Söyleşiler

Türkiye, Meselenin İnsani Yönüyle İlgilenmelidir Putin Hayranı Olduğu Sovyetler Birliği’nin Taktiğini Uyguluyor TÜRKMENLER, MUKAVEMET VE DİRENİŞ RUHUNU GÖSTERMELİDİR TÜRK MİLLETİ UYAN! DOĞU TÜRKİSTAN’DA SOYKIRIM VAR! İran Türklüğünün Esas Gayesi, Millî ve Siyâsî Kimliğimizin Yeniden İhyasıdır Olayların Sosyal, Siyasî ve Ekonomik Sebepleri Var ADI DEVLET OLSUN
Kuvvet ve kudretten mahrum olana iltifat olunmaz

Kuvvet ve kudretten mahrum olana iltifat olunmaz

Emekli Kurmay Albay Dr. İrfan Paksoy ile 96. Yıldönümünde Büyük Taarruz Zaferimizi ve Millî Mücâdeleyi konuştuk.

Sakarya Meydan Muharebesi ile Büyük Taarruz arasında bir yıl kadar süre geçmiştir. Bu süre içerisinde Türk milleti Büyük Taarruz için hangi hazırlıkları yapmıştır?

Bu sualin cevabına geçmeden önce gelişmelerin daha sağlıklı anlaşılması için Sakarya Muharebesi öncesinde önem arz eden olaylara kısaca değinmek uygun olacaktır.

Bilindiği gibi İtilaf Devletleri, 18-26 Nisan 1920 tarihinde San Remo (İtalya)’da Osmanlı Devleti’nin durumunu görüşmek üzere bir konferans düzenlemişler, bu konferansta hazırladıkları antlaşma şartlarını bildirmek üzere bir Osmanlı heyetini Paris’e çağırmışlardı. Bu davete istinâden Tevfik Paşa başkanlığında Paris’e giden Osmanlı heyeti, 11 Mayıs’ta kendilerine sunulan barış anlaşmasının şartlarını bağımsız bir devlet anlayışıyla bağdaştırmanın mümkün olmadığı gerekçesiyle kabul etmemiş, bunun üzerine Osmanlı Devleti’ne antlaşmayı kabul ettirmek isteyen İtilaf Devletleri tarafından Anadolu’daki Yunan ordusunu devreye sokmuş ve 22 Haziran’da taarruza geçen Yunan birlikleri Balıkesir, Nazilli, Karamürsel ve Mudanya ile Trakya’da da Tekirdağ’a kadar olan yerleri işgal etmiştir.

Bu gelişmeler karşısında Osmanlı Hükûmeti tarafından antlaşmanın kabul edilmesi kararlaştırılır. Anayasaya göre yapılacak bir barış antlaşmasının Meclis’te görüşülüp kabul edilmesi gerekiyor olmakla birlikte, Mebusan Meclisi kapalı olduğundan 22 Temmuz’da Padişah Vahidettin ve Sadrazam Damat Ferit Paşa ile eski komutan ve nâzırlardan oluşan Saltanat Şûrası tarafından yapılan görüşmeler sonunda (Rıza Paşa dışındaki üyelerin tamamınca) antlaşmanın kabul edilmesine, Bağdatlı Hadi Paşa, Rıza Tevfik Bey ve Reşat Halis Bey’den oluşan bir heyetin de Fransa’ya gönderilmesine karar verilir. Akabinde bahse konu heyet Paris’e gider ve Sevr banliyösünde Osmanlı Devleti adına İtilaf Devletleri ile 10 Ağustos’ta Sevr Barış Antlaşması imzalanır. Bunun üzerine TBMM 19 Ağustos’ta tarihinde aldığı bir kararla Sevr Barış Antlaşması’nı tanımadığı gibi bu antlaşmayı (Osmanlı Devleti adına) imzalayanları da vatan haini ilan eder ve vatandaşlıktan çıkarır.

