Dr. İrfan Paksoy

Tüm yazıları
...

İSMAİL GASPIRALI, CEDİDCİLİK VE SONRASINA ETKİLERİ…

1962 yılında Kahramanmaraş’ta doğmuş olan İrfan Paksoy, ilk ve orta eğitimini Kahramanmaraş’ta yapmış, lisans eğitimini Hava Harp Okulunda (Yeşilyurt-İstanbul) tamamlamış ve Eylül 1984 ayında da Hava Kuvvetlerinde subay olarak göreve ve meslekî yaşamına başlamıştır.

Meslek hayatı boyunca (1984-2015) değişik kademelerde görev yapmıştır. Bu çerçevede; Hava Kuvvetlerinin değişik birlik ve kurumlarında, Millî Savunma Bakanlığı Dış Tedarik Daire Başkanlığında, Genelkurmay Başkanlığında ve Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Komutanlığında değişik kademelerde proje subayı, yönetici ve komutan olarak; Millî Güvenlik Akademisinde öğretim elemanı ve Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı Başkanı olarak, 1999-2002 döneminde de üç yıl süreyle Almanya’da Savunma Bakanlığı bağlısı kısa adı BWB olan Federal Savunma Teknolojisi ve Tedarik Dairesi nezdindeki Türk İrtibat Ofisinde Türk Silahlı Kuvvetlerini temsilen irtibat subayı olarak görev yapmıştır.

1991 yılında girdiği Hava Harp Akademisini (1) (Yenilevent-İstanbul) 1993 yılında tamamlamış (2) ve kurmay subay olmuş, 1998 yılında 69. dönem müdavimi olarak Silahlı Kuvvetler Akademisinde (3) (Yenilevent-İstanbul), Eylül 2011-Şubat 2012 döneminde de Millî Güvenlik Akademisinde (Ankara) eğitim görmüş, 2007-2009, 2011 -2013 dönemlerinde de Millî Güvenlik Akademisinde (4) öğretim elemanı ve Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı Başkanı olarak görev yapmıştır.

2003 yılında Erciyes Üniversitesi (Kayseri) Tarih Ana Bilim Dalı Türkiye Cumhuriyeti Bilim Dalında başladığı doktora eğitimini 2008 yılında tamamlamış “Tek Parti Dönemi Siyaset Kültürünün Sonrasına Etkileri” başlıklı tezi ile “Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Doktoru” unvanını almıştır.

Yazar Eylül 2017 ayında Ankara Üniversitesi Gayrimenkul Geliştirme ve Yönetimi Bölümünde başladığı yüksek lisans eğitimini “1858 Arazi Kanunnâmesi Bağlamında Tanzimâttan Cumhuriyete Arazi Mülkiyet Sistemi” konulu çalışması ile 18 Ocak 2020 tarihinde tamamlamış olup Şubat 2020 ayından beri Ankara Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesinde yarı zamanlı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.

Yazarın 2018 yılında yayımlanmış “Cihan Harbi’nde Osmanlı Devleti”, 2020 yılında yayımlanmış “Bilgelik Okumaları” ve 2021 yılında yayımlanmış (müşterek bir çalışma olan) Enver Paşa (Hürriyet, Adalet, Müsâvât)” ve “Azerbaycan Aydınları” isimli araştırma-inceleme dalındaki eserleri ile yayımlanmış birçok makalesi bulunmakta olup değişik dergi ve yayın organlarında belirli aralıklarla da makâle yazmaktadır.

Yazar evli olup, iki evlat ve bir torun sahibidir.

 

DİPNOTLAR:

(1) Harp Akademileri bünyesinde verilmekte olan iki yıl süreli kurmaylık eğitimi YÖK ile Gnkur.Bşk.lığıjnda yapılan protokol gereği “Yönetim, Uluslararası İlişkiler, Kamu Yönetimi ile Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi” bilim dallarında yüksek lisans eğitimine muadil kabul edilmiştir.

(2) Yazarın Hava Harp Akademisi eğitimi esnasında “TSK’da şeffaflık ilkesinin amaç, ilke ve esasları nasıl olmalıdır?” başlıklı tezi hazırlamıştır.

(3) Yazarın (uluslararası ilişkiler, küresel ve bölgesel ilişkiler ve güvenlik, bölgesel ve küresel ekonomi, kriz yönetimi, ulusal güvenlik ve strateji konularında disiplinlerarası bir eğitim niteliğinde olan) 4,5 ay süreli Silahlı Kuvvetler Akademisi eğitimi esnasında “Hava Kuvvetleri Komutanlığının 21’inci Yüzyılda Lojistik Yapılanması Nasıl Olmalıdır?” başlıklı bir tez hazırlanmıştır.

(4) Millî Güvenlik Akademisi eğitimi asker ve sivil orta ve üst düzey yöneticilere verilmekte olan ulusal ve NATO ittifakı ölçeğinde (stratejik seviyede) kriz yönetimi ve harp yönetimi konularında teorik ve uygulama düzeyinde bir eğitimi içeren; ulusal, bölgesel ve küresel ölçekte politik, askerî, ekonomik ve sosyo-kültürel gelişmeler konusunda müdavimlerine vizyon kazandıran disiplinlerarası bir eğitimdir.

Dr. İrfan Paksoy

Cahil bir insana, dünyadaki bütün güzellikleri verseniz bile bunlardan faydalanamaz. Öncelikle, insanları eğitmek gerekir. Bir kez eğitildiler mi, kendi yollarını kendileri bulurlar.”

