Söyleşiler

Türkiye, Meselenin İnsani Yönüyle İlgilenmelidir Putin Hayranı Olduğu Sovyetler Birliği’nin Taktiğini Uyguluyor TÜRKMENLER, MUKAVEMET VE DİRENİŞ RUHUNU GÖSTERMELİDİR TÜRK MİLLETİ UYAN! DOĞU TÜRKİSTAN’DA SOYKIRIM VAR! İran Türklüğünün Esas Gayesi, Millî ve Siyâsî Kimliğimizin Yeniden İhyasıdır Olayların Sosyal, Siyasî ve Ekonomik Sebepleri Var ADI DEVLET OLSUN
Bu sorun sadece İslam ülkelerinin iradesiyle çözülebilecek bir sorun değil

Bu sorun sadece İslam ülkelerinin iradesiyle çözülebilecek bir sorun değil

Antalya Bilim Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tarık Oğuzlu ile İsrail-Filistin arasındaki gerilimi ve Türkiye’nin bölgedeki rolünü konuştuk.

Yarım asırdan fazla süredir devam eden Filistin meselesinde bir türlü sona gelinememesinin ve İslam ülkelerinin sözlü kınama mesajı yayınlamak haricinde somut bir adım atarak meseleyi halledememesinin temel sebepleri sizce nelerdir?

Bu sorun sadece İslam ülkelerinin iradesiyle çözülebilecek bir sorun değil. Müslüman coğrafyada bulunan bütün ülkelerin aynı kararlılık ve görüş birliği içinde soruna yaklaştıklarını varsaysak bile, başta ABD olmak üzere küresel güçlerin İsrail’in politikalarını değiştirmesi yönünde ciddî bir baskı uygulamamaları durumunda sorun çözümsüz kalmaya mahkûmdur. Sorunun çözümsüz kalmaya devam etmesi, sadece Filistin topraklarında yaşayan Arapların durumunu olumsuz etkilemektedir. İsrail’in uluslararası hukuku tanımayan, askeri güç unsurlarını kullanarak kontrolü altında bulunan toprakları genişletmeye yönelik ve son kertede tarihi Filistin toprakları üzerinde tek egemen devlet olarak kendisinin tanınmasını öngören politikası, ABD’nin İsrail üzerinde ciddi baskı uygulamaması durumunda devam edecektir.

Bazı İslam ülkeleri, Mısır ve Ürdün gibi, İsrail’le kendi barış anlaşmalarını imzalarken, bazıları da Şii İran’a karşı verdikleri mücadelede İsrail’i potansiyel bir müttefik olarak görüyorlar. Trump ABD’sinin İsrail’in politikalarına verdiği koşulsuz destek de ortada. Bu durumda mevcut durumun değişebileceğini ummak büyük bir hayal olur.   

ABD’nin İsrail’in başkentini Kudüs olarak tanıdığını ilan etmesi ve büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması sembolik bir hareket midir? Yoksa daha öte anlam ve mesajlar içermekte midir? ABD’nin bu hamlesi karşısında atılması gereken diplomatik adımlar nelerdi ve bu adımlar atıldı mı?

ABD Kongresi 1995 senesinde almış olduğu bir kararla aslında Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımış ama büyükelçiliğini Tel Aviv’de tutmaya devam etmiştir. Trump yönetiminin ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı kesinlikle sembolik değildir. Trump’ın politikalarına etki eden ABD’deki Evangelist Hristiyan gruplarla Siyonizm taraftarı Yahudi lobisi, Trump’ın bu kararı almasında etkili olmuştur. Yaklaşan kasım ayında yapılacak Kongre seçimlerinde Trump kendi seçmenine hoş gelecek bir adım atmıştır.

Trump Amerika’sının İran’ın Orta Doğu’da takip etmekte olduğu politikalarından, etki alanını genişletmesinden ve nükleer anlaşma sonrası zemin kazanmasından memnun olmadığı bilinmektedir. İsrail de İran’ın Esad rejiminin devamına verdiği destek bağlamında hem Suriye’de hem de Hizbullah üzerinden Lübnan’da daha etkili olmaya başlamasından rahatsızdır. ABD’nin 2015 senesinde İran’la imzalanan nükleer anlaşmadan çekilmesi ve ertesinde İsrail’deki büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması, birlikte düşünülmesi gereken hareketlerdir. İsrail-İran gerginliğinin tırmanması ve olası bir İsrail-İran askeri çatışması, ABD’nin İran’daki teokratik rejimi değiştirme yönündeki politikalarına ve Körfez bölgesinde bulunan sünnî Arap ülkelerle arasındaki stratejik ilişkileri tahkim etme yönündeki çabalarına meşruiyet kazandıracaktır.

