Söyleşiler

Türkiye, Meselenin İnsani Yönüyle İlgilenmelidir Putin Hayranı Olduğu Sovyetler Birliği’nin Taktiğini Uyguluyor TÜRKMENLER, MUKAVEMET VE DİRENİŞ RUHUNU GÖSTERMELİDİR TÜRK MİLLETİ UYAN! DOĞU TÜRKİSTAN’DA SOYKIRIM VAR! İran Türklüğünün Esas Gayesi, Millî ve Siyâsî Kimliğimizin Yeniden İhyasıdır Olayların Sosyal, Siyasî ve Ekonomik Sebepleri Var ADI DEVLET OLSUN
Zeytin Dalı Harekâtı zamanlama bakımdan son derece hayâtî

Zeytin Dalı Harekâtı zamanlama bakımdan son derece hayâtî

Yeditepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Furkan Kaya ile Zeytin Dalı Harekâtı’nı ve buna bağlı olarak Türkiye-ABD ilişkilerini konuştuk.

İki aya yaklaşan Zeytin Dalı Harekâtı’nı genel olarak değerlendirirseniz neler söylemek istersiniz?

Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ve Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden çekilmesinden itibaren Orta Doğu topraklarından Kuzey Afrika sınırına uzanan coğrafyada kaos ile siyasal ve ekonomik istikrarsızlık egemen olmaya başladı. Bu topraklarda büyük güçler, cetvelle belirlemiş olduğu sınırlar dâhilinde ortaya çıkan ülkelerin başlarına idare edebilecekleri, gerektiğinde rahatça devirebilecekleri politik figürleri getirmeye çalıştılar. Kuşkusuz bu toprakları jeopolitik olarak önemli kılanların başında zengin enerji kaynakları geliyordu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan Soğuk Savaş döneminin iki büyük gücü ABD ve Sovyetler Birliği Orta Doğu coğrafyası üzerinde hâkimiyet mücadelesi içine girdiler. Tabi bu mücadele süresince rejimler değişti, askeri darbeler oldu hatta ülkeler birleşti ve dağıldı. ABD, Irak’a demokrasi ve insan haklarını getireceği bahanesiyle ülkeyi etnik ve mezhep temelinde parçaladı. Ülkenin kuzeyinde Bölgesel Kürt Yönetimi kendi anayasası ve yönetim şeklini belirledi, Washington yönetimi finansal desteğini esirgemedi. Sonrasında Orta Doğu halklarının gerçek demokrasi ve adil yönetim talebi yürüyüşü olarak nitelendirilen ‘Arap Baharı’ dönemine girildi. Tunus, Mısır, Libya, Yemen derken tek tek ‘diktatör’ olarak görülen liderler ya linç edildi ya da yönetimi bırakmak zorunda kaldı. Fakat 2011’de Suriye’de başlayan bahar süreci hiçte diğerlerine benzemedi. Çünkü Esad rejiminin destekçisi olarak arkasında Rusya ve İran vardı. Şu husus unutulmamalıdır ki, devletlerin ebedi dostları ve düşmanları yoktur, ebedî menfaatleri vardır. Dolayısıyla Rusya’nın Esad rejiminin yanında durmasının nedenlerinden biri ulusal çıkarı kapsamında Rus imparatorluk stratejisi olan sıcak denizlere inebilme ve orada kalabilmektir. Rusya, Hafız Esad döneminde Suriye’de Tarsus ve Lazkiye’de askeri üs hakkı edindi. Beşar Esad’ın göreve gelmesinden sonrada iki ülke arasında ilişkiler gelişmeye devam etti. Türkiye’nin 20 Ocak 2018’de başlatmış olduğu ‘Zeytin Dalı Harekâtı’, Ağustos 2016’da 206 gün boyunca yürütmüş olduğu ‘Fırat Kalkanı Harekâtı’nın devamı ya da tamamlayıcısı olarak değerlendirilebilir. Bilindiği üzere Türkiye’nin Suriye sınırı yaklaşık 911 km’dir. Türkiye’nin güney sınırını Kuzey Irak hattı ile birleştirdiğinizde takriben sınır uzunluğu 1100 km’yi buluyor. Böylesine uzun bir sınırın güvenliğini sağlamak takdir edersiniz oldukça zor. Hele ki bu sınır hattı yıllar boyunca savaşlara ve insani dramlara ev sahipliği yapan topraklarsa. Türkiye, 1984 yılından beri terörle mücadele ediyor. Terör örgütü PKK’nın ülkemizin güney doğu bölgesinde özellikle 1990’lı yıllar boyunca sürdürdüğü terör eylemleri neticesinde birçok sivil ve asker şehitler verdik. Ülke ekonomimiz büyük zarara uğradı. Türkiye’nin önüne ‘Kürt Sorunu’ olarak konulan dosyalar terör ile bağdaştırıldı, sanki terör eylemleri Türkiye’deki Kürtlerin haklarının savunulması adına gerçekleştirdiği imajı verildi. Hâlbuki belki de en büyük acıyı terör bölgesinde yaşayan Kürt kökenli vatandaşlarımız yaşadı. Hakikat ise Türkiye’nin sınır ötesinden terör ihraç edilmesiydi. Kuzey Irak kamplarında eğitilen terör örgütü mensupları ülkemiz sınırlarından rahatça geçip karakol ve köy baskınları düzenlediler.