Gaspıralı İsmail

Gaspıralı İsmail Bey’in Yaşam Öyküsü

Gaspıralı İsmail Bey 20 Mart 1851 tarihinde Kırım‘ın Bahçesaray şehri yakınlarındaki Avcıköy’de doğmuştur. Gaspıra ise İsmail Bey’in babasının doğduğu yerin adıdır. İsmail Bey’in babası, Çarlık ordusundan emekli bir teğmen olan Mustafa Alioğlu, annesi Kırım asilzadelerinden İlyas Mirza Kaytazov’un kızı Fatma Hanım’dır. İsmail Bey, ilk öğrenimini Bahçesaray’da bir Müslüman okulunda aldıktan sonra, on yaşlarındayken Akmescit Erkek Ortaokuluna başlamış, burada iki yıl okuduktan sonra, önce (Rusya’nın Merkez Rusya Federal Bölgesi’nde Don Nehri’nin kollarından Voronej Nehri’nin kenarında bulunan şehir olan) Voronej‘de bir askerî okula, ardından da Moskova‘daki Harp Okuluna girmiş, 1867 yılında altıncı sınıftayken arkadaşı Mustafa Mirza Davidoviç ile Girit İsyanı’nda (1866-1869) Rum asilerine karşı mücâdele eden Osmanlı güçlerine katılmak üzere İstanbul‘a gitmek için Kırım’a gelmiştir. Buradan gizlice Odesa‘ya geçtiklerinde İstanbul’a gidemeden yakalandılar. Bu olay, Gaspıralı’nın askerî öğrenciliğinin sona ermesine sebep olduğundan Moskova’ya tekrar dönememiştir.

İsmail Bey, 1868 yılında daha on yedi yaşındayken Bahçesaray’daki Zincirli Medresede Rusça öğretmenliğine başlamış, öğretmenliği esnasında Rus edebî ve felsefî eserlerini okumuş, 1872 yılında Kırım’dan ayrılarak İstanbul, Viyana, Münih ve Stuttgart üzerinden Paris‘e gitmiş, Paris’te bulunduğu iki yıl süresince meşhur Rus edebiyatçısı İvan Turgenyev (1818-1883)’in yanında yardımcılık ve bunun yanı sıra tercümanlık yapmış, daha sonra, uzun zamandır hayalini kurduğu Osmanlı zâbiti (subayı) olma amacıyla 1874 yılında İstanbul’a gitmiş,  İstanbul’da kaldığı yaklaşık bir yıllık zaman zarfında, çok istediği zabit olma fikrini gerçekleştiremeyince Kırım’a geri dönmüştür.

1878 yılında Bahçesaray belediyesine başkan yardımcısı seçilen İsmail Bey, bir yıl sonra da başkanlığa getirilmiş ve 1884 yılına dek beş yıl boyunca bu görevde bulunmuş, 1881 yılında Akmescit‘te çıkarılmakta olan Tavrida gazetesinde Genç Molla takma adıyla, daha sonraları kitap hâline de getirilen Rusya Müslümanlığı adını taşıyan yazılarını yazı dizisi hâlinde yayımlamış, Türkçe bir yayın organı çıkarmak için yaptığı resmî girişimleri reddedilmiş ise de gazetenin bütün içeriğinin Rusçasıyla birlikte yayınlanması şartıyla Türkçe bir gazete çıkarma izni almıştır. İlk sayısı 22 Nisan 1883 tarihinde Bahçesaray’da çıkan ve haftada bir gün yayınlanan bu gazetenin adı Tanzimat Dönemi Osmanlı aydınlarından İbrahim Şinasi Efendi’nin (1826–1871) Tercüman-ı Ahvâl‘inden esinlenilerek konulan Tercümân-ı Ahvâl-i Zaman’dı. Daha sonra 1903 yılında haftada iki gün çıkarılmaya başlanan bu gazete, 1912 yılından itibaren de (yayın hayatına son verdiği 1918 yılına kadar) günlük olarak yayınlanmaya başlanmıştır. Gaspıralı, bir yandan gazete çıkarmaya gayret etmiş, bir yandan da “usûl-i cedîd” okulları (modern tarz / çağdaş okullar) üzerinde çalışmış, bu amaçla, yurt içi ve yurt dışı pek çok ziyaretlerde bulunmuştur.

Yoğun faaliyetler içinde sağlığı giderek bozulan İsmail Bey 24 Eylül 1914 tarihinde Bahçesaray’da vefat etmiştir. Cenazesi Rusya İmparatorluğu’nun her tarafından gelen 6,000’i aşkın insanın katıldığı büyük bir törenle Bahçesaray’ın Salaçık civarında Kırım Hanlığı’nın kurucusu Hacı Geray Han’ın türbesi yakınlarında toprağa verilmiştir. Ölümü bütün Türk dünyasında büyük üzüntü doğurmuş ve gerek Rusya’da gerekse Türkiye’de basın aylarca onun hizmetlerini hayranlıkla anlatan yazılar yayınlamıştır.

Gaspıralı İsmail Bey’in Fikirleri ve Çalışmaları

Gaspıralı İsmail Bey, Türk halkları arasında bir dil birliğinin oluşması için yayıncılık hayatına başladığı ilk günden itibaren mücâdele vermiştir. İlk yayın organı Tonguç’ta Tatar türkülerinden, Nogay çınlarından, Kırgız, Kazak ve Türkmen (Söz ustalığının önemli olduğu uzun, manzum şiir anlamına gelen) jırlarından anlaşılacağı üzere usta bir kalemin ele almasıyla Türk dilinin daha kullanılışlı olacağını savunmuştur. Kamer’de ise, Rusya Müslümanlarının henüz yazıya geçirilmeyen birçok şarkı ve atasözlerinin bulunduğunu, bunları toplamak istediğini bildirmiş, Rusya Müslümanlarından bunları kendisine göndermelerini istemiş ancak gönderilecek şarkı ve atasözlerinin alim olmayan Türkler tarafından da anlaşılabilmesi için Arapça ve Farsça kelimelerden kaçınarak sade bir dille yazılmasını da ayrıca bildirmiştir. 1881 yılında Şafak’ta, bilinen bir türkünün Kırım ve Kazan’da nasıl söylendiğini yazarak bu iki dilin birbirine ne kadar yakın olduğunu ispatlamaya çalışmıştır. Bunlardan başka Gaspıralı, 1906 yılında Hacı Zeynelabidin Tağıyev’in sahibi olduğu ve Hüseyinzâde Turan’ın idaresi altında çıkan Bakü (Azerbaycan)’da çıkan Füyuzat dergisinin editörüne bir mektup yazarak sade bir dil kullanmasını rica etmiştir.

