Senan Kazımoğlu

Tüm yazıları
...

100 YILLIK TUZAK YENİDEN SAHNEDE

Senan Kazımoğlu

Yaklaşık bir yıl önce, ortada henüz yeni bir çözüm süreci yokken, hatırlarsınız “Türkiyeli mi, Türk mü?” tartışması yeniden gündeme getirilmişti. Ben de bu meseleyi önemsediğim için Yeni Ufuk dergisindeki arkadaşlara başvurarak buna bir cevap verilmesi gerektiğini söyledim. Onlar da beni, fikri olarak bu konuya en iyi yanıtı verebilecek bir ağabeye yönlendirdiler. Ağabeyi yakından tanıdığım için bizzat kendim aradım.

Hiç unutmuyorum, o ağabey bu işin aslında çok kolay olduğunu, bizden önce büyüklerimizin bu meseleye fikri olarak esaslı cevaplar verdiğini belirtti. Ancak bu tartışmanın öylesine bir mesele olmadığını da özellikle vurguladı. Konuyu açmasını rica ettiğimde, “Korkarım ki bu, yeni bir çözüm sürecinin ayak sesleridir.” demişti. Geldiğimiz noktada, maalesef Yeni Ufuk’taki o ağabeyin haklı çıktığını görüyoruz.

Girişi bu şekilde yapsam da, asıl değinmek istediğim konu yeni bir süreç değil; milli kimlik meselesidir.

Bu sadece sıradan bir tartışma değil, devletin temelini sarsacak kadar tehlikeli bir konudur. Bilerek ya da bilmeyerek, bölücülüğün ilk adımı atılmaktadır. Bugün yapılmak istenen şey, bir asır önce de denendi ve acı bir şekilde sonuçlandı. Devletin taviz verdiği dönemlerde Balkanlar’ı ve Ortadoğu’yu kaybettik. Eğer Milli Mücadele olmasaydı, neredeyse Anadolu’yu da kaybedecektik.

Bu mesele aynı zamanda bir güç meselesidir. Devlet zayıfladığında herkes sizden bir şey koparmaya çalışır. Siz birlik adına “Osmanlı milleti” ya da “İslam ümmeti” deseniz de, düştüğünüzde herkes sizden bir pay almaya kalkar. Bu acı tecrübeyi yüz yıl önce yaşadık. Bu nedenle, bu tuzağa yeniden düşmemeli, önce zihinlerde fikri olarak milli kimliğimizi ve devletimizi güçlendirmeliyiz.

Ancak yaşadığımız süreçte bunun tam tersi yapılıyor; devletin temelleri adeta dinamitleniyor. Bu süreçte muhatap alınan terör örgütü ve onun siyasi uzantısı olan parti, “Terörsüz Türkiye” gibi bir ifadenin bile kullanılmasına karşı çıkarak süreci “Barış ve Demokrasi Süreci” olarak adlandırıyor. Şahsen bu duruma karşı bir tepki bekledim ama maalesef kimseden ses çıkmadı.

Allah aşkına, neyin barışı? Bizim, milletimizin bir parçası olan Kürt kardeşlerimizle bir savaşımız, problemimiz, ayrımız gayrımız yok ki barış yapalım. Bizim derdimiz; kardeşimizin adını kullanarak bizimle savaşan ve en çok da yine o kardeşlerimize zarar veren terör örgütü ve onun siyasi uzantısı olan partiyledir.

Ne yazık ki bu süreçte de, tıpkı birinci aşamada olduğu gibi, devleti açık şekilde bölmek istediğini dile getiren terör örgütü ve onun siyasi uzantısı muhatap alınmaktadır.

Büyüklerimiz bu tehlikeyi görmüş olmalı ki, devletin birliği ve bütünlüğü adına “Türk” adını sadece bir ırk değil, anayasal bir kimlik olarak tanımlamış ve kanunlaştırmıştır. Halk da bunu onaylamıştır. 1924 Anayasası'nın 88. maddesi ve 1982 Anayasası'nın 66. maddesi çok nettir: İnancı, mezhebi, ırkı ne olursa olsun, Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.

Nasıl ki Fransa'da yaşayan herkes Fransız, Almanya’da yaşayan Alman, İspanya’da yaşayan İspanyol, İtalya’da yaşayan İtalyansa; Türkiye’de yaşayan ve vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes de Türktür. Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlık haklarından yararlanıyorsan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıysan, Türksün.

Yapmayın, etmeyin ağalar, ateşle oynamayın. Bu mesele sizin deneme-yanılma tahtanız değil. Zaten 100 yıl önce denendi, tutmadı. Şimdi de tutmaz. Bu milletin ve bu devletin geleceğiyle oynamayın. Yoksa Türkiye’ye de, Türk-İslam dünyasına da yazık olur.