Mondros Mütarekesi sonrasında Doğu Anadolu’da bazı yerleri işgal eden ve buradaki yerel Müslüman halka zulmeden Ermenilere karşı, 28 Eylül’de başlatılan ve zaferle sonuçlanan harekât sonunda 2 Aralık 1920 tarihinde TBMM ile Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti arasında imzalanan Gümrü Antlaşması TBMM’nin uluslararası alanda imzaladığı ilk antlaşma olması bakımından da önemlidir.

Sebepleri arasında TBMM’yi Sevr Barış Antlaşması’na kabûle zorlamak da olan ve Batı Cephesinde Yunan kuvvetlerinin 6 Ocak 1921 tarihinde taarruzuyla başlayan I. İnönü Muharebesi 10 Ocak’ta Yunan kuvvetlerinin başarısızlığıyla sonuçlanır. Gümrü Barış Antlaşması’nın imzalanmasından kısa bir süre sonra TBMM’ye bağlı Batı Cephesindeki düzenli ordunun bu başarısı ve Güney Cephesinde Fransızlara karşı kazanılan başarılar, TBMM’nin Rusya ile yakınlaşmasını engellemek düşüncesi İtilaf Devletleri’ni, TBMM gerçeğini kabul etmek ve onunla görüşmek zorunda bırakmıştır. Bu çerçevede İngiltere’nin koordinatörlüğünde 21 Şubat-12 Mart 1921 döneminde İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Osmanlı Devleti ve TBMM temsilcilerinin katılımıyla Londra Konferansı gerçekleşir. Konferansta Sevr Barış Antlaşması’nın kararları biraz yumuşatılır ve alınan kararlar TBMM temsilcisi Bekir Sami Bey tarafından da kabul edilir. Ancak bu kararlar Misak-ı Millî’ye aykırı olduğundan Meclis Başkanı Mustafa Kemâl Paşa tarafından tepkiyle karşılanır ve TBMM tarafından da onaylanmaz. Her ne kadar Londra Konferansı’ndan olumlu bir sonuç çıkmasa da İtilaf Devletleri’nin, TBMM’yi bu konferansa davet etmek suretiyle onu tanımış olması da TBMM adına çok önemli olmuştur. Bu konferansın sonuçlanmasının hemen ardından 16 Mart’ta TBMM ile Rusya arasında imzalanan Moskova Anlaşması sonucu Türkler Kars ve Ardahan’ı almış, Batum’u Ruslara iade etmiş, Rusya da Sevr Barış Anlaşması’nı kabul etmediği gibi TBMM’ye yardım etmeyi de kabul etmiştir.

TBMM’nin Eylül 1920 – Mart 1921 döneminde peş peşe kazandığı bu askerî ve siyasî başarılar dâhilde ve hariçte itibarını ve meşruiyetini de hayli yükseltmiştir.

Londra Konferansı’ndan sonuç alınamamış olması İtilaf Devletleri’ni Sevr Barış Antlaşması şartlarını TBMM’ye kabul ettirmek için Batı Anadolu’daki Yunan kuvvetlerini yeniden taarruza teşvik etmiştir. Yunan kuvvetlerinin de I. İnönü Muharebesi’nde yaşadıkları yenilgiyi telâfi etmek üzere Eskişehir ve Kütahya’yı, ardından da Ankara’yı işgal etmek amacıyla 23 Mart’ta yeniden taarruzuyla başlayan ve 1 Nisan’a kadar devam eden II. İnönü Muharebesi de yine Yunan kuvvetlerinin başarısızlığıyla sonuçlanmıştır.