İsmail Gaspıralı’nın hayatında çok önemli bir yere sahip olan Tercüman gazetesinin 1882 yılında yayın hayatına başlamasında, Bakülü petrol sanayicileri Esedullah ve Tağıyevler ile Orenburglu altın tüccarı Ramiyevler ve tüccar Hüseyinovlar’ın büyük desteği olmuştur. Hüseyinovlar 19. yüzyılın ikinci yarısında ticaret ve kültür sahasında büyük rol oynamış şahsiyetler yetiştiren Rusya’nın sayılı zenginlerinden Kazanlı bir soydu. Bunlardan Ahmet, Abdulgani ve Mahmut adında üç kardeş meşhur olup, hususiyetleri servetlerinin mühim bir kısmını 19. yüzyılın ikinci yarısında ve yüzyılın başlarında Rusya içindeki Türk boyları arasında hızlanan millî yenileşme hareketlerine yardım olarak sarfetmiş olmalarındandır. Hüseyinovlar’ın kültür sahasındaki hizmetlerinin başta geleni o sırada eski usulle tedrisat yapan mekteplerin yerine yeni usül mektepler açılmasını hedef tutan usul-i cedid hareketini tam olarak desteklemeleri ve bu iş için büyük paralar harcamalarıdır. Keza Bakülü petrol sanayicileri Esedullah ve Takiyevler ve Orenburglu altın tüccarı Ramiyevler de Hüseyinovlar gibi usul-i cedid hareketini tam olarak desteklemişlerdir 

Tercüman gazetesinin aydınlara, özellikle de ileri görüşlü gençlere etkisini çabuk sezen Rus misyonerleri, başlangıcından itibaren gazeteye karşı cephe almışlardı. Gazetenin birinci sayısının Taşkent’e ulaşmasının hemen ardından, 12 Mayıs 1883 tarihinde Taşkent Erkek Lisesi Müdürü N. P. Ostroumov, Rus Ortodoks misyoner Nikolay İ. İlminski (1822-1891)’ye şöyle bir haber yollar: “Tercüman’ın birinci sayısını aldım ve saçlarımı yolacak gibi oldum.” Aynı yılın 22 Ekim’inde Ostroumov içindeki şüpheyi açık bir şekilde ifade eder ve gazeteye neden sansür uygulanamadığını sorar. Bu haberlere kulak kabartan İlminski, savcı Konstantin Petrovich Pobedonetsev (1827-1907)’i şu şekilde uyarmıştır:

“Bahçesaray’da Tercüman gazetesini çıkaran Gaspıralı’nın maksatları şunlardır;

- Rus İmparatorluğu Müslümanları arasında, İslam köklerinden ayrılmayarak Avrupa tarzında eğitimi yaymak ve İslam fikrini Avrupa’nın bilimiyle birleştirmek.

- Farklı şiveler kullanan Rusya Müslümanlarını, Alman birliği gibi birleştirmek ve yakınlaştırmak.

- Matbuatı zengin Osmanlıcayı Türk kavminden bütün Müslümanların ortak dili yapmak”

Gaspıralı İsmail Bey’in fikirlerini üç esas maddede toplamak mümkündür:

- Batının yeni ve faydalı fikirlerini öğrenip Müslüman dünyasında yaymak,

- Maarifi (örgün eğitimi) yeni usule göre ıslah eylemek,

- (Arapça ve Farsça terkiplerden arındırılmış) Osmanlı Türkçesini, bütün Türk dünyasının anlayacağı müşterek bir edebî dil haline getirmek.

Düşüncelerini 1883 yılında kurduğu (ve 1918’e kadar varlığını sürdüren) Tercüman adlı gazetesiyle yaymaya çalışan Gaspıralı İsmal Bey yayınlarında Türk halklarını “dilde, fikirde, işte birlik” sözüyle dayanışmaya çağırmış, Türk halklarındaki beraberliğin temel ilkelerini oluşturmuş ve günümüzde de bu söz bu birlik mücâdelesinin hedefini gösterir olmuştur.

Gaspıralı, Tercüman gazetesinde bütün dünya Türklüğünün anlayabileceği ortak bir edebî dil geliştirmeye çalışmış, bu edebî dilin de Osmanlı Türkçesi olmasını istemiş, ancak Osmanlı Türkçesinin Arapça ve Farsça terkip ve ibarelerle dolu olmasının diğer Türk boylarının bu Türkçeyi anlamalarını zorlaştırdığı için Gaspıralı bu terkip ve ibareler yerine Kırım ve diğer coğrafyalardaki lehçelerden alıntılar yapmıştır.

Müslüman Türk kızlarının eğitiminde de öncülük yapmış olan Gaspıralı, ilk usûl-i cedîd kız mektebini ablası Pembe Hanım Bolatukova’ya 1893 yılında Bahçesaray’da açtırmış. 1905 yılı sonlarında Bahçesaray’da yayın hayatına giren Âlem-i Nisvân (Kadınların Dünyası), sadece Kırım Tatarları’nın değil bütün Rusya Türkleri’nin tarihlerindeki ilk kadın dergisi olmuş ve Gaspıralı’nın sahipliğinde kızı Şefika Gaspıralı’nın idaresinde bir yıl kadar yayımlanabilmiştir. Rusya’daki Türkler’in ilk çocuk dergisi olan Âlem-i Sıbyân da ilk kez Mart 1906 ayında Tercüman’ın ilavesi olarak okuyucuya sunulmaya başlanmış, derginin yayımı düzensiz aralıklarla 1915 yılına dek sürmüştür. Birinci sayısı Nisan 1906 ayında yayımlanan mizah dergisi Ha Ha Ha ise ilginç içeriğine rağmen uzun ömürlü olamadı ve ancak beş sayı çıkabilmiştir.

