Söyleşiler

Türkiye, Meselenin İnsani Yönüyle İlgilenmelidir Putin Hayranı Olduğu Sovyetler Birliği’nin Taktiğini Uyguluyor TÜRKMENLER, MUKAVEMET VE DİRENİŞ RUHUNU GÖSTERMELİDİR TÜRK MİLLETİ UYAN! DOĞU TÜRKİSTAN’DA SOYKIRIM VAR! İran Türklüğünün Esas Gayesi, Millî ve Siyâsî Kimliğimizin Yeniden İhyasıdır Olayların Sosyal, Siyasî ve Ekonomik Sebepleri Var ADI DEVLET OLSUN
Türkiye’nin Kudüs yaklaşımı oldukça yerindedir

Türkiye’nin Kudüs yaklaşımı oldukça yerindedir

Prof. Dr. Selçuk Duman ile BM Genel Kurulu’ndaki Kudüs oylamasını ve olası sonuçları konuştuk.

Öncelikle ABD’nin, Kudüs’ü İsrail’in ebedi başkenti olarak tanımasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Amerika Birleşik Devletleri’nin Kudüs’ü başkent olarak ilan etme kararı, İsrail Devleti’nin desteklenmesinin ötesinde, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Protestan Kilisesi’nin muhafazakâr kesimini temsil eden Evanjelistler, yani ABD’yi kuran ve tutuculuğuyla bilinen Protestan mezhebi Püritenlerin etkisi ile de alakalıdır. Çünkü Eski Ahit’in Yahudilerin Tanrı’nın seçilmiş halkı olduğunu, kutsal toprakların Yahudilere ait olduğunu, Yahudilerin Mesih’in gelişiyle birlikte dünyanın egemeni olacağı gibi hüküm ve kehanetlerini tamamen kabul etmektedirler. Bu konuda kendileri için en önemli görevin, Yahudilerin egemenliğine destek olmak olduğu fikrini benimsemişlerdir. Bu insanlar Amerika Birleşik Devletleri’nde oldukça da etkilidirler. Bu nedenle Amerika Birleşik Devletleri, iç politikasının gereği olarak da düşünülmesi gerekir. Elbette bu gücün Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Yahudi lobisi ile birleşmesi ile bu etki katlanarak artmaktadır. Çünkü Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Yahudi Federasyonları Konseyi, Ulusal Yahudi Topluluğu Danışma Konseyi, Büyük Amerikan Yahudi Organizasyonları Başkanları Konfederasyonu ve Amerika-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi (AIPAC) bulunmaktadır. Bu kuruluşun üye sayısı yüz binin üzerindedir.

İslam İşbirliği Teşkilatının kararıyla Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne getirilen Kudüs hakkındaki tasarıya İngiltere ve Fransa’nın da içinde bulunduğu daimi ve geçici üyelerin tamamının ABD’yi karşılarına alarak kabul oyu vermesini nasıl okumak gerekir?

Öncelikle Amerika Birleşik Devletleri’nin 1991 sonrası küreselleşme ekseninde uygulamaya koyduğu tek kutuplu dünya modeli iflas etmiştir. Bu nedenle Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi projesi suya düştüğü gibi Amerika Birleşik Devletleri de hiç olmadığı kadar yıpranmıştır. İngiltere ve Fransa bu yıpranmışlığa ortak olmak istemediler. Çünkü böyle bir tavır içine girmeleri, bölgede Rusya ve Çin’in yerleşmesini sağlayacağı gibi bu devletleri küresel bir devlet haline dönüştürecektir. Böyle bir durumda, ne İngiltere ne de Fransa bu bölgedeki menfaatlerini koruyamayacaktır. Bu nedenle Amerika Birleşik Devletleri’nin boşalttığı yeri doldurmaları gerekiyordu. Aksi takdirde uzun vadede Amerika Birleşik Devletleri ile birlikte kendileri de kaybedecekti.

Diğer yandan bu ülkelerin bu tasarıyı destekleme kararlarını, İsrail’e karşı oldukları için olduğunu da söylemek son derece yanlıştır. Çünkü gerek İngiltere’de ve gerekse Fransa’da Yahudi lobisi oldukça güçlüdür. İsrail’in temel kurumları İngiltere de kurulmuş ve İsrail Devleti, İngiltere tarafından oluşturulmuştur. Yine Fransa’da Eski Cumhurbaşkanı Charles De Gaulle’ün ifadesi ile “basın-yayın çevrelerinde gösteren, İsrail yanlısı güçlü bir lobi mevcuttur.” Bu nedenle Fransa’da Michel Rocard’dan Jacques Chirac’a, Mitterand’a ve Macron’a varıncaya kadar, Fransa Cumhurbaşkanlığı’na aday olan birçok isim Yahudi lobisinin desteğini almıştır. Diğer yandan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda da Amerika Birleşik Devletleri’nin kararına karşı bir karar çıkmıştır. Bu iki olayda Türkiye’nin diplomatik girişimleri son derece önemlidir. Bunu Türkiye’nin diplomatik zaferi olarak da nitelendirmek doğrudur. Ancak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı olmadan bir anlam ifade etmediği de açıktır.  Türk yetkililer bu gerçekleri de kamuoyu ile paylaşmaları yerinde olacaktır. Böylece kamuoyunun desteğini daha fazla arkalarına alabilecekleri gibi dünya kamuoyunda da bu konunun tartışılmasına hizmet edeceklerdir.

ABD’nin Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yapılacak oylamada da yalnız kalması Trump’ın dış politika adımlarında bir değişiklik yapmasına sebep olur mu?