II. İnönü Muharebesi’nde yenilen Yunan kuvvetlerinin büyük bir bölümü Bursa yönüne doğru çekilirken bir kolu da Afyon civarında kalmıştı. Bahse konu Yunan birliklerine karşı Albay Refet (Bele) Bey komutasındaki Batı Cephesi Güney Komutanlığı birliklerinin taarruzuyla başlatılan Aslıhanlar Muharebesi (7-10 Nisan 1921) sonucu Yunan birlikleri bölgeden çekilmiş olmakla birlikte istenilen sonuç alınamamıştı. Bu durum Türk ordusunun henüz taarruz yeteneğine ulaşamadığını da göstermişti. Bu olaydan sonra Refet Bey, Güney Cephesi Komutanlığından alınmış, iki ayrı komutanlığa ayrılmış Batı Cephesi de 3 Mayıs’ta tekrar birleştirilmiş, komutası da İsmet Paşa’ya devredilmiştir.

I. ve II. İnönü Muharebeleri’nde savunma stratejisi uygulayan Türk ordusu Aslıhanlar Muharebesi’nde arzu edilen başarıyı gösterememişti Bu durum Türk ordusunun henüz taarruzî bir güce sahip olmadığını ortaya koymuştu. Bu durumdan yararlanmayı düşünen Yunanlıların Batı Anadolu’daki birliklerini takviye ederek 10 Temmuz’da Eskişehir, Kütahya, Afyon hattından başlattığı taarruz sonucu bahse konu şehirler Yunanlıların eline geçmiş, Türk ordusu da 25 Temmuz’da Sakarya’nın doğusuna çekilmiştir. Bu muharebeler esnasında Türk ordusunun savaş gücünde kayda değer bir azalma meydana geldiği gibi, yurtta büyük bir hayal kırıklığı meydana gelmiş, Meclis’te de tansiyon hayli yükselmişti. Meclis’te yapılan müzakerelerde Mustafa Kemâl Paşa’nın başkomutan olarak ordunun başına geçmesi istenmiş, bunun ardından Mustafa Kemâl Paşa’nın Meclis’in yetkilerini ve Başkomutan unvanını kullanmaya yönelik önergesi 5 Ağustos’ta kabul edilmiş, 12 Ağustos’ta Polatlı’daki Cephe karargâhına giderek ordunun başına geçmiştir.

23 Ağustos’ta Yunan kuvvetlerinin cephemize yoğun taarruzuyla başlayan Sakarya Muharebesi 1-3 Eylül’e dek aralıksız 22 gün 22 gece sürmüştür. 7 Eylül’den itibaren taarruz gücü kırılan Yunan kuvvetleri, 13 Eylül’de Sakarya’nın batısına geri çekilmiştir.

Sakarya Zaferi gerek askerî, gerekse de politik bakımdan İstiklâl Harbi’nin önemli bir merhâlesi olmuştur. Sakarya geri çekilmenin dur(durul)duğu ve ileri gidişâtın başladığı yer olmuştur. TBMM, 19 Eylül’de kabul edilen bir kanunla Mustafa Kemâl Paşa’ya Türk milletinin bir şükran ifadesi olarak mareşallik rütbesi ve gazilik unvanı vermiştir. Bu zafer dış ilişkilerimizde de bir ivme sağlamış, bu çerçevede 9 Haziran’dan beri Ankara’da Fransa’nın siyasî temsilcisi Franklin Boullion’la devam eden görüşmeler Sakarya Zaferi’nin ardından 20 Ekim’de olumlu bir şekilde sonuçlanarak Ankara İtilafnâmesi adıyla tarihe geçen bir anlaşmayla noktalanmış, diğer yandan 13 Ekim’de Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan ve Sovyet Rusya ile Kars Anlaşması, 22 Ekim’de İngiltere ile Esir Değişimi Anlaşması, 2 Ocak 1922 tarihinde de Ukrayna ile Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması imzalanmıştır.

Sakarya Zaferi’nin akabinde kış bastırmadan Yunan kuvvetlerine karşı taarruza geçilmesi düşünülmüş, bu çerçevede de ön ismi ‘Sad’ olan bir harekât planı hazırlanmıştı. Ancak katî sonuç alınması hedeflenen taarruzî harekât, gerekli hazırlıkların tamamlanabilmesi için önce bahara, sonra da yaza ertelenmiştir.