Gaspıralı, 1881 tarihli bir yazısında:

“Geri kalmışlığımızın yegâne nedeni cehâletimizdir. Avrupa’da neyin icat edildiğine veya neler olduğuna dair hiçbir fikrimiz yok. Bu izolasyondan kurtulmak için bunları okuyabiliyor olmamız gerekirdi; Avrupa fikirlerini yine Avrupalı kaynaklardan öğrenmeliyiz. İlk ve orta okullarımızın müfredâtlarına (konu kapsamlarına) bu dersleri koymalıyız ki göz bebeklerimiz yani öğrencilerimiz bu fikirlere ulaşabilsin.” diyerek düşüncelerini ortaya koymuştur.

Çarlık hükümetinin bütün baskı ve sansürlerine rağmen Kırım’da basılıp, Türk halklarının birliği ve modernleşmelerinin zorunluluğu fikrini yaymaya devam eden Gaspıralı’nın Tercüman gazetesi Osmanlı Sultanı İkinci Abdülhamit’in sansürüne rağmen Osmanlı topraklarına da girebilmiştir. Tercüman’ın, İstanbul basınına göre daha sade bir dille yayınlanması ve hemen hemen her sayısında Osmanlı Devleti ile ilgili haberlere yer vermesi, gazetenin İstanbul’daki aydınlar ve halk tarafından da ilgiyle takip edilmesini sağlamıştır. Hatta gazetenin İstanbul’daki müşterilerinin sayısının bir dönem 15-16 bin civarında olduğu da belirtilmektedir. Gazetede çıkan bazı haber ve makaleler Osmanlı hükümetini rahatsız etmiş, bunun üzerine adı geçen gazeteye İkinci Abdülhamit’in şahsında tecessüm eden otoriter yönetim tarafından sansür uygulanmaya başlanmış, 1888 yılında yayınlanan bir fermanla Tercüman gazetesinin Osmanlı topraklarına girmesi yasaklanmıştır.

1908 yılından sonra Rusya Türklerinin Türk milliyetçiliği üzerindeki kitlesel etkisinden söz edilebilir. Onların beraberinde getirdikleri ve hem Ruslara hem de panslavizme karşı yüzlerce yıllık mücadele içinde şekillenmiş ulus anlayışı, vurguyu Türk halklarının birliğine, onların toplumsal ve dinî açıdan modernleştirilmesi zorunluluğuna yapıyordu. 1908’den sonra bu aydınların Rusya’dan Türkiye’ye gelişleri Türk milliyetçiliği üzerinde kesinlikle belirleyici bir rol oynamıştır.

Tercüman gazetesi bu şekilde yayın hayatına devam ederken İsmail Gaspıralı 1902 yılında bir gün Paris’te eğitim hayatını devam ettiren Kazan Türklerinden milliyetçi aydın Yusuf Akçura’ya (1876-1935) bir mektup yollayarak, birkaç ay sonra gazetenin 20. yıl dönümünün olacağını ifade etmiştir. Mektubu yine Kazan Türklerinin Türkçü aydınlarından olan arkadaşı Sadri Maksudî Arsal (1878-1957) ile birlikte okuyan Yusuf Akçura ona: “Başka millette olsaydı, bu sebeple bir jübile yapılırdı, o adama karşı hürmet ve şükran bildirilirdi” demişti. Bunun üzerine Yusuf Akçura ve Sadri Maksudî Arsal harekete geçerek, bir bildiri hazırlayıp bu bildiriyi Türkiye ve Rusya’daki tanınmış kimselere göndererek Tercüman’ın 20. yılının kutlanması için bir etkinlik yapılmasına karar verdiler. Önce bildirinin hangi dilde yazılması konusu tartışmışlar, bu çerçevede Sadri Maksudî Bey İstanbul Türkçesi ile yazmayı teklif etmiş ancak Yusuf Akçura buna karşı çıkmıştır. Çünkü yazılacak bildirinin Türkiye’ye gönderilmesi iki yönden istenmeyen sonuçlar doğurabilirdi; bunlardan birincisi Osmanlı’da II. Abdülhamit’in baskıcı yönetimi hüküm sürmekte olduğundan bu bildiriler sahiplerinin eline geçmeden Abdülhamit’in polisleri tarafından okunur ve mektup yollanan kişiler zor durumda kalabilirdi; ikincisi ise Gaspıralı’ya Türkiye’den tebrik mesajları gelmesi Rus hükümetini kuşkulandırabilirdi. Bunun için sadece Rusya Türklerine Kazan Türkçesi ile hazırlanmış bir bildirinin gönderilmesi kabul edildi. Sadri Maksudî Bey tarafından kaleme alınan bildiride, Gaspıralı İsmail Bey’in, Tercüman aracılığıyla bütün dünya Türklerinin uyanması, medeniyetçe yükselmesi için, yirmi yıllık hizmetinin öneminden ve Tercüman gazetesinin yirminci yayın yılına ulaşması sebebiyle, Rusya Türklerinin, milleti için çalışan bu insana saygısını göstermek üzere bir jübile tertiplenmesinin uygun olacağı yazılmıştı. Bildiriye bazı düzeltme ve eklemelerde bulunan Yusuf Akçura, yazıya Polonyalı edebiyatçı Henryk Sienkievicz’in (1846-1916) 50. yaşını kutlaması sırasında Polonya milletinin ona bir ev hediye ettiğini de eklemiştir. Cenevre’de Yusuf Akçura’nın arkadaşı Mahir Said Bey’in matbaasında basılan bildiri Rusya Türklerine gönderilmiş ve 1902 yılının ilkbaharında milliyetçi aydınlar Bahçesaray’da toplanarak Tercüman gazetesinin 20. yılını parlak bir törenle kutlamışlardır.

