Söyleşiler

Türkiye, Meselenin İnsani Yönüyle İlgilenmelidir Putin Hayranı Olduğu Sovyetler Birliği’nin Taktiğini Uyguluyor TÜRKMENLER, MUKAVEMET VE DİRENİŞ RUHUNU GÖSTERMELİDİR TÜRK MİLLETİ UYAN! DOĞU TÜRKİSTAN’DA SOYKIRIM VAR! İran Türklüğünün Esas Gayesi, Millî ve Siyâsî Kimliğimizin Yeniden İhyasıdır Olayların Sosyal, Siyasî ve Ekonomik Sebepleri Var ADI DEVLET OLSUN
Fahreddin Paşa olmasaydı Medine Müdafaası gibi şerefli bir hatıradan yoksun olacaktık.

Fahreddin Paşa olmasaydı Medine Müdafaası gibi şerefli bir hatıradan yoksun olacaktık.

Araştırmacı Yazar Hakan Boz ile BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed’in sosyal medyada Fahreddin Paşa’yı ‘hırsız’ olarak gösteren skandal paylaşımını ve yeniden hatırlanan destansı Medine Müdafaası’nı konuştuk. 

“İdris Bey o şiirin son kıtasında şöyle söylüyor:

Yapamaz Ertuğrul Evladı sensiz

Can verir canânı veremez Türkler

Ebedi hadimü’l-Harameyniniz

Ölsek de ravzanı ruhumuz bekler

Bu şiir hakikaten tam olarak Medine Müdafaası’nın en iyi izahıdır.”

Geçtiğimiz günlerde Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed, Medine Müdafaası kahramanı olarak bilinen Osmanlı Paşası Fahreddin Türkkan’ı ‘hırsız’ olarak niteleyen bir tweet paylaşmıştı ve ülkemizdeki pek çok siyasinden paylaşımı kınayan açıklamalar gelmişti. Konunun teferruatına girmeden önce ‘Medîne Müdâfii’, ‘Türk Kaplanı’, ‘Çöl Kaplanı’, ‘Medine Kahramanı’ lakaplarıyla anılan Ömer Fahreddin Türkkan Paşa kimdir?

Fahreddin Paşa son dönem Osmanlı subaylarının halini en iyi yansıtan kahramanlardan biri olarak karşımıza çıkar. Fahreddin Paşa’nın yakın siyasî tarihimiz açısından en önemli tarafı Medine Müdafaasında gösterdiği büyük kahramanlıktır. Fahreddin Paşa, o dönemin Osmanlı subayları arasında hakikaten farklı bir yerde konumlandırabileceğimiz önemli simalardan biridir. Tabiatıyla onun şahsı ile ilgili meseleleri ziyadesiyle anlayabilmemiz için bazı hususlara açıklık getirmemiz gerekir.

Fahreddin Paşa, 1915’te IV. Ordu’ya bağlı 12’nci Kolordu komutanı olarak görev yapmaktadır. 12’nci Kolordu ise Musul’da bulunmaktadır. Bundan kısa bir süre sonra Ermeni tehciri nedeniyle özellikle asayişi sağlamak için görevlendirilir. Bu bölgede iken hem tehcire tabi tutulan Ermenileri yerleştirmesiyle uğraşır hem de Urfa, Zeytun, Musadağı ve Haçin Ermeni isyanlarını bastırır.

1916 yılının Mayıs ayında ise IV. Ordu Komutanı Cemal Paşa tarafından Hicaz Kuvay-i Seferiye Komutanı olarak görevlendirilir. Bu vazifeyi aldıktan yaklaşık bir ay sonra Hicaz Emiri Şerif Hüseyin bir isyana başlar. Osmanlı Devleti’ne karşı kalkıştığı bu isyanda İngilizlerin desteğini alır. Buradaki önemli meselelerden biri de şudur; Osmanlı Devleti aslında bakılırsa uzun süredir bu tip azınlık milliyetçilikleri ile uğraşmakta ve bunlara karşı ciddi tedbirler almaya çalışmaktadır. Fakat gelinen nokta itibariyle Osmanlı Devleti’nin hem Cihan Harbi içerisinde bulunuyor olması hem de bir taraftan azınlık milliyetçilikleri ile mücadele ediyor olması elini epeyce zorlaştırmıştır. Tam da Osmanlı Devleti’nin bu kadar ciddi bir zorluk içerisinde bulunduğu dönemde Şerif Hüseyin bunu bir fırsat olarak bilir ve kutsal toprakların bir kısmını ele geçirmeye başlar. İngiliz destekli Şerif Hüseyin’in isyanı başlattığında karşısında Çöl Kaplanı Fahreddin Paşa’yı bulur. Burada destansı bir mücadele ortaya koyar.

