Ayşe Göktürk Tunceroğlu

Tüm yazıları
...

Kaçmak

Yazar hakkında bilgi henüz girilmedi.

Ayşe Göktürk Tunceroğlu

İnsanlarda ‘kaçmak’ hayali vardır. Kaçmak, içinde bulunulan realiteyle başa çıkamayınca, onu değiştirmeye de gücü yetmeyince seçilen yoldur. Yaşadıkları ülkeden, toplumdan, devirden, şartlardan kaçmak isteyen insanlar olmuştur hep. Şahsî hoşnutsuzluklar, tatminsizlikler, içinden çıkılamayan meseleler, maddî sıkıntılar, hayal kırıklıkları, fikir ayrılıkları...

Kaçmak sadece ‘gitmek’ değildir; alıp başını gitmektir.

Bazen kaçmak daha kuvvetli, daha sağlam dönmek için tercih edilebilir. Bazen dönmek gibi bir arzu ve niyet yoktur. Bazen ise arzu ve niyet olmasa da kaçmanın çözüm olmadığını, kaçmanın işe yaramadığını veya doğru olmadığını anlar insan ve döner.

“Kaçmak kolaydır, zor olan kalıp mücadele etmektir.” derler. Aslında kaçmak da o kadar kolay değildir.

Kalem erbâbı ‘kaçmak’ arzusunu kelimelere döktüğü için ve “söz uçar, yazı kalır” olduğu için ‘en fazla kaçanlar’ onlar gibi görünür. Bazıları bu arzularını gerçekleştirmiş, bazılarınınki ise mısralarda, satırlarda kalmıştır.

Yaşadıkları toplumdan şikâyetleri olan Servet-i Fünuncular Yeni Zelanda’ya kaçmak istiyorlardı. Olmadı. Acaba kaçabilselerdi Yeni Zelanda’da mutlu olacaklar mıydı? Aradıklarını bulacaklar mıydı? İyi ki gelmişiz diyecekler miydi? Bilemem. Karacaoğlan “Gurbet ile düşen yiğit sağ m’olur” demiş ama bilemem. Yeni Zelanda, insanoğlunun iskâna açtığı coğrafya içinde Türkiye’ye en uzak nokta… “Gidişimiz olsun da dönüşümüz olmasın.” demişlerdi sanki. Ama gidişleri de olmadı. Yeni Zelanda bir hayal ülkesi olarak kaldı.

Aslında o dönemlerin kalem erbâbı arasında Avrupa’ya kaçmak modaydı. Özellikle Paris’e. Rüyaları süsleyen şehir... Yahya Kemal “Başka yıldızda bir hayat imiş o” der, Paris’te geçen günlerini anarken:

Eski Paris’te bir ömür geçti,

İdeal rüzgârıyla hür geçti.

........

Başka yıldızda bir hayât imiş o

His ve haz yüklü kâinat imiş o.

‘Bir ömür’ dediği ilk gençliktir, herkes için bir ömre bedel olan, his ve haz yüklü ilk gençlik. Ve Yahya Kemal dönenlerdendir:

Bir gün veda edip o diyârın hayatına

Döndüm bütün bütün vatanın kâinatına.

 

Hem de nasıl dönmüştür?! Onunkisi:

Ölmek kaderde var bize ürküntü vermiyor,

Lâkin vatandan ayrılışın ıstırabı zor.

diyecek kadar gönülden bir dönüştür.

 

Nâzım Hikmet’in rüyalarını süsleyen şehir Moskova’dır:

Dört gün sonra Moskova’dayım,

Bu ayrılık da hele şükür bitiyor, dönüyorum.

 

Onun dönüşü Moskova istikâmetine oldu hep. Türkçe’yi o kadar güzel kullanan şair ‘eve’ dönmedi. Dönmek istedi belki ama dönemedi.