Gaspıralı, “İttifak-i Müslimîn” isimli Müslümanlar Birliği’nin kurucularından biri olup 1907 yılında kurulan bu birlik Rus İmparatorluğu‘ndaki Müslüman Türk entelektüelleri birleştirmiştir. Rusya’daki Müslüman insanlar için sosyal ve dinî reformlar oluşturmayı amaçlayan Gaspıralı İsmail Bey ilk Rus Müslüman kongresinin de organizatörlerinden biriydi.

Gaspıralı İsmail Bey ve Cedidcilik

Batı’daki aydınlanma felsefesinin İslâm dünyasına yansıması ve “Usûl-i Cedîd” adlı eğitim hareketinin etkisiyle ortaya çıkmıştır. 19. yüzyılın sonlarına kadar Rusya Müslümanlarında ilk öğretim şehirlerde medrese bünyesinde, köylerde ise camilerin yanında bulunan mekteplerde geleneksel yöntemlerle yürütülerek sadece okuma yazma ve ilmihâl bilgisi öğretiliyor, ayrıca Kur’an’dan bazı sûrelerin ezberletilmesiyle yetiniliyordu. “Usûl-i Kadîm” denilen bu yönteme karşı çıkarak yerine usûl-i cedîd adıyla Batı’daki eğitim sisteminden etkilenen bir yöntem öneren kişilere Cedîdciler ve bunlar vasıtasıyla gelişen akıma da Cedîdcilik denilmiştir.

İlk öğretimin ıslahı ve yeni eğitim sisteminin uygulanması düşüncesinin başta gelen temsilcisi Gaspıralı İsmâil Bey’dir. Gaspıralı eğitim ve öğretim münâsebetiyle bulunduğu İstanbul’da Genç Türkler’den, Paris’te iken de sosyalist ve liberallerden etkilenmiş, bu sûretle Batı’daki eğitim sistemini tanıma imkânı bulmuştur. Gaspıralı, Kırım’da ve Rusya’daki diğer Türk beldelerinde halkın içinde bulunduğu gerilikten kurtulması için öncelikle eğitim ve kültüre önem verilmesini istiyor, ıslah çalışmalarının ilkokullardan başlatılması, bu okullarda uygulanagelen Usûl-i Kadîmin terk edilerek yerine Usûl-i Cedîdin yerleştirilmesi gerektiğini savunuyordu. 1883 yılında Kırım’da “Dilde, Fikirde ve İşte Birlik” alt başlığıyla çıkarmaya başladığı Tercüman gazetesinde Usûl-i Cedîdle ilgili fikirlerini dile getiriyor ve ilk öğretimdeki sistemi eleştiriyordu. Gaspıralı’ya göre mektepler, medreselerden ayrılmalı, ilkokulların özel öğretmenleri olmalı, öğretmenler de aylık almalı, ilkokullarda okumanın yanında yazma da öğretilmeli ve coğrafya, matematik, hayat bilgisi gibi hayata dair dersleri de içine alan bir program uygulanmalı, kız çocukları için de ayrı okullar açılmalı ve eğitimin her seviyesine uygun kitaplar hazırlanmalıdır.

Gaspıralı Türk Dünyası’nı birleştirmek için bütün Türklerin rahatça kullanabileceği, anlaşabileceği ortak bir dilin olması gerektiğini savunmuş, bu dilin yaygınlaşabilmesi için her bölgedeki şair, yazar ve gazetelerin bu konuda hemfikir olması gerektiğine dikkat çekmiştir. Daha önce de ifade edildiği üzere Çarlar ve hükûmetleri, Türk boylarının birbiriyle rahat bir şekilde iletişim kurmalarını engellemek için çeşitli yöntemlere başvurmuşlardı. İsmail Gaspıralı, bu tehlikenin farkına vararak hem Türk lehçelerinin korunmasını hem de ortak bir Türkçenin kullanılmasını istemekteydi. Gaspıralı’nın ortak Türkçeden kastı Arapça ve Farsça terkiplerden arındırılmış İstanbul Türkçesi idi. Gaspıralı, Müslüman ve Türk kelimelerini bir bütünün iki parçası olarak kullanmıştı. Gaspıralı, kendisinin çıkarmış olduğu Tercüman’da yayımlanan “Lisan ve Mesuliyet” makalesinde; “Umûmen (genel olarak) Türk evladı olan Rusya Müslümanlarının diyar-be-diyar mahallî şiveler ile söyleştikleri mâlumdur” örneğinde olduğu gibi Müslüman ve Türk kelimelerini bir bütünün parçaları olduğunu vurgulamıştı. Tercüman gazetesinden bilgileri kendi sayfasına taşıyan (Mehmet Âkif, Ebulâlâ Mardin ve Eşref Edip tarafından çıkarılan ve Türkiye’nin en uzun soluklu yayın organlarından biri olan) Sırat-ı Müstakim dergisi bu noktada önemli bilgiler vermektedir. Zira Müslümanlık bilinci Rusya Türk halklarını kaynaştıran ve birleştiren önemli bir argümandı. Bundan dolayı Gaspıralı da dinî kimlik ile millî kimliği bir arada kullanmıştır. Gaspıralı yazılarında sade bir dil kullanmaya dikkat etmiş ve bunu da bütün Türk dünyasının uygulamasını istemiştir. Bu hususta Ziya Gökalp, “Türkçülüğün Esasları” adlı eserinde; “Tercüman gazetesini Kuzey Türkleri anladığı kadar Doğu Türkleri ile Batı Türkleri de anlardı. Bütün Türklerin aynı dilde birleşmelerinin kaabil (mümkün) olduğuna bu gazetenin varlığı canlı bir delildir.” ifadelerine yer vererek Gaspıralı’nın açık ve anlaşılır bir dil kullandığını belirtmekteydi. Sade ve edebî bir Türk dilinin vücut bulması için çalışan Gaspıralı’ya göre dil meselesi sadece edebî bir mesele değil bunun da ötesinde sosyal ve siyasî bir konudur. “Yek Lisan-ı Edebiyesi” (tek edebî dil) olmayan kavim ve milletler ne kadar çok olursa olsun bir millet olamayacaklarını ifade eden Gaspıralı ortak bir dilin önemine vurgu yapmıştır.