DAEŞ adıyla ortaya çıkan bir diğer terör örgütü Irak-Şam İslam Devleti adıyla sözde devrik Irak lideri Saddam Hüseyin’in intikamını alma hedefiyle eylemlere başladılar. Hızlı bir şekilde Irak ve Suriye topraklarında genişlediler. Baraj bölgeleri ve petrol kuyularını ele geçirdiler. Hatta para bile bastıkları görüldü. Peki bu DAEŞ Orta Doğu’ya bir anda paraşütle mi indi diye sormak gerekir. Çektikleri videolar ile inandırıcı olmak istediler bunu yaparken iki sözde iki Türk askerini bile kullanmaktan geri durmadılar. Suriye’de daha başka Esad rejimi yanlısı ve karşıtı farklı farklı gruplar ortaya çıkarken, Esad güçleri Suriye’nin kuzeyinden çekildi ve bölgeyi muhalif Suriye Kürtlerine bıraktı. Onların adı da PYD ve YPG idi. PYD kendisini Kürtlerin meşru temsilcisi siyasi bir aktör olarak gösterdi. ABD ve Rusya tarafından muhatap alınmaya başlandı hatta Moskova’da birde büro açtılar. Suriye’nin kuzeyi jeopolitik olarak büyük önem taşıyor. Orta Asya’dan Doğu Akdeniz’e ulaşan koridorun en kritik güzergâhlarından biri olan Suriye’nin kuzeyi ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi, Rusya’nın ise Avrasyacılık ve Çin ile birlikte Yeni İpek Yolu Projesi’nde hayati öneme sahip. Bu durumun farkında olan PYD ise hem ABD hem de Rusya’dan en büyük kazancı sağlamak için iki tarafa da yakın durmaya çalışıyor. ABD ve Rusya da, Suriye’nin kuzeyinin kontrol eden PYD’yi kendi kontrolü almanın peşinde. Türkiye en başından beri PYD’yi PKK’nın organik devamı olarak görüyor ve bunu her platformda savunuyor. Fakat özellikle ABD, PYD’yi DAEŞ’le mücadele eden ve geniş sınırlara ulaşan DAEŞ’i ne hikmetse kısa sürede bitme noktasına getiren önemli bir grup olarak görüyor. DAEŞ tamamen bir kurguydu. ABD, Büyük Orta Doğu Projesi’nin önemli bir ayağı olan ‘ikinci İsrail’ planını uyguluyor. Yani Kuzey Irak’tan Doğu Akdeniz’e uzanacak İsrail’in güvenliğini sağlayacak bir Kürt devleti. Bunu yapabilmek içinde PYD’yi, meşru bir zemine oturtması gerekiyordu bunu da DAEŞ’le mücadele eden grup olarak yaptı.

