Söyleşiler

Türkiye, Meselenin İnsani Yönüyle İlgilenmelidir Putin Hayranı Olduğu Sovyetler Birliği’nin Taktiğini Uyguluyor TÜRKMENLER, MUKAVEMET VE DİRENİŞ RUHUNU GÖSTERMELİDİR TÜRK MİLLETİ UYAN! DOĞU TÜRKİSTAN’DA SOYKIRIM VAR! İran Türklüğünün Esas Gayesi, Millî ve Siyâsî Kimliğimizin Yeniden İhyasıdır Olayların Sosyal, Siyasî ve Ekonomik Sebepleri Var ADI DEVLET OLSUN
Türk Lirası değer kaybetmeye devam ediyor

Türk Lirası değer kaybetmeye devam ediyor

​​​​​​​Kültür Bilimleri Akademisi (KÜBAK) baş ekonomisti Halil İbrahim Bayrakçı ile Türk lirasının döviz karşısındaki eriyişini, bu durumun sebeplerini ve Türk ekonomisine muhtemel sonuçlarını konuştuk.

Dolardaki bu yükselişin temel sebebi nedir?

Soruyu şöyle sormamız daha uygun olur sanırım: Türk lirasındaki bu değer kaybının temel sebebi nedir? İşin aslına bakarsanız TL, dolara karşı rezerv paralar içerisinde en az değer kaybı yaşadı. Yılbaşından bu yana TL, sterlin karşısında %21; euro karşısında %25’e yakın kayıp yaşarken dolara karşı sadece %12 kayıp yaşadı… Nedense uluslararası ticaretimizin yarısını oluşturan Avrupa bölgesinin parası euro karşısında, TL’nin bu denli değer kaybetmesinin sonuçlarına, sebeplerine kimse değinmiyor.

Konumuzun dışına çıkmadan kısaca şunu söylemek isterim: Ekonomimizi asıl yıpratıcı olan TL’nin euro karşısında değer kaybetmesidir… Zira sanayimizin teknoloji ve sabit sermaye ithalatı, makine, teçhizat alımları büyük oranda AB’den, özelde Almanya’dandır. Yüzde 25’lik euro karşısında TL’nin değer kaybetmesi demek, bahsettiğim türde sanayimizin diğer gelişmekte olan ülkelere fark yaratacağı sabit yatırımları yapamaması manasına gelir. Bu olguyu zaten şirket bilançolarında neredeyse sıfıra yaklaşmış sabit sermaye kalemlerinde görüyoruz. Bu yatırımsızlığın acı bilançosunu önümüzdeki yıllarda teknoloji yoğunluksuz ihracat yaparak ödeyeceğiz.

Sorunuza gelirsek, 4 yıl içerisinde euro 2,3 liradan; 4,6 liraya çıktı. %200’lük bir değer kazanmadan bahsediyoruz. İki kat bir değer artışından… Yerel parada gerçekleşmiş bu şiddette ve süreklilikte bir değer kaybını arızi sebeplerle kimse açıklayamaz.

Reza Zarrab davası, ABD ile olan siyasi atışmalar, demokrasi yoksunluğu, kötü dış politikalar ve benzeri güncel veya genel gelişmeler arızi etkenlerdir. Elbette kısa vadeli kurda oynaklıklara sebep olabilirler ama dört yılda yabancı paraların iki kat değer kazanmasını izah edemezler.

Türk ekonomisinin temel dinamiklerindedir sorun. Ürettiğimiz mallardadır; ticaret biçimimizdedir; servis kalitemizdedir; tasarruf ve yatırım anlayışımızdadır ve en önemlisi karar alma mekanizmaları ve yönetim tarzımızdadır…

Sorun çok temel ve yapısaldır: 2002 sonrası uygulanan ekonomi politikaları, 2008 krizi sonrası aşırı parasal genişleme tufanıyla tedricen Türkiye ekonomisini aşırı dolarize, ithalata bağımlı ve tasarruf yoksunu hale getirdi. Aslında dünyadaki çoğu gelişmekte olan ülkede aşırı borçluluk anlamında bizim pozisyonumuzda ama bizdeki sıkıntı özel sektörün verimsiz yatırımlar için aşırı borçlandırılması. Ve bu borçluluğun bankacılık sistemini de tehdit eder hale gelmesi… Kırılganlığın ana sebebi bu.

Türkiye ekonomi tarihinde, özel sektör ve bankacılık sistemi bu denli yabancı para cinsinden yükümlülükler altına girmemişti. Türkiye’nin bu sene net Uluslararası Yatırım Pozisyonu (UYP) eksi 450 milyar dolar civarlarında ve bu rakam sürekli büyüyor. Döviz cinsinden bu yükümlülüklerimizin altından kalkabilecek bir ekonomik atmosferin Türkiye’de olmadığı şüphesi kurun yükselişindeki bir diğer sebeptir…

Türk lirasındaki değer kaybının önüne nasıl geçilebilir?

Türk lirasının kısa vadede sıçramalar yaparak değer kaybetmesini önlemek için yapılacak işler bellidir: Türk lirasının albenisinin, cazibesinin artırılması öncelikli sıradadır… İkinci olarak Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB)’nın kurda oynaklıkla  (volatilite)  mücadele edeceğini göstermesi gerekir. Yani Türk lirası yatırımcısına, yatırımından kazandırmak (reel faiz) ve kazandığını garantilemek mecburiyeti vardır.

