisiyatifi dışında politikalar üretmesi ve Ortadoğu’da etkinlik sağlaması hiç şüphesiz ABD’yi (AB ve NATO’yu) rahatsız ediyor. Ortadoğu’da ABD milli menfaatleri ile Türkiye’nin milli menfaatleri örtüşmüyor. Bu durumda rekabet ve anlaşmazlıklara yol açıyor. ABD Türkiye üzerinde baskı oluştururken Ortadoğu’daki müttefiklerini kullanıyor. Kudüs konusunda Türkiye’nin bölgede üstlendiği liderlik ve ‘yumuşak güç’ etkisi ABD müttefiki bölge ülkelerinden gelen açıklamalarla zedelenmek istiyor. BAE, Suudi Arabistan ve Mısır konusunda yaşanan gelişmelerin temel sebebinin bu durum olduğunu KAFKASSAM olarak değerlendiriyoruz.

ABD ile birden fazla noktada yaşamış olduğumuz fikir ayrılıkları bugün itibariyle diplomatik bir krize dönüşmüş durumda. ABD’nin Türkiye’nin bütün karşı çıkışlarına rağmen Ortadoğu’da atmış olduğu adımlarda malumunuz. Bu tabloya bakarak önümüzdeki dönemde ABD ve Türkiye’nin bölgede yeniden bir işbirliği yapmasına ihtimal veriyor musunuz?

ABD’nin özellikle bölgede PKK/PYD/YPG’ye açıktan destek vermesi ve silah yardımı yapması, FETÖ elebaşını teslim etmemesi, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu silah sistemlerini Türkiye’ye satmaması ve en son olarak Washington yönetiminin Kudüs kararı iki ülke arasındaki ilişkileri derinden sarsmıştır. Kudüs konusunda Trump yönetiminin başarısızlığının temel sebeplerinden birisi de Türkiye’nin kararlı tutumu olduğu malum. Bunun intikamını ABD yönetimi bir şekilde alacaktır. Aynı tezkere konusunda yaşanan gelişmeler sonucu çuval hadisesinin yaşanması ve Irak’ta Türkiye’nin aleyhine bir durumun gelişmesi gibi bir konu ile karşı karşıya kalabiliriz. Bu karşı hamlenin nereden geleceği konusunda spekülasyon yapmanın uygun olmadığını düşünmekle birlikte, bu konuda Türk hükümetinin hazırlıklı olması ve proaktif bir politika takip etmesi önem kazanmaktadır. Bununla birlikte devletlerarasındaki ilişkilerin ulusal menfaatler çerçevesinde yürütüldüğü de bir gerçek. Eğer ABD ve Türkiye’nin milli menfaatleri örtüştüğü sürece işbirliği yapması elbette ki mümkündür. Uluslararası ilişkilerde sürekli dostluklar ve düşmanlıklar yoktur. Devletlerarası ilişkiler milli menfaatler çerçevesinde şekillenmektedir.

‘Arap Baharının’ bir türlü nihayete ermediği, iç savaşın uzun yıllar devam ettiği ve her şeye rağmen koltuğunu koruyan bir devlet başkanı tarafından yönetilen Suriye için neler söylemek istersiniz? Başlangıçta Türkiye’nin Suriye politikası ciddi şekilde eleştirilmişti. Bugün itibariyle durum nedir? Türkiye doğru adımlar atıyor mu?

