Söyleşiler

Türkiye, Meselenin İnsani Yönüyle İlgilenmelidir Putin Hayranı Olduğu Sovyetler Birliği’nin Taktiğini Uyguluyor TÜRKMENLER, MUKAVEMET VE DİRENİŞ RUHUNU GÖSTERMELİDİR TÜRK MİLLETİ UYAN! DOĞU TÜRKİSTAN’DA SOYKIRIM VAR! İran Türklüğünün Esas Gayesi, Millî ve Siyâsî Kimliğimizin Yeniden İhyasıdır Olayların Sosyal, Siyasî ve Ekonomik Sebepleri Var ADI DEVLET OLSUN
DEMİR İPEK YOLU MU?  TÜRK KUŞAĞI MI?

DEMİR İPEK YOLU MU? TÜRK KUŞAĞI MI?

Prof. Dr. Mehmet Akif Okur’a Bakü-Tiflis-Kars Demir yolu hattının açılmasının ülkemize ve Türk Dünyası’na neler getireceğini sorduk.

Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu’nu halihazırda Azerbaycan Gürcistan ve Türkiye arasında olan enerji koridorlarıyla beraber değerlendirdiğimizde Türkiye’nin bölge stratejisini nasıl okumalıyız?

Kafkasya, Türkiye açısından önemli bir coğrafya. Bu bölgenin Türkiye ile tarihi ve kültürel bağları çok güçlü. Ekonomik bakımdan da henüz tam manasıyla değerlendirilememiş büyük bir potansiyele sahip. Türkiye’nin tarihi, aktüel ve geleceğe dönük güvenlik stratejileri açısından bakıldığında da ayrıca kritik özelliklere sahip bir bölge olduğunu görürüz. Türkiye’ye doğusundan yönelecek bir tehdit, öncelikle Kafkasya’da zemin bulmak durumunda. Dolayısıyla, Kafkasya’daki güç dengeleri Türkiye’nin güvenliğiyle yakından ilişkili.

Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye üçgenindeki önemli projeleri bu üç sac ayağını dikkate alarak tahlil etmek gerekiyor. Enerji boru hatları ve modern tren yolu bağlantısı, Kafkasya dengelerini etkileyecek ciddi projeler. Bu üç ülke ve komşu coğrafyaları arasındaki ilişkileri geliştirirken, Azerbaycan ve Gürcistan’a Rusya ve İran seçenekleri dışında bir güzergah üzerinden dünya ile daha yakından irtibat kurma imkanını veriyorlar. Türkiye’ye de Hazar üzerinden Türkistan coğrafyasına ve Asya derinliklerine bağlanma imkanını sunuyorlar. Bu alt yapılar, Kafkasya’da güvenlik, refah ve istikrara hizmet eden bir dengenin tesisini kolaylaştırabilirler. Türkiye’nin çıkarları, böyle bir dengenin tesisini ve korunmasını gerekli kılıyor. Türkiye’nin Azerbaycan ve Gürcistan’la ilişkilerine değişik düzeylerde baktığımızda, Kafkasya’yı bir barış havzası olarak ayakta tutabilecek mimarinin iskeletini görmek mümkün. Ancak, elbette daha kat edilmesi gereken çok yol var.

Bu projenin bitirilmesinin Türk-Rus yakınlaşmasıyla alakası var mıdır? Demiryolunu bu yakınlaşmanın herhangi bir noktasına konumlandırabilir miyiz?

Bakü-Tiflis-Kars hattı, Rusya’ya yeni kazanımlar sunan bir proje değil. Aksine, Rusya üzerinden geçmek durumunda olan emtia taşımacılığının bir kısmını Türkiye’ye kaydıracağı ve Kafkasya’da Rusya’nın dahil olmadığı bir bölgesel yakınlaşma sürecini besleyeceği için pek sıcak bakılmayan bir proje olarak da görülebilir. Ayrıca, bu demiryolu hattıyla perçinlenen güzergah, Rusya üzerinden geçip  Çin’i Avrupa’ya ulaştıran rotaya da bir alternatif teşkil ediyor. Ancak, Türk-Rus yakınlaşması, Moskova’nın bu nitelikte bir proje karşısında gösterebileceği refleksleri yatıştırıcı ya da erteleyici bir rol oynamış olabilir.

Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu ABD-Çin rekabetinde Türkiye’yi denklemin neresine oturtuyor? Demiryolu bu bağlamda ne ifade ediyor?

Bakü-Tiflis-Kars demiryolu, Çin’in “jeo-ekonomik” projesi “Bir Kuşak, Bir Yol” bakımından çok değerli. Çin’in karalar üzerinden Avrupa’ya ve Ortadoğu’ya ulaşma gayretleri, birden çok güzergah üzerinden ilerliyor. Bunlardan biri de Türk Kuşağı’ndan geçen orta koridor. Bakü-Tiflis-Kars demiryolu, bu güzergahtaki önemli bir boşluğu dolduruyor.

Meselenin önemine tam manasıyla vakıf olabilmek için şu hususların altını çizmek lazım. “Kuşak ve Yol”, yalnızca ekonomik saiklerle değil,  jeopolitiğin zorlamasıyla girişilen bir proje. Çin’i gelecekte bekleyen muhtemel tehditler açısından bakıldığında da bu projenin Pekin bakımından en güvenli olabilecek güzergahı Türk Kuşağı’ndan geçiyor. Türkiye ise Türk kuşağının yüzük taşı.

Bu denklemi net olarak görebilmek için uluslararası ilişkilerin teorik dünyası ile güncel güç dengeleri ve değişim süreçlerini üst üste yerleştirerek karşımızdaki gelişmeleri okumalıyız.

Büyük güçlerin yükseliş süreçlerini ve uluslararası sistemdeki güç geçişi dönemlerini inceleyen değişik varyantlarıyla realist okula ait akademik literatür, önümüze iki önemli parametre koyuyor. Bunlardan ilki, sistemdeki maddi güç dağılımında meydana gelen değişimin, diğer oyuncuları yükselen ülkeyi dengeleyecek girişimlere sevketme potansiyeli. Bu arayış, özellikle yükselen gücün yakın komşularında ve sistemdeki lider/hegemon ülkede görülüyor. Yükselen gücün komşuları, aralarında ya da bölge dışından büyük oyuncularla ittifak kurarak dengeyi tesise çalışabiliyorlar. Yahut, dengeliyici ittifaklar, liderliğine meydan okunacağı kaygısını taşıyan büyük güç tarafından örgütlenebiliyor. Yükselen gücün komşuları üzerindeki tesirini kademeli biçimde arttırarak “çevreleme” çabalarını boşa çıkarması da mümkün. Ancak, komşu ülkelerin büyüklükleri gibi bir dizi faktör, yakın çevrede nüfuz alanı oluşturma gayretlerinin başarısı hususunda tayin edici bir rol oynuyor. Eğer yükselen gücün etrafındaki devletler, nüfus, ekonomi, coğrafi genişlik vb. sebeplerle aynı bölgede iddia sahibiyseler, rekabet dinamiklerinin ve dengeleme reflekslerinin devreye girmesi ihtimali artıyor.

Çin’in serencamına baktığımızda bu dinamiklerin işlemeye başladığını görüyoruz. ABD’nin en azından 2007’den itibaren askeri doktrininde açıktan yaptığı yeniliklerle Çin’le muhtemel karşılaşma için hazırlığa başladığını biliyoruz. Washington'daki stratejistler, uzun bir müddet şu soruya cevap bulmak için kafa yordular. Çin’le yaşanacak muhtemel bir çatışma, nükleer savaşa dönüştürülmeden nasıl başarıyla sonuçlandırılabilir? Tartışılan belli başlı stratejiler, ithal ettiği enerjinin ve ihraç ettiği ürünlerin önemli kısmını denizden taşıyan Çin’in ablukaya alınmasını öngörüyor. Bu senaryolarda, Çin ana karasına doğrudan saldırılmayacağı için Pekin’in nükleer bir mukabelede bulunmayacağı, deniz ablukasını kıramayınca ise yenilgiyi kabulleneceği varsayılıyor. Obama döneminde hızlandırılan Çin’in etrafındaki müttefiklerle ilişkilerin güçlendirilmesi ve bölgedeki Amerikan/müttefik askeri alt yapılarının tahkimi stratejisi, böyle bir çatışma ihtimaline hazırlık esasına dayanıyordu. Gelinen noktada, ABD ile müttefikleri ve Çin denizlerdeki hazırlıklarını karşılıklı olarak sürdürüyor, zaman zaman da tali krizlerle birbirlerini tartıyorlar.