Afyon-Eskişehir çizgisine yerleşerek cephe oluşturan Yunanlılar, savunmalarını oldukça güçlendirmişti.

Katî sonuçlu bir taarruzla Yunan kuvvetlerini yurttan atmayı öngören plana ilişkin hazırlık sürecinde yeni teşkil edilen birlikler ile kapanan Doğu ve Güney Cephelerinden bazı birlikler Batı Cephesine intikâl ettirilmiş, Rusya, İtalya ve Fransa’dan alınan silahlar ile yeni konulan vergiler ve Hindistan Müslümanlarından gönderilen nakdî yardımlar, geceli-gündüzlü mesai yapan imâlat-ı harbiye (savaş endüstrisi) atölyeleri ve ustaları mârifetiyle ordunun lojistik ihtiyaçları karşılanmaya çalışılmış, yurt dışından temin edilen ve cephe gerisinde üretilen silah, mühimmat ve diğer lojistik malzemeler genelde kağnılarla ve sınırlı sayıdaki kamyonla cepheye taşınmıştır.

Bu süreçte iki ordu hâlinde yeniden teşkilatlandırılan Batı Cephesi Komutanlığında Nurettin Paşa komutasındaki 1. Ordu Akarçay (Afyon)’ın batısına, Yakup Şevki Paşa komutasındaki 2. Ordu da Akarçay’ın kuzeyine yerleştirilmiş, Albay Halit (Karsıalan) Bey komutasındaki Kocaeli Grubu da Geyve Boğazı’ndan Gemlik’e kadar olan bölgede Bilecek ve Bursa’daki Yunan kuvvetlerine karşı konuşlandırılmıştır.

16 Haziran 1922 tarihinde büyük taarruza karar veren Başkumandan Mustafa Kemâl Paşa bu kararını Gnkur. Bşk. Fevzi Paşa, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ve Millî Müdafaa Vekili Kazım (Özalp) Paşa ile paylaşmış, daha önce üçer aylık dönemler hâlinde uzatılan Mustafa Kemal Paşa’nın Başkomutanlık yetkisi TBMM tarafından 20 Temmuz’da süresiz olarak uzatılmıştır.

Konya’ya gelip kendisini görmek isteyen İngiliz Generali Townshend’la görüşmek bahânesiyle 23 Temmuz’da Ankara’dan ayrılan Mustafa Kemâl Paşa, aynı gün akşam Townshend ile görüştükten sonra 27 Temmuz’da Batı Cephesi karargâhının bulunduğu Akşehir (Konya)’e gider. 26/27 Temmuz gecesi Fevzi Paşa ve İsmet Paşa ile birlikte bir toplantı yaparak 15 Temmuz’a kadar taarruz hazırlıklarının tamamlanmasına karar verdiler. Bu arada diğer komutanlar da Akşehir’deki ordu takımları arasında düzenlenen futbol maçını seyretme bahânesiyle Akşehir’e davet edilir. 28/29 Temmuz gecesi başkanlığında gerçekleşen komutanlar toplantısında Büyük Taarruz etraflıca görüşülür. Taarruz planı baskın şeklinde Afyon güneyinden Yunan kuvvetlerinin sağ kanadına taarruz edip kuzeye doğru ilerleyerek Yunanlıların İzmir’le bağlantısını kesmek şeklindeydi. Nurettin Paşa dışındaki (Yakup Şevki Paşa başta olmak üzere) diğer komutanların uygun bulmadığı Büyük Taarruz planı konusunda tarihî sorumluluğu üzerine alarak toplantıyı bitirir. 1 Ağustos’ta Akşehir’e gelen Millî Müdafaa Vekili Kâzım (Özalp) Paşa ile görüştükten sonra Ankara’ya döner. 4 Ağustos’ta taarruz kararını hükûmete bildirir. 6 Ağustos’ta da İsmet Paşa tarafından bağlısı 1. ve 2. Ordulara taarruza hazırlık emri verilir.

