Söyleşiler

Türkiye, Meselenin İnsani Yönüyle İlgilenmelidir Putin Hayranı Olduğu Sovyetler Birliği’nin Taktiğini Uyguluyor TÜRKMENLER, MUKAVEMET VE DİRENİŞ RUHUNU GÖSTERMELİDİR TÜRK MİLLETİ UYAN! DOĞU TÜRKİSTAN’DA SOYKIRIM VAR! İran Türklüğünün Esas Gayesi, Millî ve Siyâsî Kimliğimizin Yeniden İhyasıdır Olayların Sosyal, Siyasî ve Ekonomik Sebepleri Var ADI DEVLET OLSUN
Büyüme rakamlarının Türkiye gerçeklerini yansıtmadığı bir gerçek

Büyüme rakamlarının Türkiye gerçeklerini yansıtmadığı bir gerçek

Beykent Üniversitesi Bankacılık ve Finans Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Rezzan Neslihan Vural’a TÜİK’in açıkladığı son büyüme oranını sorduk.

Geçtiğimiz gün açıklanan yüzde 11.1’lik büyüme oranı toplum tarafından pek inandırıcı bulunmadı ve sosyal medyada tartışma konusu oldu. Bu bağlamda sormak isterim. Büyüme oranları nasıl hesaplanır ve yüzde 11.1 açıklanan son büyüme oranı sizce gerçek midir?

Daralmanın arkasından gelen bu büyüme rakamı, felaketlerle geçen 2016’nın ardından yaşanan büyümeyi ifade ediyor. Bu anlamda elbette 2017’de anlamlı bir büyüme kaydettik diyemeyiz. Peki bu büyümeye neler sebep oldu? 2016 yılının 2.yarısında yaşanan siyasi karmaşa ortamında oluşan ekonomik durgunluk döneminde Kredi Garanti Fonu ile verilen kredilerin ardından bankaların kredi hacmindeki artış %20’leri geçti. Kredi hacminde yaşanan bu artış borçluluğu artırırken öte yandan özel sektörün yatırımlarını ve üretim hacmini artırarak ekonomiye pozitif katkı sağladı. Bir başka sebep ise 2017 yılında yapılan referandum döneminde kamu harcamalarının hızla artması ile yaşanan ekonomik canlanma. Tabi bu artış neticesinde, devlet bütçesi 2016 yılında 30 milyar TL açık verirken 2017 yılında açık 46,8 milyar TL olarak bütçelendi. Yani bütçe açığında %50 seviyesinde artış öngörüldü. %11’lik büyümenin cari açık açısından durumuna bakacak olursak da 2016’da ilk 10 ayda 26.3 milyar USD açık veren cari işlemler hesabı 2017’nin ilk 10 ayında 35,2 milyar USD olarak gerçekleşti. En kritik nokta da 2016 Ekimden bu güne %28 oranında artış gerçekleşti yani TL bazlı baktığımızda cari artışımızdaki artış 50 milyar TL’yi buldu. Dolayısıyla ülkemizin cari açığı, kamunun bütçe açığı ve kredi garanti fonunun özel sektöre kredi desteği ile büyüme gösterdi. Bu büyüme oranı elbette sürdürülebilir olmayan geçici bir ivmedir. Ayrıca yan etkisi olan enflasyonu da peşi sıra getirmiştir.

TÜİK’in bazı hesaplarla oynadığı ve hesap oyunlarıyla ekonomik göstergelerde iyileştirmeye gidildiği sıkça söyleniyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

TÜİK’in hesaplama yöntemlerinde yapmış olduğu değişiklikler Avrupa Hesap Sistemi’ne uyum ile gerçekleşse de 2009 yılının baz yıl alınması oldukça hatalıdır. Nedeni ise 2008 küresel krizinin etkileri ile geçirilen 2009 yılının makroekonomik veriler açısından oldukça kötü geçmiş olmasıdır. Kötü geçen bir yılın baz veri alınması ve onunla kıyaslanan her yılın olduğundan daha iyi gözükmesine sebep olur. Dolayısıyla büyüme rakamlarının Türkiye gerçeklerini yansıtmadığı bir gerçek. İşsizliğin arttığı, hem hane halkı hem özel sektör borçlanmasında artışının olduğu bir dönemde %11 büyüme olduğunu söylemek sorunları görmezden gelmemize engel olamıyor ne yazık ki.

Yunanistan’da da ekonomik krizin bu hesap oyunları sonucu ortaya çıktığı bilgisi ne derece doğrudur?