Davutoğlu yönetiminin Suriye konusunda uyguladığı yanlış politikalar sonucunda bugün Suriye parçalanmış durumda bulunmaktadır. Suriye’nin üniter bir devlet yapısına dönmesi mümkün görünmemektedir. Irak örneğinde de yaşandığı üzere Suriye’nin bölgelere ayrılması milli menfaatlerine aykırıdır. Bölgede mevcut devletlerin parçalanması, küçük ve yeni devletlerin kurulması suretiyle bölgede bir değişimi ön gören ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir sonucu olan bu durum Türkiye’nin milli menfaatlerine aykırıdır. Büyük Ortadoğu Projesi’nin sahada uygulaması Arap Baharı olarak adlandırılan halk hareketlerine sebep olmuştur. Gelinen noktada Libya ve Mısır’ın durumu ortadadır. Arap Baharı Tunus’ta başarılı gibi görünse de Tunus’ta da Batı yanlısı gruplar iktidara gelmiştir. Bununla birlikte Suudi Arabistan ve Katar hariç Körfez İşbirliği ülkeleri yönetimleri Arap Baharı süreci baskısı ile ABD yanlısı politikalarını daha da arttırmışlardır. Suudi Arabistan gibi bir devletten ‘ılımlı İslâm’ söyleminin gelmesi bu noktada çarpıcı bir gelişmedir. Başlangıçta Türkiye’nin Suriye konusunda daha hassas davranması gerekiyordu. Yaşanan gelişmeleri Suriye’nin iç işi olarak değerlendirmesi ve Şam yönetimine bu açıdan destek vermesi gerektiğini değerlendiriyoruz. Bölge ülkelerinin toprak bütünlüklerinin muhafazası ve iç işlerine karışmama ilkesi önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Davutoğlu yönetimi; Suriye’de bir kargaşanın başlaması Suriye’nin parçalanacağı ve Irak’a döneceği anlamına geldiğini öngöremedi. Davutoğlu yönetimi Şam’da iktidarın hızla değişeceğini öngördüler ama RF ve İran faktörlerini dikkate almadılar. Gelinen noktada Esad yönetimi bir dizi sert tedbirler aldı bunun sonucunda ciddi bir mülteci sorunu oluştu ve mülteci konusunda en çok zarar gören ülke Türkiye oldu. Aynı zamanda Esad yönetimi aldığı sert tedbirlerle bir milyonu aşkın Suriyelinin savaş esnasında ölümüne 4 milyondan fazla insanın mülteci konumuna düşmesine ve 10 milyondan fazla insanında Suriye içinde yerlerinden olmasına sebep oldu. Bütün bunlar Suriye’nin geleceğinde uzun vadede Esad’ın olmasını imkânsız kılmaktadır. Fakat geçiş sürecini Esad’la gerçekleştirmek konusunda RF, İran, Irak ve Türkiye’nin hem fikir olduğunu değerlendiriyoruz. Hâlihazırda Türkiye’nin 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Türkiye konusunda milli menfaatleri doğrultusunda ciddi adımlar attığını görüyoruz ve bunu da değerli buluyoruz.

Suriye krizinde çözümün Rusya’nın eliyle gerçekleşeceği ve Ortadoğu’daki yeni oyun kurucu gücün de Rusya olacağı noktasındaki tespitlere katılıyor musunuz? Bugün itibari ile Rusya ile iyi ilişkiler içerisinde olan Türkiye’nin bölgedeki adımlarını Rusya ile beraber atmasının olası sonuçları ne olur?

Rusya Federasyonu 2000 yılında Putin’in iktidara gelmesi ile birlikte siyasi-askerî-ekonomik temelleri sağlam güçlü bir devleti yeniden inşa etmiştir ve Rusya Federasyonu uluslararası sistem içerisinde tekrar yerini almıştır. Şüphesiz ABD, Çin, AB gibi küresel aktörlerle birlikte uluslararası sistem içerisinde etkin bir role sahip bulunmaktadır. Doğu Avrupa, Karadeniz, Kafkaslar ve Orta Asya’da hiç şüphesiz en etkili aktör Moskova’dır. Rusya Federasyonunun uluslararası sistemde içerisinde etkili bir aktör olma noktasındaki konumunu yapmış olduğu bir dizi müdahalelerle sağlamış olduğunu görmekteyiz. Bunlar;

-2008 Rusya-Gürcistan savaşı ve Abhazya ile Güney Osetaya’nın bağımsızlıklarını tanıması Kafkasya’da en etkili aktörün Rusya olmasını sağlamıştır.

-2014 Kırım’ın ilhakı ve defacto olarak Ukrayna’nın doğusunun (Donbass bölgesi) bağımsızlaştırılması Karadeniz havzasında Moskova lehinde jeopolitik durumun değişmesine yol açmıştır.

-Son olarak 2011 yılında başlayan ve hâlen devam eden Suriye krizine Kremlin yönetiminin 2015 yılında askerî güç kullanarak müdahale etmeye başlaması Rusya’nın Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da da etkinliğini arttırmış bulunmaktadır.

-Bununla birlikte Moskova yönetimi özellikle Suriye konusunda İran ile yakın işbirliği yapmaktadır. Suriye, Yemen, Lübnan (Hizbullah vasıtasıyla), Irak’ta etkinliğini arttıran İran ile Ortadoğu’da Moskova yönetiminin işbirliği yaptığı ve genel olarak da çıkarlarının değiştiği görülmektedir.