Türkiye’nin Fırat Kalkanı’ndan sonra başlattığı Zeytin Dalı Harekâtı zamanlaması bakımdan son derece hayati. Fırat’ın batısı planlanan Kürt devletinin Doğu Akdeniz’e ulaşması bakımından önemli. Türkiye bu damarı ne pahasına olursa olsun kesmek zorundaydı ve harekât şu ana kadar başarı ile devam ediyor. Afrin kent merkezinin ele geçirilmesi ile de tam anlamıyla başarılı olacaktır. Yazılarımda ve televizyon programlarımda da birçok kez söyledim. Türkiye terörle mücadelede artık savunma yerine saldırı durumuna geçmelidir. Yani nerede bir terör yuvası varsa onu yuvasından çıkmadan imha edebilmektir bu. Türkiye’nin Afrin operasyonu uluslararası hukuka ve BM şartlarına uygundur. Zeytin Dalı Harekâtı’na karşı çıkanlara şunu hatırlatmak istiyorum. Eğer Türkiye hem Fırat Kalkanı’nı hem de Zeytin Dalı’nı yapmamış olsaydı bugün Suriye’de patlayan silahlar bombalar sınırımın dâhilinde ve ötesinde patlayacaktı ve hedef Türkiye’nin Suriyeleşmesiydi.

Harekât öncesinde de ziyadesiyle gergin olan Türkiye-ABD ilişkileri, Zeytin Dalı operasyonu ile bitme noktasına geldi. TSK Afrin’den sonraki hedef olan Münbiç’e yöneldiğinde iki ülke arasında her hangi bir silahlı çatışmanın yaşanma olasılığı nedir? Bölgede yaşanabilecek hangi gelişme Ankara ile Washington arasındaki gerilimi sonlandırır?

 Biliyorsunuz Türkiye-ABD ilişkilerinin köklü bir geçmişi var. Osmanlı Devleti döneminde başlayan ilişkiler ikinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye’ye yapılan Truman Doktrini, Marshall yardımları ve NATO üyeliği ile müttefiklik seviyesine çıktı. Fakat tarihsel olarak Türkiye-ABD ilişkilerinin tam manasıyla güven zeminine oturduğunu göremiyoruz. Eğer iki ülke arasında müttefiklik anlayışı varsa bu olaylara aynı meşru ve hukuki pencereden bakmayı gerektirir. Bunu maalesef göremiyoruz. Türkiye, karasal ve deniz aşırı olmak üzere üç kıtaya sınırı olan stratejik bir ülke. Eğer siz okyanus ötesinden gelip burada bir düzen kurmaya çalışıyorsanız bunu Türkiye olmaksızın başarmanız neredeyse imkânsız. Bakın ABD’nin şimdiye kadar yaptığı okyanus ötesi müdahalelere. Hangilerinde başarılı olmuş? Hep yıkmış, düzen bozmuş ama yeni bir düzen inşa edememiş. İşte Vietnam, Afganistan, Irak ve Suriye örnekleri karşımızda. ABD’nin yeni düzen kurma gibi bir amacı yok, sadece kaos odaklı bir politika takip ediyor diyebiliriz ama bu politika bölge ülkelerinin ulusal güvenliği için tehditse işte bu noktada güvenlik refleksleri de devreye giriyor.

ABD’nin askeri gündemi, egemen devletleri istikrarsızlaştırmaya dönük gizli ve açık eylemleri içeriyor. ABD’nin kendisini tartışmasız süper güç göstermek adına ürettiği savaşlar, terör örgütlerine destek, rejim değişiklikleri ve ekonomik savaşlar başta Türkiye olmak üzere diğer ülkelerin de sitemlerini tehdit ediyor. Bugün terörizmle savaş bahanesiyle, Orta Doğu, Orta Asya, Akdeniz, Afganistan, Irak, Libya ve bugün en çok Suriye’de vekâleten kullandığı terör gruplarıyla müdahalede bulunuyor. Türkiye, Afrin’den sonra Münbiç harekâtının da olabileceğini ifade etti. Biliyorsunuz orda ABD askerleri ve onların donattığı PYD güçleri var. Elbette iki NATO üyesi ülke savaş pozisyonuna gelmeyecektir. Fakat Türkiye’nin ulusal güvenliği için en büyük tehdit olan PYD güdümünde bağımsız bir Kürt devletinin kurulmaması yönünde mutabık kalınmalıdır. Ülkemiz iki bin yıllık tarihi ve askeri gelenekleriyle diplomasi ve askeri enstrümanları nerede ne zaman ne kadar kullanacağını elbette biliyor. Fakat ülkeler arasında ‘terörle mücadele’ anlayışının ortak bir dilde kullanılmaması ve bu yolla etnik ve mezhep savaşlarının dinamitlenmesinden dolayı barışın ve istikrarın ne zaman geleceğini kestirmek zor.