Çin’in içinde serpildiği sistemin mimarı olan ABD ile ilişkilerinin yanı sıra komşularının nitelikleri ve aralarındaki münasebetler de yukarıda özetlediğimiz “yükselen ülke jeopolitiği”nin dinamikleri açısından öneme sahip. Çin, dünya sisteminin önceki iki hegemonundan farklı olarak karadan ve denizden güçlü ve gelecek için iddia sahibi ülkelere komşu: Rusya, Japonya, Hindistan, Güney Kore. Bu ülkelerle arasındaki ilişkilerin mevcut durumu ne olursa olsun, gelecekte güç dengesi mantığının daha fazla işleyeceğine dair işaretler mevcut. Üstelik bu devletler, Çin’i çevrelemeye dönük arayışlarını keskinleştirecek bir Washington’un ilişkilerini güçlendirerek Pekin’e karşı cesaretlendirmeye çalışacağı ülkeler listesinde yer alıyorlar.

Bu manzara, ABD ile yaşanabilecek bir gerilim ve çatışma döneminin zorluklarını perçinleme potansiyeline sahip. Zenginleşmesini dünya ile ticaretine borçlu olan Çin’in deniz ticaret yollarına erişiminin kesilmesi  yahut kısıtlanması ihtimali, ciddi bir güvenlik riski teşkil ediyor. Böyle bir kriz döneminin maliyetini hafifletilebilecek en önemli şey  Çin’in alternatif güzergahlar üzerinden Avrupa, Ortadoğu ve Afrika ile irtibatını sürdürebilmesidir. Çin’in yüzünü denizlerden karalara çevirmesini gerektirecek bu doğrultudaki adımlar da karşımıza “Bir Kuşak, Bir Yol” projesini ve Türk kuşağını çıkarıyor.

Dünya ticaret yollarına alternatif bir güzergah oluşturabilir mi?

Bütünüyle alternatif diyemesek de, dünya ticaretinin kayda değer bir bölümünün akış güzergahını değiştirme potansiyelinden bahsedebiliriz. Ufkundaki tanıdık tehlikeyi sezen günümüz Çin’i, hem ekonomik hem de yukarıda çerçevesini çizdiğimiz stratejik gerekçelerle Asya-Avrupa-Ortadoğu-Afrika arasındaki taşımacılığın karadan yürütülmesine imkan verecek yoğun bir ulaşım alt yapısı kurmak için kaynaklarını seferber etmiş vaziyette. Çin, diğer yandan da tükettiği enerjinin mümkün olduğu kadar büyük bölümünü sınırlarına karadan ulaşan boru hatlarıyla tedarike çalışıyor. ABD, denizler üzerinden Asya'ya yönelirken, Çin’in “Bir Kuşak, Bir Yol”la Avrupa ve Ortadoğu’ya karadan ulaşma gayretleri sürüyor. Trump ABD’si ile Almanya arasındaki mesafe açılırken Berlin-Pekin ilişkilerinde gözlemlenen yakınlaşma, karalar üzerinden güçlendirilecek Avrupa-Çin bağlantısının ekonomik ve jeopolitik değerini daha da perçinliyor. Trump’ın seçilmesiyle ivme kazanan “Bir Kuşak, Bir Yol” projesinin Avrupa tarafından sahiplenilmesi yönündeki Alman girişimleri ile Çin devlet başkanının Davos’ta yaptığı “küreselleşmeyi koruma” çağrısını, bu açıdan da not etmek gerekiyor. Nitekim, Trump’ın Avrupa turunun ardından Paris Sözleşmesi’nden çekilişi, Atlantik ötesi ilişkilerdeki yarığın güçleneceğine dair tahminleri destekliyor. Merkel’in, “ABD ve Avrupa arasındaki güvenilir ilişki bir ölçüde sona erdi” açıklaması, beklentilerin ve gidişatın yönünü gösteriyor. Dünya ekonomisinin iki önemli kutbu, ABD ile aralarındaki ilişkiler gerilirken birbirlerine yakınlaşmak ihtiyacını hissediyorlar. Bir dizi başka değişkenle birlikte, Trump’ın kalıcı olup olamayacağıyla yahut Amerikan sistemi içindeki dengelerin ne tarafa evrileceğiyle ilgili belirsizlikler bu manzaranın netleşme sürecini etkileyecekler.