Türkçe meali, faizler artırılmalıdır. Faizler artırılırken piyasa oyuncularının kafasını karıştıracak örtülü artırımlar yerine 3-4 puanlık bir artış düşünülmelidir. TCMB’nin hükümetten bağımsız her ne pahasına olursa olsun enflasyon ve volatiliteyle mücadele edeceğinin ve bu konuda tamamen bağımsız olduğunu ispatlaması gerekir.

Reza Zarrab davası, ABD hazinesinin bazı Türk bankalarına ceza kesmesi gibi arızi etkenlerin riskini zaten piyasalar satın alır.  Büyük çaplı zararlara yukarıdaki kısa vadeli piyasanın temel ihtiyaçları karşılanırsa bir şey olmaz.

Uzun vadede ve kronikleşecek çift haneli enflasyona bağlı olarak, TL’nin değer kaybının önüne ise bu ekonomik düzen ve yönetim anlayışı devam ederse hiçbir surette geçilemez.

Türk parasının değer kaybı hangi seviyeye kadar sürebilir?

Bildiğiniz gibi 1989 yılında yayınlanan 32 sayılı kararnameyle full konvertibiliteye geçmiş durumdayız. Yani yurdumuza döviz ithali, ihracı, döviz cinsinden banka hesabı tutmak dâhil her türlü işlem serbesttir. Bu şu demektir: TL kazandırmazsa; TL ticari işlemlerde işe yaramazsa rahatlıkla başka paralara ekonomik oyuncular geçebilir.

Bu çok basit bir arz-talep hikâyesidir: TL’ye talep artarsa değer kazanır veya değerini korur. TL’ye talep olmazsa değerini kaybeder.

Dolayısıyla TL’nin değer kaybı hangi seviyeye kadar sürebilir sorunuzun kısa vadede cevabı TL’nin talebini, cazibesini ekonomi yöneticilerinin ne kadar artıracağına bağlıdır. Çeşitli yöntemler deneyeceklerdir, piyasaya döviz arz etmekten daha ziyade örtülü faiz arttırma metotlarını kullanacaklardır. Kısmen başarılı da olacaklardır… Zira serbest kur sistemindeyiz.

Fakat sürekli tekrarladığım gibi TL’nin genel değer kaybetme trendini bu taktik çabalar durduramaz. Zira değer kaybının sebebi ekonominin mekanizmasındaki bozukluktur.

Bu noktadan itibaren şunu söyleyebiliriz, rezerv paralar karşısında kurdaki günlük haftalık oynamaların ne olacağını bilmemekle birlikte kurun yönü hep yukarı doğru olacaktır. TL sürekli bir biçimde değer kaybedecektir.

Hem doların yükselmesi, hem işsizlik rakamları ve enflasyondaki yükseliş genel olarak Türk Ekonomisi hakkında bize ne söylüyor?

Türk ekonomisinin kronik bir krize girdiğini ve çok uzun sürecek bu durgunluk-enflasyon sarmalı krizden çıkmanın bilindik tedbir ve yöntemlerle olamayacağını söylüyor.

Türkiye’nin, demokrasisinden hukukuna, özel sektöründen kamu idaresine, eğitime kadar her alanda yapacağı atılımlarla ancak çıkabileceği bir yapısal, bütüncül bir krizden bahsediyoruz.

Sözünü ettiğimiz Türkiye krizini, gelişmiş dünya ekonomilerinin çok büyük ve esaslı dönüşümü eşiğinde yaşayacak olmamız ise başlı başına bir talihsizlik.

Tasarım ve pazarlama gücü olanlar için üretimin ve finansmanın problem olmadığı bir dünyaya girerken Türkiye’nin üretim ve finans krizleriyle boğuşması sürdürülebilir bir ekonomik modele sahip olmadığımızın apaçık göstergesi aslında.

Kapalı ekonomilerin tahsisat ve kamu kaynaklarının ulufesine dayalı paylaşım sistemini bir türlü terk edemediğimizden verimlilik, üretkenlik ve inovasyon konularında rakip ülkelerden sürekli olarak geri kaldık.  Büyüdük ama büyümeyi sürdüremedik. Gene aynı sürece giriyoruz… Büyüyemeyip tıkanacak ve küçüleceğiz.

Eski yöntemler ve bakış açısıyla çağın yepyeni sorunlarını anlamaya çalışmanın bir faydası olmayacak. Esaslı ve bütüncül yeni bir bakış açısına ihtiyacımız var.

Dediğim gibi tasarım ve pazarlama gücü geleceğin üretim modeli olacak. Yapay zekâlar, siber fabrikalar, hammaddesiz üretim modelleri hepsi bu modeli destekliyor.

Bu yeni ekonomik modele uygun insan yetiştirmek, kurumlarımızı bu modele uygun yapılandırmak zorundayız. Tasarımı yapabilmek için o tipte insan kaynağına, pazarlamayı yapabilmek için o içeriği satacak ülke hikâyesine sahip kurumlara, markalara ihtiyaç olacak…

Olmayan sermayesini verimsiz, katma değersiz işlerde yok eden özel sektörümüz ve yeni ekonomik modele uygun insan kaynağı yetiştirmekten aciz eğitim sistemimizle yaklaşan büyük dönüşüme ayak uydurmamız ise imkânsız.

Türk mallarını, hizmetlerini talep etmeyen bir dünya ekonomisinde, Türk lirasına ne kadar bir talep olabilir? Talebi olmayan bir paranın değeri düşmez de ne olur? Otuz yıl sonra 100 milyon olacak Türkiye nüfusunu hala fındık, incir satarak; 3. sınıf güneş-kum turizmiyle; taşeron konfeksiyon üretim kandırmacasıyla iktisadi açıdan tatmin etmek mümkün olabilir mi hiç sanmıyorum…

Diğer Söyleşiler