ABD ve Türkiye ilişkilerinin rayına oturması için olaylara müttefiklik bağlamında ortak pencereden bakmalıdır. ABD’nin Kanada veya Meksika sınırında silahlı terör eylemlerinin olması durumunda Türkiye bu gruplara silah yardımı yapsa ABD’nin tepkisi ne olurdu bunu öncelikle cevaplamaları gerekir. Konu İsrail’in güvenliği için ikinci bir İsrail’in hukuk dışı da olsa kurulmasıysa bu Türkiye’nin rızası olmadan mümkün değildir. Başkan Trump zaten Doğu Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasıyla, coğrafyada barış ve istikrarın ne kadar karşısında olduğunu gösterdi.

Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere hemen bütün yetkililerimiz ‘Suriye’nin toprak bütünlüğünde gözümüzün olmadığını’ en net şekilde ifade ediyorlar. Ancak, öte yandan sahadaki gelişmeler bizi Esad rejimine karşı silahlı mücadele veren gruplarla birlikte hareket etmeye itmiş durumda. Konuya bu bağlamda bakıldığında, Afrin ve diğer terör bölgeleri teröristlerden temizlendikten sonra nasıl bir yol izlenecek ve bu bölgelerin idaresi kime devredilecek?

Türkiye’nin temel amacı Suriye’nin bütünlüğünün korunması. Bu Türkiye’nin güvenliği için en doğru ve makul yol. Yabancı medya Türkiye’nin Suriye’de işgalci kuvvet olarak yer aldığını ve sivil kayıplara neden olduğunu servis ediyor. Türkiye, Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini uyguluyor. Hem kendi sınır güvenliği için hem de Suriye’den göçe zorlanan Suriyelilerin tekrar topraklarına dönebilmesi için orada. Yani savaş için değil barış için bölgede mücadele ediyor. Bu yolda Türkiye, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile bu mücadeleyi yürütüyor. Bilindiği üzere Esad rejimi karşıtı bir örgüt ve Türkiye’de Esad yönetimini halkını öldürmekle ve zulümle suçluyor. Bu konuda zaten her şey ortada. Terör örgütlerinin tamamen temizlenmesi ne şekilde olacak bilemiyoruz. ABD’de PYD’yi SDG olarak meşrulaştırdığını ifade ediyor. Bu şekilde olursa ne fark edecek? Hiçbir şey. ABD, Türkiye’nin Afrin operasyonu ile enerjisini büyük ölçüde tüketeceğini, iş Fırat’ın doğusu meselesine geldiğinde yorgunluğu nedeniyle kendisiyle masaya oturacağını düşünüyor. Hâlbuki Türkiye tüm hesaplarını 1100 km’lik sınırının güvenliği üzerine yapmış durumda. Ne zaman savaşacağını ne zaman müzakere yapacağını biliyor. Yeter ki ülkemiz içinde bir kaos veya bölünme yaşamayalım. Coğrafyanın meşru idareye devri esastır. Bu da Suriye halkının oyu ile belirlenecek yönetim iradesi olacaktır. Tüm amaç bunun üzerine olmalıdır.

Suriye krizinin başladığı ilk günden bu yana Esad rejimi ile ikili ilişkilerini sonlandıran Türkiye’nin önümüzdeki süreçte Şam yönetimi ile tekrar görüşeceği noktasındaki öngörülere katılıyor musunuz? Neden?