Fahreddin Paşa’nın müdafaası Haziran 1916’dan Ocak 1919’a kadar devam eder ve yaklaşık 2 yıl 7 ay sürer. Hatta bu arada 1919’a gelmeden 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalanır. Mütarekenin şartlarından biri de bölgenin boşaltılması ve aslında İtilaf Devletleri’ne teslim edilmesidir. Fakat teslimiyet Türk’e göre değildir. Teslimiyet Fahreddin Paşa’ya göre değildir. Teslimiyet bu dönemin Osmanlı subaylarının kabul edebileceği bir durum değildir. Dolayısıyla Fahreddin Paşa da bu mütarekeyi yok hükmünde görür. Kısa bir süre sonra kendisine Medine’yi teslim etmesi ile alakalı iki telgraf gelir ve Paşa bu telgrafları görmezden gelir. Arkasından Ziya Bey isimli bir kurye gönderilir ve Fahreddin Paşa’ya şehrin boşaltılması ile ilgili emir tebliğ edilir. Burada çok mühim bir şey gerçekleşir; Fahreddin Paşa buranın kutsal topraklar olması nedeniyle hükümetin ve Harbiye Nezaretinin vereceği emirle boşaltılmasının mümkün olmayacağını ifade eder. Aslında zaman kazanmaya çalışmaktadır. Şehrin müdafaa edilebileceği ile alakalı hala umudu vardır.

Fahreddin Paşa, Medine’yi teslim etmemek için ayak sürümektedir. Hükümetin emrini de yok sayarak, şehri boşaltmak için halifenin emri olması gerektiğini gerekçe gösterir. Daha sonra bu kararın tebliği için Adliye Nazırı görevlendirilir. Bu kez artık Adliye Nazırı Haydar Molla Halife’nin talimatı ile Medine’ye gelir. Fahreddin Paşa’ya Medine’yi boşaltması emri böylece tekrar iletilir. Fahreddin Paşa teslimiyeti yine kabul etmeyecektir. Bu kararın İngiliz zoruyla ve baskısıyla alındığını ifade ederek şehri teslim etmeyi yine reddedecektir. Ama ne yazık ki ikmal ve iaşe imkânlarının yetersiz bir duruma gelişiyle birlikte Ocak ayında maalesef şehir teslim edilecektir.

Takdir edilir ki; Hazreti Peygamber’in bulunduğu şehri düşmana teslim etmek zor iştir. Bir taraftan manevi bağlar var. 400 yıldır devam etmekte olan Türk hâkimiyeti ve Türk’ün Hazreti Peygamber’e olan sevgisi, sadakati böyle bir şeye kolay kolay müsaade etmeyecektir. Bakın Fahreddin Paşa’nın mahiyetindeki isimlerden İdris Bey’in tam da o dönemin ruh iklimini izah eden harikulade bir şiiri vardır ve İdris Bey o şiirin son kıtasında bu durumu şöyle özetler:

Yapamaz Ertuğrul Evladı sensiz

Can verir canânı veremez Türkler

Ebedi hadimü’l-Harameyniniz

Ölsek de ravzanı ruhumuz bekler

Bu şiir hakikaten tam olarak Medine Müdafaası’nın en iyi izahıdır. Bu dörtlük dönemin anlayışını, yaklaşımını, Türk’ün teslimiyete karşı gösterdiği mukavemeti ortaya koyar.

Fahreddin Paşa Hicaz’a atandığı sıradaki ordunun ve bölgedeki ahalinin mevcut durumu hakkında genel bir tablo çizmek gerekirse neler söyleyebilirsiniz?

Şimdi tabii bütün bunlardan önce şunu bilmemiz lazım; Osmanlı Devleti, Cihan Harbi’ne 1914 yılında girmiştir. Bu harbin ilk cephesi Kafkas Cephesi yani Sarıkamış Harekâtı olacaktır. Bundan çok kısa bir süre sonra, 1915’te İngiliz donanmaları Çanakkale önüne gelecektir ve burada destansı bir mücadele yazılacaktır. Keza 1916 yılında Kut’ül Amâre Zaferi kazanılacaktır ve bu mağlubiyet ile İngiltere, harp tarihinin en utanç verici yenilgisini tadacaktır. Yine aynı yıl içerisinde 1916 Haziran’ında Şerif Hüseyin, İngiliz desteğini alarak Osmanlı Devleti’ne karşı isyan edecektir. Cephelerde genel durum budur.