Amerika Birleşik Devletleri’nin bir politika değişikliğine gideceğini tahmin etmiyorum. Çünkü Amerika Birleşik Devletleri’nin bölge ile ilgili yeni stratejisinin çatışmacı bir eksene oturduğu muhakkak. Suudi Arabistan ve Mısır üzerinden Ortadoğu’yu yeniden yapılandırmayı başlatmak için aslında şiddete ve çatışmaya ihtiyacı var. Çünkü küreselleşme sürecinde Ortadoğu ile ilgili planlarını gerçekleştiremedi. Bu nedenle kararındaki ısrarını sürdürerek bir çatışma ortamının oluşmasını sağlamaya çalışacaktır. Böylece bölgede planlarının uygulanmasını büyük oranda engelleyen ve strateji belgesinde haydut devlet olarak nitelendirdiği, başta İran olmak üzere diğer hedefteki ülkeleri istediği gibi kuvvet yolu ile şekillendirme şansı yakalayacak ve askeri gücü ile bölgede olacağı için Çin ve Rusya gibi devletlerinde bölgede hâkim olmasını engelleyecektir.

Malumunuz olduğu üzere ABD’nin BM nezdindeki daimî temsilcisi Nikki Haley, BM’deki oylama öncesinde toplantıya katılacak olan delegasyona mesaj atmak suretiyle telkinde ve üstü kapalı tehditte bulunmuştu. ABD’li diplomatın bu tavrı uluslararası hukuk açısından ne ifade etmektedir ve herhangi bir yaptırımı var mıdır?

Öncelikle bu tavır; Amerika Birleşik Devletleri’nin menfaatlerinin her şeyin üzerinde olduğunu ve bu menfaatlerin aslında dünyadaki diğer toplumlarında faydasına olacağı görüşü ile doğrudan alakalıdır. Jefferson’dan Trump’a kadar tüm Amerika Birleşik Devletleri Başkanları aynı düşünceye sahiptir. Hatta Amerika Birleşik Devletleri kurucu aklı, Amerikan halkının Tanrı tarafından seçilmiş olduğuna inanırlar. Bu pervasızlığın nedeni bu olsa gerek. Uluslararası hukuk açısından bunun bir yaptırım karşılığı maalesef yok. Ancak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Amerika Birleşik Devletleri aleyhine kararın çıkmasına yardımcı olduğu muhakkak.  Yani Amerika Birleşik Devletleri için diplomatik bir hata olmuştur. Çünkü küresel anlamda liderliğini yitirdiği açık bir şekilde görülmektedir. 1947 yılında başlayan dünya liderliğinin sonuna gelinmiştir.

Son olarak bizlere BM’nin yapısından, Kudüs meselesi görüşülürken yaşanılan sistemsel sıkıntılardan ve değiştirilmesini elzem bulduğunuz noktalardan bahsedebilir misiniz?

Öncelikle şu noktanın altını çizelim: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı olmadan fiili anlamda genel kurulun aldığı kararın bir anlamı yoktur. Tavsiye niteliğindedir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin de kararları oy birliği ile almak zorunda olduğunu bilelim. Özellikle 5 daimî üyenin veto etmemesi çok önemlidir. Birleşmiş Milletlerin bu yapısı Milletler Cemiyeti’nde de vardı. Bu nedenle bu tip uluslararası örgütler; Emperyalist ülkelerin hegemonyalarını sürdürmelerine hizmet etmektedirler. Ancak bu yapının değişmesi için dünyada yeni bir çatışma ve sonrasında yeniden yapılanma gerekmekte ki bunu da yakın gelecekte öngörmek hayaldir.

Türkiye’nin İslam İşbirliği Teşkilatı ve Birleşmiş Milletler üzerinden konuyu gündeme getirmesi doğrudur. Ayrıca Türkiye’nin, Kudüs’ün uluslararası hukuk çerçevesinde belirlenen statüsüne vurgu yaparak konuya yaklaşması ve diğer ülkelerle de bu eksende diplomasi yürütmesi son derece yerindedir. 1980 tarihli, 476 ve 478 sayılı kararlara atıfla iki devletli bir çözüme vurgu yapması doğru bir diplomatik girişimdir. İngiltere üzerinden Avrupa’nın ikna edilme süreci ise oldukça etkilidir. Neticede 1947 yılına kadar dünyada lider ülke Birleşik Krallık’tır.

Ancak söylemde iç politikaya ve İslam dünyasına yönelik İsrail’in terör devleti olduğunu söylemek ve İsrail askerlerini terörist olarak nitelendirmek, Türkiye’yi yalnız bırakacak adımlardır.  Korunmaya ihtiyacı olan devletin İsrail Devleti olduğunu belirteceklerdir. İç kamuoyunda ve İslam dünyasında beklenen karşılık, Kudüs sorununun çözümüne katkı sağlamayacağı gibi İsrail’in güvenlik endişelerinin de doğru olduğu tezini destekleyecektir. Ayrıca Filistin halkının radikalleşmesine de hizmet edecektir.

Böyle bir durumda, İsrail Devleti’nin radikalleşen Filistinlilere karşı her türlü faaliyeti meşruiyet kazanacaktır. Çünkü bugün dünyanın birinci sorunu radikalleşmedir. Hiçbir ülke radikal hareketlere müsamaha ile yaklaşmayacaktır. Sonuçta Filistin halkının terörist muamelesi görmesine neden olunacak ve Filistin de Kudüs merkezli bir Müslüman devleti kurulması hayal olacaktır. Türkiye’nin demokratik ve seküler bir devlet olarak bu gerçekleri görmesi çok önemlidir. Bu yaklaşım, ülkemizdeki radikalleşmenin de önüne geçecektir.

Diğer Söyleşiler