 Şu husus unutulmamalıdır, askeri harekâtlar sis bir yol gibidir, neyin ne zaman karşısına çıkacağını, ne kadar zamanda başarıya ulaşacağınızı tam olarak hesaplayamazsınız. Türkiye çıkarları gereği kiminle görüşmesi gerekiyorsa görüşür, devlet aklının yanılma payı mümkün değildir. Fakat şu husus gerçek, eğer Türkiye Rusya ve İran ile Suriye’yi yeniden dizayn etmek ve ülkenin bütünlüğünü istiyorsa yakın politikalar takip etmek zorunda. Diyaloglar üst seviyede olmasa da istihbarat düzeyinde mutlaka olmalıdır. Ülkemizin milli menfaati ne gerektiriyorsa o yapılacaktır. Buradaki nihai amaç Türkiye’nin sınır ötesinden terör ihracının önüne geçmek ve sınır güvenliğini terör gruplarından temizlemek. Komşuluk ilişkileri bunu gerektirir. Suriye ve Irak’ın huzuru Türkiye’nin huzurudur.

ABD ile ilişkileri bitme noktasına gelen Türkiye’nin Rusya ile birçok alanda çeşitli anlaşmalara imza attığı bir dönemden geçiyoruz. Rusya’nın aynı zamanda Esad rejimini ayakta tutan en önemli güç olduğunu da hatırlayacak olursak, iki ülkenin Suriye’de karşı karşıya gelme ihtimali nedir?

Türkiye-Rusya ilişkileri Rus uçağının düşürülmesi ardından Rus Büyükelçi Karlov’un öldürülmesi sonrasında büyük sarsıntı geçirse de gelinen noktada Devlet Başkanı Putin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kişisel gayretlerinin payı büyük. Ama esas olan mümkün olan en çok noktada ortak menfaatleri sağlamaktır. Türkiye ve Rusya bugün bunu yapıyor. Türkiye ABD ilişkileri tarihin en kötü dönemini geçirirken Rusya’ya coğrafyada Türkiye gibi güçlü bir ülkeyi yanında görmek kendisine oldukça güç katacaktır. Ayrıca Türkiye’nin Rusya ile enerji ve ekonomik alanlarda birçok anlaşması ve projesi var. Avrasyacılık ve Yeni İpek Yolu projelerinde Türkiye ve Rusya’nın konumu birbirlerini tamamlayıcı nitelikte. Dolayısıyla bu iki önemli projede Suriye’nin geleceği büyük önem taşıyor. Türkiye ve Rusya’nın ortak rızasıyla dizayn edilecek bir Suriye hem Avrasyacılık düşüncesine hem bu bağlamda Yeni İpek Yolu projesi ve Avrasya birliğine giden yolda oldukça büyük katkı sağlayacak. Bunlarından arasında en önemli nokta, enerji nakil hatlarının inşası ve güvenliğidir. Dolayısıyla Türkiye-Rusya karşı karşıya gelmek yerine işbirliğini arttıracak neticeler üzerinde istişarelerde bulunmaya devam edecektir.

Uluslararası medyayı da yakından takip eden bir akademisyen olarak, harekâtın Avrupa basınında nasıl yer aldığına dair bizlere neler aktarmak istersiniz?

 Türkiye’nin yürütmüş olduğu harekâta karşı genel olarak uluslararası medyadan bir destek göremiyoruz. Hatta Türkiye’nin uluslararası hukuku çiğneyerek sivilleri de öldürdüğü yönünde haberler yapılmakta. Harekâtın başında Türkiye’nin başarısına imkân vermeyen bazı yabancı medya organları ilk günden sınıra yerleşmiş yayın yapmaya başlamıştı. Fakat sonrasında Türk ordusu başarıyla ilerledikçe yayın arabalarını kaldırıp ajanslar aracılığıyla haber vermeye başladılar. Yani burada Türkiye’nin yanında olduklarını söyleyemeyiz. Son olarak söyleyeceğim, Türkiye, Fırat’ın batısını terör örgütlerinden temizlerken, Fırat’ın doğusunda temellendirilen ve güçlendirilen ‘yeni İsrail’ düzenini dikkatinden kaçırmamalı.

Diğer Söyleşiler