Orta Doğu’da değişmekte olan bölgesel dinamiklerin ABD’nin yerleşmiş çıkarlarına zarar vermemesi için, Trump yönetimi İsrail, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn gibi ülkelerle ilişkilerini Obama öncesi seviyeye taşımak istemektedir. ABD’nin bölgedeki varlığını sorgulayan ve alternatif bölgesel düzen arayışları içinde olan Türkiye, Katar ve İran gibi ülkeler ABD’nin tepkisini çekmektedir. ABD’nin, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan kararının ardından, Türkiye’nin İslam İşbirliği Teşkilatı’nı olağanüstü toplantıya çağırması, diğer İslam ülkelerinin ortaya koyamadığı takdire şayan bir çabadır. Ancak bu çabanın bir sonuca ulaşma ihtimali çok zayıftır.

Filistin meselesinin başlangıcından bu yana Türk hükümetlerinin konuya yaklaşımlarını ve çözüm olarak ortaya koymuş oldukları önerileri nasıl buluyorsunuz? Bilhassa son 15 yılı göz önünde bulunduracak olursak neler söylemek istersiniz?

Filistin sorunun çözümünde Türkiye uluslararası toplumun çoğunluğuyla benzer şekilde düşünmektedir. 1967 savaşının öncesinde geçerli olan sınırlar dahlinde iki egemen devletin kurulması ve Kudüs’ün, her iki tarafın da kabul edeceği bir çözüm bağlamında, hem İsrail hem de Filistin devletinin ortak başkenti olarak tanınması Türkiye’nin pozisyonudur. Türkiye bu genel parametreler dışında kendisi bir inisiyatif alıp, alternatif bir çözüm önerisi sunmuş değildir. Türkiye ancak sorunun çözülmesi bağlamında kolaylaştırıcı bir rol oynayabilir. Bunu da her iki tarafla olan ikili ilişkilerini iyileştirerek ve tarafların güvenini kazanarak yapabilir. Arap Baharı öncesinde Türkiye bu yönde bir politika izlemekteydi. Arap Baharı sonrasında ise yaşananlar herkesin malumu. İsrail’le ilişkileri gittikçe bozulan ve Filistinli gruplar arasında sadece Hamas’la iyi ve kalıcı ilişkiler geliştirmeye özenen Türkiye’den sorunun çözümü yönünde etkili bir aktöre dönüşmesini ummak hayal olur.

Malumunuz olduğu üzere Filistin meselesinde pek de üzerinde durulmayan yahut gözlerden kaçan diğer bir hadise, Akdeniz’de zengin doğalgaz yataklarının keşfedilmesidir. Kıbrıs’ta ortaya çıkarılan rezervlerin devamının, Filistin karasularında bulunması ihtimalini kuvvetle muhtemel gören uzmanlar, İsrail’in Akdeniz üzerinden de bir plan içerisinde olduğuna işaret etmektedir. Bu noktadan hareketle, Akdeniz’de oluşabilecek yeni dengeler üzerinden, Kıbrıs’ın ve dolayısıyla Türkiye’nin bir güvenlik zafiyetine uğratılması söz konusu mudur?

Kesinlikle söz konusudur. Bölgedeki doğal enerji kaynaklarının bölge barışına hizmet edebilmesi ve kemikleşmiş sorunların çözümüne katkı yapabilmesi için, bölgedeki ülkelerin ortak çıkar tanımlamalarına sahip olması gerekir. Aksi takdirde enerji kaynaklarının çıkartılması, işlenmesi ve pazara sürülmesi sürecinde etkileri yıkıcı olabilecek gerginlikler, kutuplaşmalar ve kamplaşmalar yaşanacaktır. Bunun sinyalleri de her geçen gün artmaktadır.

Filistin meselesi başta olmak üzere, İran’ın Arap coğrafyasındaki izlemiş olduğu politika hakkında neler söylemek istersiniz? Suriye meselesinde Rusya ve Türkiye ile hareket eden Tahran yönetiminin, Filistin meselesindeki tavrı nedir?

İran, Filistinli Arapların ezilmişliğini, dışlanmışlığını ve ayrımcılığa uğramışlığını bölgedeki etkisini artırmak adına kullanan bir ülkedir. Bunu da başarılı bir şekilde yapmaktadır. Filistin davasına sahip çıkarak bir yandan İsrail üzerinde baskı kurarken diğer taraftan da İran karşıtı Sünni Arap ülkeleri üzerinde moral üstünlük kazanmaktadır. İran, sorunun çözümünden değil devamından fayda elde eden bir ülkedir. Sorun çözümsüz kaldığı ve uluslararası eleştiri oklarının İsrail yönetimi üzerinde olduğu müddetçe İran bundan memnun olur.

Son olarak, Gazze başta olmak üzere Filistin topraklarında uzun yıllardır ciddi insan hakları ihlallerine imza atan İsrail’e dur denilmesi adına İslam ülkelerinin hangi caydırıcı kararları almasını elzem bulursunuz?

İslam ülkeleri kendi içlerinde bölünmüşken, mezhepsel ve siyasi fay hatları üzerinden birbirlerinin kuyularını kazmaya devam ederken ve İsrail’in en büyük destekçisi ABD ile olan ilişkilerini gözden geçirmek şöyle dursun, bu ilişkileri daha da tahkim etmeye çabalarken, yaptıklarının İsrail’in yanına kar kalmaya devam edeceğini öne sürmek yanlış olmaz.

Diğer Söyleşiler