Mustafa E. Erkal

Tüm yazıları
...

İNSANLIKTAN NASİPLENMEMİŞ OLANLARA KARŞI SONUNA KADAR DİREN TÜRKİYE

Mustafa E. Erkal

Ülkemizin son günlerde gündemini oluşturan konuların başında İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine müracaatları geliyor. Aslında siyasi etki alanlarını genişletme yolunda NATO ve onun patronu ABD ile Rusça konuşulan ve Rusya’nın batısında yer alan ülkelere Rusların göz diktiği görülüyor. ABD ile Rusya ve Ukrayna arasındaki kızışma, Rusya’nın Doğu Ukrayna’yı işgali ve bombalamasıyla devam ediyor. Savaş bütün şiddetiyle sürüyor. Olan sivil halka ve zavallı çocuklara oluyor. Silah ve cephane satışları da haliyle artıyor. Batı, Rusya’nın daha fazla yıpranmasını bekliyor; ama faturayı Ukrayna halkı ödüyor. Ukrayna’dan komşu ülkelere göç edenler, daha güvenli batı bölgelerine gidenler acı ve üzücü tabloda yer alıyor.

Bütün bunlar gündeme gelirken Türkiye’nin kararlı ve haklı olarak İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini veto edeceği açıkça ortaya konuyor. Türkiye’nin çıkarları neyi gerektiriyorsa o yapılıyor. Ancak gönül arzu ederdi ki; iktidarı ve muhalefetiyle Türkiye bir bütün olarak ortak açıklamaları yapabilsinler. Muhalefetin bu son derece önemli konuda fazla sesinin çıkmamış olması düşündürücü ve üzücü olmaktadır.

NATO adayı olan bilhassa İsveç’in ve Finlandiya’nın terör örgütü PKK-YPG’ye destek olduklarını unutarak Türkiye’den üyelik müracaatlarına “evet” beklemeleri bir çeşit yüzsüzlüktür ve muhatabı hafife almaktır. Terör örgütü olarak PKK’yı kabul etmek; YPG’yi etmemek ancak kendini kandırmaktır. Türkiye’yi ikna etmek yerine, kendi kendilerini ikna etmelidirler. Bu NATO nasıl bir birlikteliktir ki; üyelerden biri, bir diğeri ile uğraşan katil terör örgütünü çekinmeden destekleyebiliyor. Bunlara hocalığı ABD yapıyor. Binlerce tır silah ve mühimmat ile asıl ABD işine gelen terör örgütünü destekliyor ve kötü örnek oluyor.

ABD’ye karşı sonuna kadar Türkiye haklı kararında ısrar etmelidir. Yazılı veya sözlü garanti yeterli değildir. Şikayetlerimiz fiilen yerine getirilmelidir. Batı bu konuda hiç de sözlerine sahip çıkmamıştır. 1999 yılının aralık ayında Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği yolunda olumlu bakanlar, garantiler verenler daha sonra garantiyi verenlerin görevden ayrıldıklarını ileri sürerek sözlerine sadık kalmamışlardır. Dönemin Başbakanı Ecevit, boş yere Helsinki’ye gitmek durumunda kalmıştır.

Yunanistan kendi isteği ile NATO’dan ayrılmıştı. Tekrar dönme talebi, Türkiye’ye yeni imkanlar sağlamasına rağmen, 12 Eylül 1980 sonrası Kenan Evren, yakın bir meslektaşı ve arkadaşlığı gibi bir gayri ciddi gerekçeye dayanarak veto hakkını kullanmamıştır. Nitekim, NATO komutanı Bernard Rogers kendisine verilen görevi yapmış ve görevini başarıyla tamamlamışken, Kenan Evren taşıdığı o şerefli üniformaya hiç de layık olmadığını ortaya koymuştur.

Türkiye, ABD ile olan sorunlarını çözebilmelidir. Türkiye’ye konan ambargolar kaldırılmalı, KKTC resmen kabul edilmelidir. Kıbrıs’ta artık iki farklı ve ayrı devletin varlığı bir gerçektir. ABD gerekli teminatı kendisi vermelidir; İsveç ve Finlandiya gibi kullandığı ülkeler değil… ABD’nin yıllardır PKK örgütüne hiç yakışmayacak şekilde iç güveysi gittiğini bilmeyen kalmamıştır.

Günümüzde dost ve müttefiklikteki değişim bütün çıplaklığıyla ortadadır. Türkiye’nin içeriden ve dışarıdan sözde dostlarımız ve müttefiklerimizce nasıl kuşatıldığını artık fark etmiş durumdayız. Bütün buna rağmen, bazı siyasetçilerin aklı, beyni ve gözü 2023 Haziran’ında yapılacak genel seçimlerindedir. Mübarek Ramazan’da iktidar ve muhalefet, bir iftar sofrasında bile yan yana gelemedi. Hiç olmazsa Balkan Harbi’ndeki yenilgileri bir düşünelim ve yanlışları tekrar etmeyelim. Bölge, parti, etnik gurup ve cemaat çıkarları öne çıktı; Yüce Türk milletine mensubiyet şuuru biraz zayıfladı. Millî devlet ve millî kimlik düşmanları çok farklı görüşlerde olmalarına rağmen, dıştan da yüz bularak Türkiye düşmanlığında birleşik cephe ve koalisyon oluşturdular. Ülkede sadece Türkler yoktur; Türkiye sadece Türklerin değildir; gibi etnik özellikleri milletleşmenin önüne çıkaran ve bize farklılaştırmada yanlış rehberlik yapan devlet adamları görüldü. Türk yerine cahilce Türkiyeli kelimesinin seçilmesi, Andımızın kaldırılması gibi millî devlete ve Cumhuriyete karşı sivil darbeler yapıldı. “Artık milliyetçiliğe gerek yok, küreselleşme çağındayız. Küreselleşme ile Kıbrıs birleştirilecek siz hala millî davadan bahsediyorsunuz” sapıklıkları görüldü. Osmanlı’yı bir dönem arkadan vuranların saldırı ve cinayetlerini “efendim bunlar Osmanlı’ya değil; ittihatçılara karşılar, onlara isyan ediyorlar” laflarına sığınanlar bugün de sınırlarımızdan geçip birçok şehrimizde yaşamaya başlayan koruma altındaki Suriyeliler ve diğerlerine, doğan ciddi sorunlar karşısında geri göndermek isteyenler faşist ve ırkçı oldular! Dün ittihatçılar suçlandı; bugün de vatanseverler işgalcilere karşı faşist ve ırkçı olarak suçlanıyorlar. Bazı sağcı köşe yazarları arasında milliyetçilerin yargılanmaları gerektiği ileri sürülüyor. Demek ki tarih tekerrür ediyor. Ülkesine ihanet edenler, fırsat kollayanlar bir safta; vatan, milliyet, millî kimlik ve Türklük sevdasında olanlar da diğer bir safta…