“Bir Kuşak Bir Yol” projesinin şimdiye kadar belirginleşen ana güzergahlarını şu şekilde sıralamak mümkün. Bunlardan ilki, Doğu Türkistan-Kazakistan-Rusya-Beyaz Rusya üzerinden Avrupa'ya ulaşıyor. Bir diğeri, Doğu Türkistan-Kazakistan-Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye-Balkanlar üzerinden Avrupa’ya gidiyor. Bir başkası, Doğu Türkistan’dan başlayıp Batı Türkistan’daki Türk Cumhuriyetleri’nden geçen muhtelif rotalardan yahut Pakistan üzerinden İran’a ve Ortadoğu’ya bağlanan hat. Çin ayrıca, Kaşgar’dan Pakistan’ın Gwadar limanına uzanan bir güzergaha ciddi yatırımlar yapacak. Pekin, Pakistan’dan kiraladığı Gwadar limanını hem donanması için bir askeri merkez hem de Basra Körfezi, Süveyş ve Doğu Afrika rotalarından yürüttüğü ticaret için alternatif nakil yolu haline getirmek istiyor. Gwadar’ı, ABD ve müttefikleriyle yaşayabileceği krizlerde Malakka Boğazı’nın kendisine kapatılması senaryolarına karşı denize açılan, askeri açıdan savunabileceği bir bağlantı noktası olarak tahkime çalışıyor. Ancak, bu mevkinin de denizlerde yaşanacak büyük mücadelenin tesirlerinden uzak kalamayacağını hatırda tutmak gerekiyor.

Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu hattının Türkiye ile Türk Dünyasının ilişkilerine katkısı ne olur?

Bu soruyu cevaplamaya Türk Kuşağı’nın Çin ve insanlığın ufkunda beliren yeni büyük mücadele dönemi bakımından önemine işaret ederek başlamak istiyorum. Çin’i Avrupa ve Ortadoğu’ya karadan bağlayan üç ana güzergahtan ikisi Pekin açısından “yakın” jeopolitik risklerle dolu. Kuzey yolu, Rusya’nın Çin ve ABD arasında yerleşeceği konuma göre anlam kazanacak. İkisi de Çin’in aleyhine sonuçlar doğurabilecek iki ana ihtimal söz konusu. Rusya, Çin’i çevrelemeyi kafaya koymuş, bir Washington’la anlaşırsa bu politikanın parçası olabilir. Ancak, Washington’daki siyasi kavgaların gidişatının da gösterdiği üzere böyle bir anlaşma gerçekleşmezse, ABD ve müttefikleri bu sefer Rusya’nın genişlemesini Doğu Avrupa’da durdurmak için daha kararlı hale geleceklerdir. Baltık Denizi’nde Rusya ile ortak deniz tatbikatı yapan Çin, bu senaryoya karşı Rusya’yı destekleyeceğini gösteriyor. Ancak, bu tarzda bir Doğu-Batı kutuplaşmasının Avrupa dengeleri üzerindeki etkileri, Çin’in Berlin’den beklentilerini sarsacak sonuçlar doğurabilir. Dolayısıyla, her iki muhtemel senaryo da Çin’in Avrupa ile kara bağlantısını riske sokma potansiyeline sahip. Pekin açısından benzer bir tehlike  güney koridoru bakımından da mevcut. ABD Başkanı Trump’ın son Ortadoğu turunda Suudi Arabistan ve İsrail’de yaptığı açıklamalar, Körfez’deki İran karşıtı koalisyona yapılan silah satışlarındaki artış, çatışmacı bir dönemin habercisi. İran’ın izolasyonu ve hatta Ortadoğu’daki çatışma coğrafyasının doğrudan parçasına dönüşmesi senaryolarının önümüzdeki dönemde de hep gündemde olacağı anlaşılıyor. Bu durum, “Bir Kuşak, Bir Yol”un güney rotasını da tehlike menziline sokuyor.