Hicaz’da ve kutsal topraklarda da durum çok farklı değildir. Zaten Şerif Hüseyin epey zamandır Osmanlı’ya isyan etmek için fırsat kollamaktadır. Bunun için uzun zamandır hazırlık yapmaktadır. İngilizler ile temas halindedir ve en önemli bölgedeki müttefiki meşhur İngiliz ajanı Lawrence’tır. Şerif Hüseyin Osmanlı’ya karşı isyanında ona bütün Arap aşiretleri katılmayacaktır. Bu bakımdan Fahreddin Paşa Medine’yi müdafaa ederken bölgenin vatansever ve duyarlı insanlarından da destek alacaktır. Fakat yine de bu şehri savunmak oldukça zordur. Çünkü şehrin müdafaa edilebilmesi için çeşitli ikmal ve iaşe imkânlarına sahip olmak gerekmektedir. Fakat şehir kuşatılmıştır ve Medine ile dış dünya arasındaki bağlantıyı sağlayacak olan ikmal hattı olan Hicaz Demiryolu, harp esnasında İngilizler ve bazı Arap çeteleri tarafından tahrip edilmiştir. Dolayısıyla Medine şehrinin nefes borusu olarak ifade edebileceğimiz Hicaz Demiryolu hattının tahrip edilmiş olması oraya gönderilecek olan iaşe ve lojistik imkânlarının ortadan kalkmasına neden olmuştur. Ve bu durum Fahreddin Paşa’nın Medine Müdafaası’nı daha da zorlaştıracaktır. Burada ilginç hadiselerin yaşandığını görüyoruz. Onlardan bir tanesi de Çekirge Talimatnamesi’dir.

Bunu biraz daha açar mısınız? Fahreddin Paşa’nın önderliğinde Medine Müdafaası sırasında gerçekleşen Çekirge Talimatnamesi olayı nedir?

O konuda şunu ifade etmeliyiz; az önce büyük fedakârlıkların yapıldığını söylemiştik. Çünkü ikmal ve iaşe imkânları Hicaz Demiryolu’nun tahrip edilmesi ile büyük bir zorluğa girmiştir. Artık şehri savunan Türk askerlerinin yiyecek bir şeyi kalmamıştır. Tam da bugünlerde şehri çekirgeler istila eder. Tabii bölge ahalisi büyük bir korkuya kapılmış iken Fahreddin Paşa bu krizi bir fırsata çevirir ve hemen mahiyetindeki kurmaylarıyla bir araya gelerek çekirge yemenin caiz olduğunu, hatta peygamber sünneti olduğunu ifade eder. Bu çekirgelerin besleyici olduğunu, bölgede görev yapan tabiplerin çekirge yemenin sağlığa faydalı olduklarına dair görüşlerini paylaşır. Yiyecek bulamayan Osmanlı askerleri, buna Fahreddin Paşa da dâhildir, iaşe sorununu çekirge yiyerek aşacaklardır. Dolayısıyla bu durum başta garip bir hadise gibi gelse de kutsal toprakları müdafaa etmek adına ciddi zorluklarla karşılaşan Türk askerlerinin büyük bir fedakârlıkla bunu da böyle seve seve yaptığını ifade etmek mümkündür. Çekirge Talimatnamesi tam da bununla ilgilidir.

Sayın Boz, yine bu dönemde Fahreddin Paşa’yla beraber Irak’ta da Halil Kut Paşa’yı görüyoruz. O abide şahsiyetleri daha iyi anlamak için ve genel bir tablo çizmek için dönemki yönetici ve komutanların içinde bulunduğu ruh hali, dünya görüşleri, inançları nelerdi?

Şimdi bu ruh halini aslında tam olarak İttihatçılık şiarıyla izah edebiliriz. Peki, nedir bu İttihatçılık şiarı? Bu tam da İttihat Terakki ile ilgili bu günlerde popüler olarak kullanılmakta olan; Allah-vatan-namus ve İttihat mottosu ile izah edilebilir. Fakat mesele bu kadar basit değildir. İttihat ve Terakki nedir? İttihatçılık şiarı nedir? İttihatçılık şiarı, korkusuz olmaktır. Yenilgiyi kabul etmemektir. Çökmekte ve çözülmekte olan bir imparatorluğun ayakta kalması için mücadele etmektir. Bu prensip, Düvel-i Muazzama olarak tabir edebileceğimiz büyük devletler karşısında; Türk’ün imanını, mukavemetini, direnişini yansıtan bir ruh halidir. Merhum Atsız’ın Kürşat için kullandığı bir ifade vardır. Ben onu çok beğenirim. Kürşat İhtilali’ni anlatırken, “Kürşat vurulmuş ama ölmemiş, düşmüş ama yenilmemiştir.” der. İttihatçılar yirminci asrın Kürşatlarıdır. İttihatçılar, Birinci Cihan Harbi’nde düşmüş ama yenilmemiş, vurulmuş ama ölmemiştir.