Mustafa Kemâl Paşa tarafından İtilaf Devletleri nezdinde görüşmelerde bulunmak üzere 5 Temmuz’da Avrupa’ya gönderilen Dâhiliye Vekili Fethi (Okyar), bir ay kadar Paris ve Londra’da yaptığı ve soğuk bir muamele gördüğü görüşmelerin ardından Ağustos ayı ortasında yurda döndükten sonra Hükûmete sunduğu raporda millî amaçlarımızın elde edilmesinin ancak askerî harekâtla mümkün olabileceği, başka inceleme ve yoruma gerek olmadığı şeklinde bir değerlendirme yapar.

17/18 Ağustos gecesi Ankara’dan gizlice ayrılan Başkumandan Konya’ya, oradan da Batı Cephesi karargâhının bulunduğu Akşehir’e geçer. 20/21 Ağustos gecesi burada Gnkur. Bşk., Batı Cephesi Komutanı, 1. ve 2. Ordu Komutanları ile yaptığı toplantıda taarruz hakkında harita üzerinden onlara gerekli bilgileri verir ve 26 Ağustos sabahı taarruzun başlatılmasını emreder. Başkomutanlık, Gnkur. ve Batı cephesi karargâhı 24 Ağustos’ta Afyon’un batısındaki Şuhut’a, 25 Ağustos’ta da Kocatepe’nin güneybatısına nakledilir. Aynı gün yabancı ülkelerle olan tüm haberleşmeler de kesilir.

İstiklal Hârbi kapsamında 26 Ağustos 1922 tarihinde başlayan ve 9 Eylül 1922 tarihinde sona eren Büyük Taarruz sürecini bize değerlendirebilir misiniz?

Büyük Taarruz öncesinde harekât bölgesine intikal eden ve konuşlanan Türk ordunun üst komuta kademesi Başkumandan Mareşal Gazi Mustafa Kemâl Paşa, Gnkur. Bşk. Birinci Ferik (Orgeneral) Fevzi (Çakmak) Paşa, 1. Ordu Komutanı Mirlivâ (Tümgeneral) Nureddin (Konyar) Paşa, 2. Ordu Komutanı Mirlivâ Yakup Şevki (Subaşı), Batı Cephesi Komutanı Mirlivâ İsmet (İnönü) Paşa, 1. Kolordu Komutanı Miralay (Albay) İzzettin (Çalışlar) Bey, 2. Kolordu Komutanı Miralay Şükrü Naili Bey (Gökberk) Bey, 4. Kolordu Komutanı Miralay Kemâlettin Sami (Gökçen) Bey, 5. Kolordu Komutanı Mirlivâ Fahrettin (Altay) Paşa, 6. Kolordu Komutanı Mirlivâ Kâzım (İnanç) Paşa ve Kocaeli Grup Komutanı Miralay Halit Bey (Karsıalan) Bey’den oluşmaktaydı.

(Yunanistan Küçük Asya Orduları Komutanı General Hadji Anesti’nin İzmir’den cepheyi idare ediyor (!) olmasına karşın) Gazi Paşa’nın asıl muharebe hattından bizzat sevk ve idare ettiği Büyük Taarruz’un ilk günü olan  26 Ağustos Cumartesi sabahı saat 05.30’da başlayan Türk topçu ateşi bir saat sürmüş, günün ilk saatlerinde Tınaztepe, Toklutepe, Kaleciksivrisi ve Belentepe  Yunanlılardan alınmış, öğle üzeri Fahrettin (Altay) Paşa komutasındaki 5. Süvari Kolordusu Sincanlı Ovasından Dumlupınar’ın doğusuna ilerlemiş ve arından da Yunan kuvvetlerinin düzenli bir şekilde geri çekilmesini sekteye uğratmak üzere Afyon-İzmir demiryolu tahrip edilmiştir.

