Dr. İrfan Paksoy

Tüm yazıları
...

MÜTÂREKE’DEN CUMHURİYETE

1962 yılında Kahramanmaraş’ta doğmuş olan İrfan Paksoy, ilk ve orta eğitimini Kahramanmaraş’ta yapmış, lisans eğitimini Hava Harp Okulunda (Yeşilyurt-İstanbul) tamamlamış ve Eylül 1984 ayında da Hava Kuvvetlerinde subay olarak göreve ve meslekî yaşamına başlamıştır.

Meslek hayatı boyunca (1984-2015) değişik kademelerde görev yapmıştır. Bu çerçevede; Hava Kuvvetlerinin değişik birlik ve kurumlarında, Millî Savunma Bakanlığı Dış Tedarik Daire Başkanlığında, Genelkurmay Başkanlığında ve Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Komutanlığında değişik kademelerde proje subayı, yönetici ve komutan olarak; Millî Güvenlik Akademisinde öğretim elemanı ve Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı Başkanı olarak, 1999-2002 döneminde de üç yıl süreyle Almanya’da Savunma Bakanlığı bağlısı kısa adı BWB olan Federal Savunma Teknolojisi ve Tedarik Dairesi nezdindeki Türk İrtibat Ofisinde Türk Silahlı Kuvvetlerini temsilen irtibat subayı olarak görev yapmıştır.

1991 yılında girdiği Hava Harp Akademisini (1) (Yenilevent-İstanbul) 1993 yılında tamamlamış (2) ve kurmay subay olmuş, 1998 yılında 69. dönem müdavimi olarak Silahlı Kuvvetler Akademisinde (3) (Yenilevent-İstanbul), Eylül 2011-Şubat 2012 döneminde de Millî Güvenlik Akademisinde (Ankara) eğitim görmüş, 2007-2009, 2011 -2013 dönemlerinde de Millî Güvenlik Akademisinde (4) öğretim elemanı ve Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı Başkanı olarak görev yapmıştır.

2003 yılında Erciyes Üniversitesi (Kayseri) Tarih Ana Bilim Dalı Türkiye Cumhuriyeti Bilim Dalında başladığı doktora eğitimini 2008 yılında tamamlamış “Tek Parti Dönemi Siyaset Kültürünün Sonrasına Etkileri” başlıklı tezi ile “Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Doktoru” unvanını almıştır.

Yazar Eylül 2017 ayında Ankara Üniversitesi Gayrimenkul Geliştirme ve Yönetimi Bölümünde başladığı yüksek lisans eğitimini “1858 Arazi Kanunnâmesi Bağlamında Tanzimâttan Cumhuriyete Arazi Mülkiyet Sistemi” konulu çalışması ile 18 Ocak 2020 tarihinde tamamlamış olup Şubat 2020 ayından beri Ankara Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesinde yarı zamanlı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.

Yazarın 2018 yılında yayımlanmış “Cihan Harbi’nde Osmanlı Devleti”, 2020 yılında yayımlanmış “Bilgelik Okumaları” ve 2021 yılında yayımlanmış (müşterek bir çalışma olan) Enver Paşa (Hürriyet, Adalet, Müsâvât)” ve “Azerbaycan Aydınları” isimli araştırma-inceleme dalındaki eserleri ile yayımlanmış birçok makalesi bulunmakta olup değişik dergi ve yayın organlarında belirli aralıklarla da makâle yazmaktadır.

Yazar evli olup, iki evlat ve bir torun sahibidir.

 

DİPNOTLAR:

(1) Harp Akademileri bünyesinde verilmekte olan iki yıl süreli kurmaylık eğitimi YÖK ile Gnkur.Bşk.lığıjnda yapılan protokol gereği “Yönetim, Uluslararası İlişkiler, Kamu Yönetimi ile Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi” bilim dallarında yüksek lisans eğitimine muadil kabul edilmiştir.

(2) Yazarın Hava Harp Akademisi eğitimi esnasında “TSK’da şeffaflık ilkesinin amaç, ilke ve esasları nasıl olmalıdır?” başlıklı tezi hazırlamıştır.

(3) Yazarın (uluslararası ilişkiler, küresel ve bölgesel ilişkiler ve güvenlik, bölgesel ve küresel ekonomi, kriz yönetimi, ulusal güvenlik ve strateji konularında disiplinlerarası bir eğitim niteliğinde olan) 4,5 ay süreli Silahlı Kuvvetler Akademisi eğitimi esnasında “Hava Kuvvetleri Komutanlığının 21’inci Yüzyılda Lojistik Yapılanması Nasıl Olmalıdır?” başlıklı bir tez hazırlanmıştır.

(4) Millî Güvenlik Akademisi eğitimi asker ve sivil orta ve üst düzey yöneticilere verilmekte olan ulusal ve NATO ittifakı ölçeğinde (stratejik seviyede) kriz yönetimi ve harp yönetimi konularında teorik ve uygulama düzeyinde bir eğitimi içeren; ulusal, bölgesel ve küresel ölçekte politik, askerî, ekonomik ve sosyo-kültürel gelişmeler konusunda müdavimlerine vizyon kazandıran disiplinlerarası bir eğitimdir.

Dr. İrfan Paksoy

“Benim nâciz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet pâyidar kalacaktır.”