Yunanistan’da 2004 yılında ve ardından 2010 yılında finansal raporlarda oynama yapıldığı itiraf edildi. Bu hesap oyunları sayesinde Euro para birimine geçtiler. Ancak kriz hesap oyunları yaptıkları için gerçekleşmedi, zaten olan krizi hesap oyunları ile saklayarak daha büyük bir krize sebep oldular. Matematik yalan söylemez ancak rakamları manipüle ederseniz de gerçekleri ancak bir süre saklayabilirsiniz.

Dünya ekonomisindeki gelişmeleri göz önünde bulundurursak, Türkiye’nin ekonomik durumunu yakın gelecekte nasıl görüyorsunuz?

Gelişmekte olan ülkelerden negatif ayrışılan bir dönemden geçiyoruz. Tüketim ekonomisi ve artan borçluluk ile kısa vadeli popülist planlarla günü kurtarıyoruz. Oysa 1950’lerde aynı ekonomik seviyelerde olduğumuz Güney Kore’nin uzun vadeli ve başarılı ekonomi politikaları ile geldiği seviye ortadadır. Dünya teknoloji çağında iken, yüksek teknoloji ihracatının Türkiye’nin ihracatı içindeki payı ne yazık ki yalnızca %3’ler seviyesindedir.

Ekonomi politikalarında uzun vadeli ve gerçekçi yaklaşımlar benimsenmez ise mevcut durumda bir iyileşme olmayacaktır.

Mevcut duruma bir kaç örnek vermek gerekirse,

- Borsa yılbaşından itibaren %41 oranında artarken, borsada işlem göre hisselerin %60’ı endeks getirisinin altında kaldı.

- 2002 Mart ayında uygulamaya başlanan işsizlik fonunda 2017 Temmuz ayına kadar biriken fon 110 milyar TL. Aynı dönemde 5.5 milyon kişiye  yapılan ödeme ise 16.8 milyar TL.

- Dış ticaret açığını finanse etmek için 2016’nın ilk 10 ayında 10 milyar USD sıcak para girişi olmuşken 2017 yılının ilk 10 ayında 24.4 milyar USD sıcak para girmiştir. Bu sıcak 21.2 milyar USD’ı tahvil ve bonolara yani borçlanma kağıtlarına yatırım yapıyor. Aslında işin Türkçesi IMF’den borç almıyor dendiğinde iç borçlanma kâğıtları ile yabancılara borçlanılıyor.

- Yurtdışından alınan kredilerin %50’si Türkiye’deki finans kuruluşları tarafından alınmaktadır. Bu da demek oluyor ki yabancı para biriminden borçlanan bankalar Türkiye’de bu fonu kredi olarak dağıtmaktadır. Bu sebeple TCMB’nin politika faizi piyasa faizlerinin arkasında kalmaktadır. Çünkü paranın maliyeti üzerinde kur etkisi oldukça yüksektir.

- Artan borçluluk finansman maliyetlerine yansırken, firmalar kazançlarını finansman maliyeti ile bankalara transfer etmektedir.

- Faaliyet kârı bulunan şirketlerin birçoğunun gelir tablosu finansman gideri sonrası zarara dönmektedir.

Jeopolitik riskler ve ekonomik durgunluğu göz önünde bulundurduğumuzda Türkiye sizce hangi adımları atmalıdır?

- Türkiye’nin yanı başında yıllardan beri yaşanan savaşlardan etkilenmediğini söylemek elbette anlamsızdır. Yalnızca Suriyeli göçmenlerin bile ülkemizde yarattığı ekonomik tahribat etkisi önemlidir.

- Ortadoğu’nun ekonomik faydalarından ziyade zorluklarını sırtlayan bölgenin en stratejik ülkesi Türkiye’nin menfaatleri için ekonomik çıkarlarına uygun dış politika izlemesi elzemdir. 

- Hem batı hem doğu sermayesini ülkemize çekebilmek açısından iç politikanın da siyasi risklerden uzak yürütülmesi gerekmektedir. Ancak doğrudan yabancı yatırımlara sıkı kontroller ile milli menfaatlerin korunduğu yasal düzenlemeler yapılarak izinler verilmelidir.

- Jeopolitik avantajlarımızın en fazla yansıması gereken turizm konusunda ise, Türkiye her yıl ortalama 30 milyon turist ağırlarken 2016 yılında 25 milyon, 2017’nin ilk 6 ayında ise 11 milyon turisti ağırlamıştır. Ortalama bir hesapla bir turistin 1.000 TL harcadığını varsaydığımızda turist sayısında yaşanan 5 milyonluk bir azalışın ülkemizin 5 milyar TL kaybettiği anlamına gelmektedir. Hem yaz turizmi hem kültür turizmi alt yapısına sahip ülkemizin bu gelirden mahrum kalmaması gerekmektedir.

Diğer Söyleşiler