Mehmet Âkif’in istikâmeti Mısır oldu. Ama Mısır’ın hayalini kurmamıştı, kaçmak için can attığı bir yer değildi orası; hatta oradayken Heybeli’nin, Marmara’nın, İstanbul’un hayaliyle yanıp tutuşmuştur. Sonunda da kendini İstanbul’a atmıştır.

Ahmet Hâşim kaçmak istediği yerin adını vermez, bilmez de. Nerde olduğu, neresi olduğu belli olmayan bir yerdir çünkü. Uzak bir denizin kıyısında, melâli anlayan nesle mensup, birbirine âşina insanların huzur içinde gezindiği, mavi gölgeli bir diyar...

O belde...

Hangi bir kıta-yı muhayyelde,

Hangi bir nehr-i dûr ile mahdûd,

Bir yalan yer midir yoksa mevcûd?

 

Nihal Atsız’ın gitmek istediği diyar da muhayyeldir, uzaktadır, dağların ardındadır:

Ey doğunun alnımı serinleten rüzgârı!

Ey karanlıkta bana arkadaşlık eden ay!

Arzularım bir oktur, aşar ulu dağları.

Düştüğü yer uzakta “Dilek” adlı bir saray.

 

Fuzulî’nin kaçmak istediği yer bu dünya toprağında bile değildir. O başka bir boyuta götürür işi:

Gelin ey ehl-i hakikat çıkalım dünyadan

Gayr yerler görelim, özge sefalar sürelim

 

Karacaoğlan’ın başka boyutlara uzanmaz hayali. Karşıya bakar… Ufukta, duvar gibi yükselen, başı dumanlı, başı karlı, ulu dağlar vardır:

Aşam dedim karlı dağlar başından...

Yüce dağlar koç yiğide dağ m’olur

 

En fazla o karlı dağları aşar. Aşar gider, sonra Çukurova’sına geri gelir.

Bir de Kaf Dağı vardır. ‘Kaçma’ mekânlarının en namlılarından! Ufukta başı karlı, başı dumanlı olarak görünmez; haritalar da göstermez. Yolu belli değildir, gidip de dönen, görüp de gelen, bir çiçeğini deren olmamıştır. Daha ziyade Hâşim’in O Belde’si, Atsız’ın “Dilek” adlı sarayı gibidir. İnsanların içinde Kaf Dağı’na gitmek arzusu zaman zaman belirir. Hatta Kaf Dağı’nın ardına gitmek arzusu. Ne varsa ardında vardır! Kaf Dağı’nın ardı, bütün meselelerin hallolduğu, dertlerin son bulduğu, bütün arzuların gerçekleştiği bir mutluluk diyarı... Ve ihtimal Kaf Dağı bulunamadığı, ardına gidilemediği içindir ki, dünyada ne dertler son bulur ne bütün arzular gerçekleşir ne bütün meseleler hallolur.

Medyaya bir haber düştü: Geçen sene 250 bin küsur kişi Türkiye’den gitmiş! 250 bin küsur genç insan… Memleketi terk etmiş! Kaçmış! Daha çok hangi ülkelerin tercih edildiğine dair bir rakam bulamadım haberlerde.  Ama niye gidildiğini tahmin edebilirim: Şahsî hoşnutsuzluklar, tatminsizlikler, içinden çıkılamayan meseleler, maddî sıkıntılar, hayal kırıklıkları, fikir ayrılıkları...

Kaçtıkları yerde bütün bunlar hallolacak mı? Olmayacak! Kaçmak çözüm değil! Eğer Kaf Dağı’nı bulup da onun ardına geçmeyi başaramazlarsa kaçmak çözüm değil!

Anladığım kadarıyla tahsil için gidenler değil bunlar. Temelli gidenler. O yüzden ‘terk’ kelimesi kullanılmış. Benim kitabımda vatan terk edilmez. Ama bu kadar genç insan vatanı terk ediyorsa yanlış giden bir şeyler var demektir.