Bu adamların ardı vatandır. Bu adamların ardı bizim kaybettiğimiz ufuklardır. Her ne kadar bugün ideolojik önyargılara kurban edilmiş ve kurban edilmekte olsa da 1914’te Sarıkamış’ta destansı bir mücadele veren Osmanlı askerinin ruh halini başka bir şeyle izah etmek mümkün değildir. Çünkü bundan henüz bir yıl önce Balkan Muharebeleri’nde büyük bir bozguna uğrayan Osmanlı Ordusu bir yıl gibi kısa bir süre içerisinde adeta bir savaş makinasına dönüşmüştür ve 2200 rakımlı tepelerde hem Rus ordusuyla hem de çetin kış şartları ile mücadele etmek durumunda kalmıştır. Bu ruh halini başka bir şeyle izah etmek mümkün değildir.

Keza 1915’te Çanakkale Muharebesi’nde de bu imanı, bu duruşu ortaya koymuştur.  Büyük bir fedakârlık ile büyük bir iman ile Çanakkale Savaşı, Türk siyasi ve askeri tarihinin kahramanlıklarla dolu altın sayfalarına yazılmıştır. Yine 1916 yılında Halil Paşa’nın Kut-ül Amare Zafer’i bunun bir başka somut göstergesidir. Buna paralel olarak bugün konuşmakta olduğumuz Medine Müdafaası ve özellikle Fahreddin Paşa’nın göstermiş olduğu bu mukavemet, bu direniş başka bir ruh hali ile ve izah edilemez. Bugün maalesef çeşitli ideolojik önyargılarla bu kadrolar; devleti yıkan, bölen adamlar olarak suçlanır. Fakat bu kadroların aslında geçtiğimiz yüz yılda Sarıkamış’ta, Çanakkale’de, Kut’ta, Medine’de büyük bir direniş geliştirdiği görmezden gelinir.

Bakın örneğin eğer Enver olmasaydı bugün muhtemelen Edirne’ye pasaportla girerdik. Mustafa Kemal olmasaydı muhtemelen İzmir’i kartpostallardan görürdük. Karabekir Paşa olmasaydı muhtemelen Erzurum’u ancak türkülerde yâd ederdik. Fahreddin Paşa olmasaydı Medine Müdafaası gibi Türk milletinin şerefle anlatabileceği ve o ufuk genişlemesini işaret edecek olan şerefli hatıralarından yoksun olurduk. Dolayısıyla Mustafa Kemal’in, Enver’in ardı vatandır. Karabekir’in, Halil Kut’un, Nuri Paşa’nın, Fahreddin Paşa’nın ardında ise kaybettiğimiz ufuklar vardır.

Peki, Kudüs meselesinin de önemini koruduğu böyle bir zamanda Müslüman bir devlet olan Birleşik Arap Emirlikleri’nin Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed’in paylaştığı tweeti nasıl değerlendirirsiniz?

Bunlar oldukça yakışıksız, cahil cesareti ile söylenmiş sözler. Bunu kesinlikle tasvip etmek mümkün değil. Burada maalesef tarihi boyunca sicilinde hiç bir şekilde hırsızlık lekesi taşımayan Türk milletinin hırsızlıkla itham edildiğini görüyoruz. Bu çok ağır bir itham. Bunu kabul etmemiz kesinlikle mümkün değil. Üstelik Ortadoğu kan gölüne dönerken batılı ülkelerin müttefiki haline gelerek, batılı ülkelerin bu suçuna ortak olan bir ülkenin Dışişleri Bakanı’nın bunu söylemesi büyük bir çelişkidir. Ortak inançlara sahip olduğumuz bir toplumun Dışişleri Bakanı’nın böyle çirkin ve kaba cümleler sarf etmesi kabul edilebilir bir durum değildir. Muhtemelen Fahreddin Paşa, kutsal emanetleri İstanbul’a göndermemiş olsaydı kutsal emanetler ya İngiliz Kraliçesi’nin koleksiyon kutusuna gidecekti yahut Londra’da British Museum’da sergilenecekti.

Diğer Söyleşiler