Her yönüyle çalışmaktan geri durmayan Gaspıralı, Tercüman vâsıtasıyla iki hususa özellikle dikkat çekmeye çalışmıştır. Bunlardan biri İslâm dininin doğru anlaşılması, diğeri de Türk boylarının Türk kimliği altında birleşmesi meselesi idi. Bu hususların yanında ortak bir kültüre sahip olmak ve teknik olarak ilerlemek onun üzerinde durduğu konulardandı. Fakat bunlara ulaşmada cehâleti, hurâfeleri ve tembelliği engel olarak görmekteydi. Özellikle “usul-i cedid” sistemi ile bir anlamda Müslüman Türk halklarının modernleşerek gelişmesi hedeflenmekteydi.

Yukarıda bahsedilen duygu ve düşüncelere sahip olan İsmail Gaspıralı, matbaa kurarak gazete, dergi, ders kitapları, kültür kitapları basıp yaymış hikâyeler, romanlar ve şiirler yazmıştır. Ayrıca “Bütün Rusya Müslümanları” adı altında kongreler düzenlemiş, “Müslüman Cemiyet-i Hayriyeleri” adını verdiği sivil toplum kuruluşlarını organize etmiştir. Gaspıralı, bu çalışmalarını Kırım’ın dışına da taşıyarak büyük bir “Türk Dünyası”nın varlığını duyurma çabasına girmiştir. O, Rusya Müslümanlarına millîyetperver neşriyatıyla doğru yolu göstermiş ve onların gözünü açmıştır. Gaspıralı, konferans ve kongrelerle de faaliyetlerini yürütmüş ve bu sayede önemli konulara değinmiştir.

Gaspıralı bu hedefler ve ilkeler doğrultusunda 1884 yılında Bahçesaray’da Usûl-i Cedîd okulunu açmış ve yeni yöntemi burada bizzat kendisi uygulamaya çalışmıştır. Bu okul örnek alınarak açılan, eğitim dili Türkçe olan ve kısa zamanda da okuma-yazmayı öğreten bu okullar “Usûl-i Cedîd Mektepleri” olarak adlandırılmıştır. Gaspıralı bu okullardaki Usûl-i Cedîdi, Rusya Müslümanlarına anlatmak ve yaygınlaştırmak için belli başlı Türk merkezlerine seyahatler yapmış, başlangıçta pek ilgi görmeyen Usûl-i Cedîd mektebinden mezun olan öğrencilerin başarıları halkın dikkatini çektikçe okula ilgi artmış, bunun üzerine Kafkasya, Kazan ve Türkistan’ın uzak bölgelerinden Usûl-i Cedîdi tanımak ve öğrenmek üzere öğretmenler ve mollalar Bahçesaray’a gelmeye başlamışlardır.

Gaspıralı’nın yapmış olduğu çalışmalar Rusya’daki Müslüman ve Türkler üzerinde millî bilincin oluşmasına zemin hazırladığı gibi Osmanlı Devleti’nde de geniş yankılar uyandırmıştır. Gaspıralı, özellikle Türk milliyetçiliği düşüncesinin gelişmesinde ve ideoloji haline gelmesinde önemli bir yere sahiptir. O, Köprülüzâde Mehmet Fuat’ın ifadesiyle “Bütün hayatını Türklüğün yükselmesine sarf eden” bir fikir insanı idi. Yusuf Akçura ise onun hakkında: “Hiç kimse Kırımlı (Gaspıralı) İsmail Bey kadar bütün Türklük gayesini açık ve kararlı bir şekilde savunmaya ve fiiliyatta uygulamaya çalışmamıştır.” demekteydi. Gaspıralı ile Yusuf Akçura, 1904- 1908 yılları arasında Rusya Müslümanlarının taleplerine cevap verebilmek için birlikte çalışmışlardı. Yine bu iki Türk mütefekkiri 1911 yılından itibaren, Yusuf Akçura’nın Tercüman’ın “küçük kardeşi” dediği, Türk Yurdu’nu yayımlamaya başlamışlardı.

Nadir Devlet’e göre Gaspıralı’da millî şuur oldukça yüksekti. Gaspıralı’nın ortaya attığı “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” şiarı sadece Rusya Türklerini değil, belki de bütün Türkleri birleştirmek arzusunu ifade ediyordu. Netice itibariyle kendini Türk Dünyası’na adayan Gaspıralı’nın, yayınlamış olduğu neşriyatıyla önemli bir sorumluluğu yerine getirdiği açık bir şekilde müşâhede edilmektedir.

İsmail Gaspıralı’nın çalışmalarına bakıldığında İslâm’ın Türk millî birlik ve bütünleşmesinde önemli bir yere sahip olduğu göze çarpmaktadır. Bunun yanında toplumsal değişimin çağın ihtiyaçlarına göre ve dinî değerleri koruyarak gerçekleşmesi gerektiğine dikkat çekmiştir. Gaspıralı, çalışmalarında Türklük ve Müslümanlığı birbirlerini tamamlayıcı unsur olarak kullanmıştır. O, Türklüğü sadece ırkî özelliklerine atıf yaparak değil dinsel boyutu ile birlikte ele almıştır. Birçok zorluğa ve imkânsızlıklara rağmen hedeflerinden vazgeçmeyen Gaspıralı, Türk milletine değerli bir miras bırakmıştır. Gaspıralı’nın Türklüğü, ortak bir dil (Türk dili) ve ortak bir din (İslâm) kimliği çerçevesinde temellenmiştir. Öte yandan Türk dünyasının dil üzerinde ortak bir noktada buluşmasını ve bunun da (Arapça ve Farsça terkiplerden arındırılmış) İstanbul Türkçesi ile mümkün olacağını vurgulamıştır. Onun hedefinde sadece Rusya Türkleri değil Osmanlı’yı da içine alan bütün Türk Dünyası vardır. Özellikle Türk halklarının eğitimle kendilerini geliştirip modernleşerek kültür birliğini oluşturmaları gerektiğini sık sık dile getirmiştir.