Mevcut ve muhtemel riskler yakından incelendiğinde Çin’i Avrupa ve Ortadoğu’ya karadan taşıyacak en güvenli güzergahın, yoğun olarak Türk ve Müslüman nüfusla meskun “Orta Koridor” olduğu görülüyor.  Bu kuşaktaki ülkeler arasında, yükselişinden rahatsızlık duyarak Çin’le görülebilir gelecekte rekabete girecek,  nükleer kapasiteye sahip bir büyük güç bulunmuyor. Dolayısıyla, Çin’i Japonya, Hindistan ve Rusya ile gerilime sürükleyen/sürükleyebilecek dinamikler, Tük kuşağı ülkeleri açısından mevcut değil. Bu kuşaktaki ülkeler büyük güç statüsünde olmasalar da, büyük güçlerin baskılarına karşı bağımsızlıklarını koruyabilecek devlet yapılarına, kaynak ve imkanlara sahipler. Rusya ve ABD gibi güçlerle yakın ilişkileri, bu devletlerin Suriye/Irak örneğindeki gibi “operasyon alanlarına” dönüşmelerini engellerken hareket özgürlüklerini de bütünüyle ortadan kaldırmıyor. Bağımsızlıklarını daha da pekiştirmek için ise denge kurmalarını kolaylaştıracak Çin gibi yeni güçlerle ilişkiler geliştirmeye açıklar. Çin’in projesinin vadettiği kaynaklar devlet yapılarının kuvvetlenmesine katkıda bulunursa, şimdiden bütünüyle öngörülemeyen kriz dönemlerinde de dış müdahalelere karşı Batı’ya açılan yolların güvenliğini sağlayabilirler.

Türk Kuşağı’ndan geçen orta koridorun kimlik ve kültür özellikleri, uzun vadeli ve istikrarlı işbirliği zeminlerinin tesisi bakımından dikkate alınması gereken parametreler arasında yer alıyor. Örneğin, Uygur Türklerinin geleceği meselesi de bu çerçevede önem kazanıyor. Küre ölçeğinde milli ve dini aidiyetlerle ilgili duyarlılıkların yükseldiği bir dönemdeyiz. Türkiye başta olmak üzere, Türk kuşağı ülkelerinde de uzaktaki dindaş ve akraba toplulukların sorunlarıyla ilgilenen güçlü bir kamuoyu var. Kısa vadede hükümetler Çin’le işbirliğini koruma güdüsüyle bu duyarlılıkları kontrol edebilseler de, en otoriter yönetimlerde bile kendine mahsus mekanizmalarla işleyen iktidar-muhalefet ilişkilerinin dinamikleri, Uygurlara yönelik insan hakları ihlalleri vb. meseleleri gündeme taşıyacaktır. Ayrıca, Çin’in yolunu Orta Koridor’da kesmek isteyecek güçlerin de Uygur meselesiyle ilgili Türk kuşağındaki hassasiyetlere nüfuz etmeyi denemeleri muhtemeldir. Tüm bu faktörler, Pekin’in ilişkilerin zehirlenmesini önleyecek uzun vadeli bir Uygur politikasına ihtiyaç duyduğunu gösteriyor.