-Kremlin yönetimi soğuk savaş döneminden itibaren varlığı devam eden Tartus deniz üssünü Suriye krizi ile birlikte yenilemiş ve takviye etmiştir. Bununla birlikte Humeymim’de bir hava üssü açmıştır ve Patriot füzelerinden imkân ve kabiliyet açısından daha iyi olan S-400 füzelerini Lazkiye’ye yerleştirmiştir. Kısacası Suriye krizi ile birlikte ve özellikle 2015 yılından sonra RF’nin Doğu Akdeniz’de ve Ortadoğu’da askerî gücünü arttırdığını görmekteyiz.

-Buna paralel olarak özellikle Obama döneminden başlayarak bölgede ABD’nin karsız ve ikircikli politikalar uyguladığını görmekteyiz. Bu durum ABD’nin bölgedeki etkisini görece zayıflatmış durumdadır. Washington yönetiminin PKK/PYD/YPG terör örgütleri ile bölgede işbirliği yapması ve özellikle muazzam miktarlarda silah yardımında bulunması bu terör örgütünün ilk hedefi olan Türkiye’yi rahatsız etmektedir ve bu durum Ankara tarafından milli güvenliğine yapılmış saldırı olarak değerlendirilmektedir. Yaşanan bu gelişmeler ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiki olan ve NATO üyesi Türkiye’yi kaybetmesine yol açmaktadır.

-Yaşanan bütün bu gelişmeler bölgede Rusya Federasyonu-Türkiye-İran arasında bir yakınlaşmaya sebep olmuş ve bir diyalog süreci başlamıştır. Astana ve Soçi süreçleri ile birlikte Suriye krizinin çözümü noktasında ciddi adımlar atılmış ve Moskova’nın liderlik ettiği bu süreçler ABD’nin liderlik ettiği Cenevre sürecinin önüne geçerek daha etkin sonuçlar doğurmuştur.

-Moskova yönetimi gelinen noktada Ortadoğu’da birbirleri ile çeşitli sebeplerle irtibatları olmayan bölgesel ve küresel aktörlerle (bunlara yerel unsurlar da dâhildir) diyalog kurabilen tek bir aktördür. Bu durum Kremlin yönetimine çok değerli bir fırsat sunmakta ve onu bölgenin en etkili aktörü konumuna taşımaktadır.

-Türkiye’nin milli menfaatleri bölgesinde bulunan devletlerin toprak bütünlüklerinin sağlanması ve istikrarlı bir yönetime kavuşmasıdır. Bu kapsamda başta Irak ve Suriye olmak üzere bölge ülkelerinin toprak bütünlüklerinin korunması Türkiye’yi bölge ülkeleri İran, Irak ve Suriye ile aynı noktaya taşımaktadır. Rusya Federasyonu’nun da bu konuda bölge ülkeleri ile ortak hareket ettiği görülmektedir. Soçi süreci aslında bu anlayışın ürünüdür.

-Bizim temel yaklaşımımız bölgede sınırların değişmemesi, toprak bütünlüklerinin muhafazası, yönetimlerin istikrara kavuşması, sınır güvenliği, iç işlerine karışmama ve bölgesel sorunların bölge devletleri arasında diyalog yoluyla çözülmesidir. Özellikle bölgede yer alan ve istikrarı bozan PKK, PYD, YPG, DEAŞ gibi terör örgütleri ile bölgede ortak mücadele edilmesidir. Bu noktada bir diyalog platformunun oluşması önemlidir ve Kremlin yönetimi bölge devletlerini bir araya getiren bir rol üstlenmektedir. Bu sürecin önündeki en önemli engel, Ankara yönetimi tarafından Şam yönetiminin meşru olarak kabul edilmemesidir.

-Bölgede oluşan bu yeni jeopolitik durum Türkiye’yi bölge ülkeleri ve Rusya Federasyonu ile yakınlaştırırken, başta ABD olmak üzere NATO müttefiklerinden uzaklaştırmaktadır. Suriye krizi odaklı olarak bölgede; Mısır-Suudi Arabistan-Bahreyn-Birleşik Arap Emirlikleri-ABD-AB karşısında RF-İran-Irak-Suriye ekseninin oluşmasına yol açmaktadır. Milli menfaatleri gereği Türkiye de ikici gruba daha yakın durmaktadır.

2018 yılına geldiğimiz şu günlerde Ortadoğu’da oluşan yeni jeopolitik durumu şekillendiren faktörleri bu şekilde değerlendirebiliriz.

Diğer Söyleşiler