İsmail Gaspıralı, Çarlık Rusyası tarafından bu ülke egemenliğindeki Türklerin (Kazak, Azeri, Türkmen, Başkurt, Tatar, Kırgız, Tacik, Yakut, Özbek, Karakalpak gibi) çeşitli isimler altında sınıflandırılmasına karşı çıkmaktaydı. Ona göre “Türk Milleti” tabiri bütün boylar için kullanılan yegâne ad olmalıydı. Bu durumun farkında olan Gaspıralı, Türk Dünyası’nda birçok boy adının olduğunu fakat bunların Türk milletinin adı olamayacağını belirtmekteydi. Kendisi bütün boyların tek bir millet olduğunu ve bunun adının da Türk milleti olduğu görüşünü savunmaktaydı. Çarlar ve hükûmetleri Türk boylarının kendi aralarında iletişim kurmalarını engellemek için mahallî lehçe ile edebiyatlarını işlemelerini ve geliştirmelerini önleyecek bütün tedbirlere başvurdular. Diğer taraftan misyonerler vasıtasıyla da birtakım faaliyetlere girişerek bir misyoner yatağı olan Rusya’da en küçük Türk lehçelerine dahi vâkıf olan hususî misyonerler yetiştirdiler. Bu misyonerler bilhassa Türk diline Rusça kelime ve dil kurallarını yerleştirip dil asimilasyonuna sebebiyet vermek amacı ile kullanıldılar.

İsmail Gaspıralı Bey’in ortaya koyduğu ve başlattığı Cedîdcilik hareketi din, dil, kültür ve ideal birliğinden dolayı Rusya Müslümanları arasında süratle yayılarak Kazan, Azerbaycan ve Türkistan’da da etkisini göstermiştir. Cedîdcilik hareketi ve Usûl-i Cedîd mektepleri sanayi ve ticaretin nispeten geliştiği, görece şehirleşmiş olan Kazan, Kırım ve Azerbaycan’da büyük bir yaygınlık kazandığı hâlde kapalı tarım toplumu niteliğindeki Türkistan (bugünkü Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan) coğrafyası bu harekete başlangıçta tamamen ilgisiz kalmış, hatta Gaspıralı’nın bu ilgisizliği gidermek maksadıyla 1893 yılında buralara yaptığı seyahatten sonra bile bu coğrafyada 1900 yılına kadar kayda değer bir gelişme sağlanamamış, 20. Yüzyılın başından itibaren de Türkistan’da politik, ekonomik ve sosyal şartların elverişsizliğine rağmen Cedîdcilik sınırlı da olsa bir gelişme göstermiş ise de Türkistan’daki tutucu sosyal yapı sebebiyle Kadîmci zihniyetin gücünü koruması yüzünden, Türkistan’da Cedîdcilik diğer Türk coğrafyalarındaki kadar başarılı olamamıştır. Nitekim 1910 yılına doğru Rusya’daki Müslüman Türk toplumlarında açılan Usûl-i Cedîd mekteplerinin sayısı 5.000’e ulaştığı halde Türkistan’da 100’ü bulmamıştı. Bahse konu coğrafyalarda basının gelişmesi de buna paralel olmuştur.

Cedîdcilik hareketi bir yandan siyasî otoritelerin, diğer yandan da Rusya Türkleri’nin birliğini İslâm’da gören ve yenileşmenin halkın Ruslaşmasına yol açacağını ileri süren Kadîmciler’in muhalefetiyle karşılaşmıştır. Cedîdciler’e karşı olanların ihbarları üzerine okullar kapatılmış, buralardaki görevliler başka yerlere sürgün edilmiş, bu şekilde Rus millî eğitim teşkilâtı ve müfettişleri Usûl-i Cedîd mekteplerinde uyanan Türkçülük düşüncesini kontrol altında tutmaya çalışmıştır. Buna rağmen Rus sosyalistleri ve Batıcıları tarafından desteklenen Cedîdciler ile bunlara karşı olan Kadîmciler arasındaki mücâdele Cedîdciler’in lehine kapanmış, ancak Kadîmciler’in muhalefeti de sistemin başarısını hayli yavaşlatmıştır.

1905 yılına kadar ilkokulları ıslah çabasından ibaret olan Cedîdcilik, bu tarihten sonra sosyal ve kültürel hayatta da yeniliği savunan bir hareket hâline gelmiştir. Eğitim alanında medreselerin ıslahı, okuma yazmanın kolaylaştırılması, okuma oranının arttırılması ve kadının toplumdaki yerinin yükseltilmesi gibi konularda başarılı hizmetler Cedîdcilik, diğer alanlarda Rus idaresinin olumsuz tutumu ve diğer engeller sebebiyle yeterince başarı sağlayamamıştır. Bununla birlikte Cedîdciler 1905-1917 döneminde siyasî faaliyetlerde de bulunmuşlar, ancak bazılarının sol siyasî hareketler içinde yer alması, Kadîmciler’in onları dinsizlik ve sosyalistlikle suçlamasına ve Çarlık idaresinin de kendilerine karşı harekete geçmesine sebep olmuştur. Usûl-i Cedîd mekteplerini “ihtilâl ocakları” olarak görmeye başlayan Rus idaresi 1912 yılında pek çok Cedîdci öğretmeni tutuklamıştır. Ekim (1917) Devrimi’ne doğru Cedîdciler milliyetçilikten Bolşevikliğe kadar uzanan geniş bir yelpaze içinde yer almışlardır. Bu şekilde başlangıçta bir “aydınlanma hareketi” olarak ortaya çıkan Cedîdcilik, kültürel tezlerine uygun olarak zamanla politik hedeflere de yönelmiş ve Rusya Türkleri’nin bağımsızlık mücadelelerinin siyasî ideolojisi hâline gelmiştir.