Bu doğrultuda bir değişim için ise Çin’in Uygur meselesine yaklaşımını belirleyen dar güvenlik paradigmasının ürettiği gittikçe ağırlaşacak maliyetlerin farkedilmesi gerekiyor. Devlet eliyle asimilasyonu öngörürken temel kimlik değerleriyle ilgili özgürlükleri tahdit eden politikalar, gelecek dönemde Çin açısından ciddi sorunlar üretecektir. Örneğin bunlardan biri, “Bir Kuşak, Bir Yol” projesinin mantığıyla ilgilidir. Çin, bu inisiyatifi “yeni bir küreselleşme” anlayışı şeklinde takdime çalışıyor. Eğer öyleyse, bu küreselleşme sürecine hayat verecek güç, güvenlik anlayışını da ilişkiye geçeceği dünyalardaki kamuoyunu dikkate alarak yeni baştan tasarlamak durumundadır. Yalnızca sınırlarını ve içerdeki asayişi korumayı hedefleyen, bunun için de zora dayalı yöntemleri yaygın biçimde kullanan bir Çin, küresel imajını da riske atacaktır. Türk ve İslam dünyasından Çin’e doğru bakanlar Doğu Türkistan’da yeni bir “Filistin” görürlerse, “Çin tarzı küreselleşme” ile Ortadoğu’ya ve dünyaya takdime çalışılacak mesajlar hızla itibarsızlaşırlar.

Öte yandan, işaret ettiğimiz büyük dönüşümün Türk kuşağı ülkeleri arasındaki ilişkileri çok yönlü olarak pekiştirici bir rol oynamasını da bekleyebiliriz. “Bir Kuşak Yol, Bir Yol” kapsamında inşa edilmekte olan ulaşım alt yapısı, Türk Kuşağı’ndaki ekonomik, sosyal ve kültürel etkileşimi olumlu yönde etkileyecektir. Ayrıca önemi gittikçe artacak bu  güzergahın, büyük güçler arasındaki yeni mücadele döneminin önemli sahnelerinden biri olma riski mevcuttur. Bir taraftan Çin’in, Türk Kuşağı üzerindeki ekonomik ve siyasi nüfuzunu arttırmaya çalışacağını, bundan rahatsızlık duyan güçlerin de önleyici adımlar atmak isteyeceklerini varsayabiliriz. Türk Kuşağı güzergahını işlemez hale getirecek çatışma senaryoları da malesef üzerinde ciddiyetle durulması gereken ihtimaller arasında yer alıyor. Değişik düzeylerde istikrar bozucu planları içerebilecek bu ihtimaller, bugün Ortadoğu’da gördüğümüz kimi acıklı manzaraların Türk Kuşağı’na taşınması riskini de barındırıyor. Türk Kuşağı’nda diplomasi ve güvenlikle ilgili işbirliğinin arttırılması, bölgenin yeni bir çatışma coğrafyasına dönüşmesinin engellenmesi ve muhtemel tehditlerin bertarafının kolaylaşması bakımlarından hayati önemi haiz. Fırtınalı günleri, büyük güçler oyununda kaybolmadan atlatabilmek ve doğacak fırsatları değerlendirebilmek için Türk dünyasında karşılıklı güvene ve işleyen somut mekanizmalara dayanan işbirliği süreçlerinin hızla inşasına/kuvvetlendirilmesine ihtiyaç var. Tarihte defalarca şahit olduğumuz üzere, Hazar’ı dalgalandıracak rüzgarlar yeniden sert esmeye başlıyorlar. Hazırlanmak için ihtiyacımız olan zaman da azalıyor. İstikbalin ufuklarını iyi tarayıp saflarımızı ve adımlarımızı sıkılaştırmamız gerekecek bir döneme girdik.

Diğer Söyleşiler