Ertesi gün erken saatlerde Kurtkayası Tepesi ve Ermentepe, ikindi sularında da Çiğiltepe alınmış, akşam saat 20.30’da Afyon kurtarılmıştı. 28 Ağustos’ta Yunan ordusunun asıl cephesi yarılmış, güneyden ilerleyen 1. Ordu birlikleri ile doğudan ilerleyen 2. Ordu birlikleri Yunan ordusunu ayırıp kuşatmıştır.

29 Ağustos’ta (bir önceki günkü yarma harekâtıyla sağlanan elverişli durum) geliştirilmiş ve taarruz başarılı bir şekilde genişletilmiş, düşmanın kuzey kanadı ve Eskişehir Cephesi bozulmuş, akşama doğru da düşmanın iki kolordusu Dumlupınar ovasında Türk birlikleri tarafından kuşatılmıştır.

Başkumandan Mustafa Kemâl Paşa komutasındaki Türk birlikleri tarafından Çalköy yakınındaki Dumlupınar ovasında kuşatılan beş tümen cesametindeki Yunan kuvvetlerine kesin darbe 30 Ağustos’ta gerçekleşen ve bir imha muharebesi niteliğinde olan Başkumandan Meydan Muharebesi’nde vurulmuştur. Başkumandan bu muharebeyi de bizzat Zafertepe’deki asıl muharebe hattından sevk ve idare etmiştir. Gün boyu devam eden muharebede düşmanın bir bölümü imha edilmiş, bir kısmı teslim olmuş, General Trikopis’in de içinde bulunduğu diğer bir kısmı da bozgun hâlinde Uşak istikametinde İzmir’e doğru kaçmaya başlamıştır.

Başkumandan’ın 1 Eylül’de Türk ordusuna “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” şeklinde verdiği tarihî emirle bozgun hâlinde kaçan Yunan kuvvetlerine ilişkin takip harekâtı başlatıldı. Yunanlılar İzmir’e doğru kaçmaktaydı. Kaçış güzergâhındaki yerleşim merkezlerini de yakarak ve sivil halkı öldürerek... 2 Eylül’de Uşak’ta (Afyon Cephesindeki Yunan komuta kademesinden) General Trikopis, 2. Kolordu Komutanı General Dijennis, 2. Kolordu Kurmay Başkanı Albay Yuvannis, İzmir’e ilk çıkan 13. Tümen Komutanı Albay Vandelis ve Albay Kalinalis esir alınır.

1-9 Eylül’de gerçekleşen takip harekâtında Türk ordusu 325 kilometrelik mesafeyi 9 günde kat etmiştir. 9 Eylül sabahı Türk ordusunun öncü birlikleri İzmir’e girince Hükûmet Konağı’na, Kumandanlık Dairesi’ne ve Kadifekale’ye Türk bayrağı çekildi. Türk askeri İzmir’de coşkuyla karşılandı. Gazi Paşa da İzmir’in kurtuluşunu Belkahve’den seyretti.

Büyük Taarruz, Türk milleti ve dünya için ne gibi sonuçlar doğurmuştur?

26 Ağustos’ta başlayan Büyük Taarruz, planda öngörüldüğü şekilde süratle gelişmiş, taarruzun ilk günü Yunan hatları yarılmış, ikinci günü başarı genişletilmiş ve Afyon kurtarılmış, üçüncü ve dördüncü günleri Yunan kuvvetlerinin kuşatılması başarılı bir şekilde tamamlanmış, 30 Ağustos’ta Dumlupınar’da gerçekleşen Başkumandan Meydan Muharebesi, Yunan kuvvetlerinin Küçükasya Macerası adına ezici sonuçlar doğurmuş, akabinde 1-9 Eylül döneminde gerçekleşen Takip Harekâtının sonucu ise İzmir’in kurtarılmasıyla Milli Mücadele askerî safhası zaferle taçlanmıştır.