Cedîdciler, bütün milletlere kendi kaderlerini tayin etme hakkının verileceği vaadiyle ortaya çıkan Bolşevizm’den kendi gayeleri doğrultusunda faydalanma ümidine kapılmışlar, Bolşevizm’in gerçek niteliğinin henüz tam anlaşılmadığı bir dönemde birçok Cedîdci, Bolşevik Partisi’ne girerek Müslüman gruplar oluşturmuşlar ve parti içinde kendi idealleri doğrultusunda çalışmalar yapmışlardır.

Her ne kadar Cedîdciliğin tarihi son derece trajik olmuş ise de bu çabalar hebâ olmamış, bu uğurda bir buçuk yüzyıldır merkezî idarenin her türlü, meşakkat, baskı, işkence ve zulmüne rağmen azimle sürdürülen çabalar özellikle de SSCB’nin son lideri olan Gorbaçov zamanında (15.03.1990-25.12.1991) oluşan görece demokratik ortamda Rusya’daki Türk halkları bünyesinde meydana gelen millî hareketlerin fikir ve ilham kaynağını oluşturmuştur. Nitekim Sovyet Türkleri’nin bu ikinci dönemdeki millî uyanış hareketlerinin hedeflerinden biri de Stalin tarafından mahkûm edilen Cedîdci önderlerin itibarlarının iadesini sağlamak olmuştur.

Gerek SSCB döneminde, gerekse 1990’lı yılların başından itibaren SSCB’nin dağılmasına paralel olarak Azerbaycan ve Türkistan coğrafyasında bağımsızlığını ilan eden Türk cumhuriyetlerinde, gerekse (Kazan gibi) Rusya Federasyonu ve (Kırım gibi) Ukrayna coğrafyasında kalmış Türk halklarında yaşanan millî uyanış hareketlerinin tarihî ve siyasî kökleri Cedîdciliğe dayanmaktadır.

Sonuç yerine…

“Dilde, fikirde, işte birlik” şiarıyla Türk dünyasında çığır açan, Cedîdcilik akımının öncüsü ve Türk Dünyası’nın aydınlanma liderlerinden Gaspıralı İsmail Bey’in vefatının 108 yıldönümünde ve onun değerli şahsında Rusya coğrafyasında milletinin gelişmesi ve yücelmesi için gayret etmiş, bu uğurda nice zorluklara katlanmış, sürgün ve ölüm dâhil yüksek bedeller ödemiş cümle Cedîdci çizgideki aydınlara saygı ve rahmetle...

FAYDALANILAN KAYNAKLAR

---; “Türk Dünyası’nın çınarı İsmail Beğ Gaspıralı”, 27.05.2025, https://www.dunyabulteni.net/hayata-dair/turk-dunyasi-nin-cinari-ismail-beg-gaspirali-h331091.html, Erişim Tarihi: 18.09.2022.

Akyol, Taha; "Cedicilik", TDV İslam Ansiklopedisi, C. 7, İSAM, İstanbul 1993.

Arslan, Mehmet; “Gaspıralı İsmail Beyin Eğitim Reformu ve Usûl-u Cedîd - Gaspıralı İsmail Beyin Yaşam Öyküsü ve Türk Fikir Hayatına Etkileri”, GAU Journal of Social and Applied Science, Volume 8, Issue 1,  file: /// C:/Users/User/Downloads/GASPIRALI_ISMAIL_BEYIN_EGITIM_REFORMU_VE.pdf, Erişim Tarihi: 18. 09.2022.

Devlet, Nadir; “Yusuf Akçura’nın Hayatı ((2 Aralık 1876 – 11 Mart 1935)”, 05.02.2019,  https://www.altayli. net/yusuf-akcuranin-hayati-1876-1935.html, Erişim Tarihi: 18.09.2022.

Gül, Yavuz Ercan; “Türk Halkları Arasında Usul-i Cedid Mekteplerinin Ortaya Çıkışının Sosyo-Politik Sebepleri”, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 7, Sayı: 44, Şubat 2020, file:///C:/Users/User/ Desktop/TURK_HALKLARI_ARASINDA_USUL-I_CEDID_MEKTEPLERININ_.pdf, Erişim Tarihi: 18. 09.2022.

Hekimoğlu, Vecihi Sefa Fuat; “İsmail Bey Gaspıralı ve Türk Birliği İdeali”, 27.01.2021, https://www. ergenekun.net/ismail-bey-gaspirali-ve-turk-birligi-ideali.html, Erişim Tarihi: 18.09.2022.

Paksoy, İrfan; Azerbaycan Aydınları, Alka Yayınevi, Trabzon 2020.

Paksoy, İrfan; “Tarihe Kayıt Düşen Bir Ziyâlı: Ahmed Cevad Ahundzâde”, http://www.dibace.net/.../tarihe-kayit-dusen-bir-ziyali.../, Erişim Tarihi: 24.09.2022.

Toksoy, Ahmet; “XX. Yüzyıla Girerken Türk Dünyası ve İsmail Gaspıralı”, https://turkoloji.cu.edu.tr/ CAGDAS%20TURK%20LEHCELERI/toksoy_gaspirali.pdf, Erişim Tarihi: 24.09.2022.

Yücebaş, Ferit; “İsmail Gaspıralı’nın Türk-İslâm Birliğine Yönelik Faaliyetleri”, Türk Dünyası Araştırmaları, Mart - Nisan 2020, Cilt: 124, Sayı: 245.

Yalvar, Cihan; “Türk Dünyasının Sönmeyen Ateşi: İsmail Bey Gaspıralı (1851-1914)”, Yeditepe Üniversitesi Tarih Bölümü Araştırma Dergisi, Cilt 1, Sayı 2, Haziran 2017, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/314422, Erişim Tarihi: 24.09.2022.

Yıldırım, Mehmet; “İsmail Gaspıralı”,  https://weblenow.com/ismail-gaspirali/, Erişim Tarihi: 18.09.2022.