Birbiri ardında ve her biri de başarıyla ve zaferle gerçekleşen Büyük Taarruz, Başkumandan Meydan Muharebesi ve Takip Harekâtı sonunda Millî Mücadele’nin silahlı mücadele dönemi başarıyla sonuçlanmış, ilerleyen ve büyük bir tehdit hâlini alan Yunan işgali ezici bir şekilde sona erdirilmiş, İzmir’in işgâlden kurtarılmasının ardından İtilaf Devletleri tarafından ateşkes talebinde bulunulmuş, bu emsalsiz askerî zafer Türk milleti adına da büyük bir moral olmuştur.

Malazgirt Zaferi ile Anadolu kapıları Türklere açılırken, Miryokefalon Savaşı (17.10.1176) ile Anadolu’nun Türk yurdu olduğu kesinleşmiş, Büyük Taarruz ve müteakip aşamalarıyla elde edilen emsalsiz zafer ile de Anadolu’nun ilelebet Türk yurdu kalacağı kesinleşmiştir.

O dönemde Anadolu ve Batı dışındaki ülkelerin ve halkların tamamı doğrudan ya da dolaylı bir şekilde Batı’nın sömürgesi ve kontrolü altındaki ülkeler ve halklar durumundaydı. Bu emsalsiz zafer, Batı’nın sömürgesi ve kontrolü altındaki mazlum milletler için de bağımsızlık ve özgürlüklerini kazanma adına bir ilham kaynağı olmuştur.

İstiklal Harbi’nin bütününe baktığımızda Büyük Taarruz ne anlam ifade etmektedir?

Devletlerarası ilişkilerde hasmınız olan devlete ya da devletler grubu size karşı askerî güç kullanıyorsa sizin de bağımsızlığınızı, hakkınızı, hukukunuzu ve haysiyetinizi korumanın yolu silahlı mücadeleden geçer. Bilindiği gibi Millî Mücadele sürecinin önemli bir aşamasını oluşturan Sivas Kongresi’nde milletin bağımsızlık ve hürriyetinin temini için “Ya istiklâl, ya ölüm” parolasıyla silahlı mücadele kararı alınmış ve zafer kazanılana dek de yekvücut, birlik ve beraberlik içinde olunacağına dair ant içilmişti.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu lideri Gazi Mustafa Kemâl Atatürk’ün uluslararası ilişkilerde her daim geçer akçe olacak “Kuvvet ve kudretten mahrum olana iltifat olunmaz.” şeklinde bir sözü vardır. Güce dayanmayan bir politika sonuç alıcı değildir. Ülkeler ve milletlerin insanlık ailesinin itibarlı bir üyesi olarak varlığını sürdürmeleri de millî güç unsurlarından ekonomik, politik, psikososyal, askerî ve teknolojik güçlerini zamanın ruhuna uygun bir şekilde sürdürmeleriyle mümkündür. Aksi hâlde itibar yoksunluğu, istiskâl, paryalık yahut izmihlâl hiç de sürpriz olmaz.

Osmanlı Devleti ve onun aslî unsuru olan Türk toplumunun Birinci Dünya Savaşı sonunda yıkılma ve esâret raddesine geldiği bir vakıadır. Bu durum, geri planı dört asır öncesine dayanan zamanın ruhuna bigâne kalmanın bir sonucudur. Devlet ve toplum olarak itibarlı, güçlü ve kudretli olarak var olmanın yolu da zamanın ruhunu doğru ve düzgün bir şekilde okumaktan ve ona uygun şekilde mücehhez olmaktan geçer. Aksi hâlde yeni bir İstiklâl Harbi yapma durumunda kalınabileceği izahtan vârestedir.

Bu vesile ile başta Millî Mücadele’nin lideri Gazi Mustafa Kemâl Paşa olmak Millî Mücadele’nin aziz şehit ve gazilerini saygı, minnet ve rahmetle anar, aziz milletimin de Zafer Bayramı’nı kutlarım.

Diğer Söyleşiler