Mustafa Kemâl ATATÜRK

Millet olarak bu yıl 99. yıldönümünü kutlayacak olduğumuz Cumhuriyet, dört yıl süren bir mücâdelenin ardından ilan edilmiştir. Makale kapsamında yok oluştan kurtulmanın, bağımsızlığı kazanmak için yapılan mücâdelenin ve Türk milletinin var olma savaşının Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan süreci paylaşılacaktır.

Takvimler, 30 Ekim 1918 tarihini gösterirken I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu da Mondros Ateşkes Anlaşması'nı imzalıyordu. 31 Ekim 1918 tarihinde de Mustafa Kemâl Paşa 7. Ordu Komutanlığından karargâhı Adana'da konuşlu olan Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı görevine atandı. Mondros Ateşkes Anlaşması’nın daha mürekkebi bile kurumadan İtilaf Devletlerinin Türk Yurdu'na karşı başlattıkları işgâl eylemi, Türk tarihine "İstiklâl Harbi" diye geçecek olan oldukça kanlı ve yeni bir savaşı başlatacaktı.

Ateşkes Anlaşmasının harfiyyen uygulanması durumunda vatanın tamamen işgâl edileceğini anlayan Yıldırım Orduları Grup Komutanı Mustafa Kemâl Paşa İstanbul'a gönderdiği yazı ve telgraflarla ateşkes anlaşmasının hükümlerinin ne şekilde uygulanacağına dair sorular soruyor, Halep civarındaki İngiliz birliklerinin iaşesi için İskenderun'un İngilizler tarafından işgâl edilmek istenmesi üzerine, İtilaf Devletleri tarafından karaya asker çıkarmaya ilişkin hüküm bulunmadığını belirtiyordu.

İstanbul Hükûmeti, Yıldırım Orduları Grup Komutanı Mustafa Kemâl Paşa'nın, yayılmaya devam eden işgâl ordularına karşı nezâket göstermesini, ateş açılsa bile karşı konulmamasını istiyordu. Mustafa Kemâl Paşa, 8 Kasım 1918 tarihinde İstanbul Hükûmetine verdiği cevapta, bu emri uygulamaya yaradılışının elverişli olmadığını, her ne sebep ve bahaneyle olursa olsun İskenderun'a çıkacak İngiliz askerlerine ateş açılacağını bildirirken, verilen emirleri uygulayacak yeni bir komutan atanmasını istiyordu.

Yıldırım Orduları Grup Komutanı Mustafa Kemâl Paşa'nın bu direnişi sonucu Hükûmet ile arasında meydana gelen sorun uzun süre devam etmedi. Yıldırım Orduları Grup Komutanlığının lağv edilmesi üzerine Mustafa Kemâl Paşa, Antep ve diğer güney illerindeki halka silah dağıtarak 10 Kasım 1918 tarihinde görevinden ayrılıp Sadrazam İzzet Paşa'nın daveti üzerine İstanbul'a gitmek üzere Adana'dan ayrıldı. Mustafa Kemâl Paşa'nın bölgedeki halka silah dağıtması, bu bölgede daha sonra Fransız işgâline karşı başlatılacak olan Millî Mücâdele için fevkalâde etkili oldu.

Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması artık muhakkak gibiydi. Dürüst ve ilkeli bir devlet adamı olan Sadrazam Ahmet İzzet Paşa (1864-1937) Enver Paşa ve arkadaşlarının ülke dışına kaçması üzerine Padişah ve kamuoyu nezdinde büyük ithamlara maruz kaldı. Bir taraftan Damad Ferid Paşa ile Âyan Meclisi Başkanı Ahmed Rızâ Bey’in aleyhte çalışmaları, bir taraftan da Padişahın kabinede bulunan İttihatçı nâzırlardan Câvid, Ali Fethi, Hayri ve Rauf Beylerin uzaklaştırılmasını ısrarla istemesi üzerine Sultan Vahdeddin’i Kânûn-ı Esâsî’yi (Anayasa’yı) çiğnemekle suçlayarak 8 Kasım 1918 tarihinde kabinesiyle birlikte istifa etti. İstifası sonrası yeni kabineyi Ahmet Tevfik Paşa kurdu.

13 Kasım 1918 tarihinde İstanbul'a gelen Mustafa Kemâl Paşa, herkesi ümitsizliğin en derin uçurumlarına sürüklenmiş bir halde bulmuştu. Galip devletlerin istediklerini yapabilecekleri ağızdan ağıza dolaşıyordu. Doğrusu ümide pek az yer vardı. Mustafa Kemâl Paşa, durumun çok vahim olduğunu görmesine rağmen karamsar değildi. Öyle ki, İstanbul'da demirli duran İtilaf Devletleri'ne ait donanmayı gördüğünde bile kararlılıkla "Geldikleri gibi giderler" diyebilmişti. Sarayın teslimiyetçi tutumu karşısında yegâne kurtuluş yolunun Millî Mücâdele olduğunu anlamış ve gözlerini Anadolu yaylalarına çevirmişti. İşgâllere karşı bazı bölgelerde gösterilen direniş ve millî teşekküllerin kurulması da onu umutlandırmıştı.

Yenilgiyle sonuçlanan Birinci Dünya Savaşı sonucu Suriye, Irak, Arabistan ve Filistin de kaybedilmişti. Mütareke sonrasında da İngilizler, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarını tutmuşlar, Fransızlar Senegalli zencilerle İstanbul'a yerleşmişler, İtalyanlar da Beyoğlu'nu ele geçirmişler ve aynı zamanda demiryollarını kontrolleri altına almışlardı.

Padişah Vahidettin iç politikanın dengesiz ve istikrarsız bir yapıya girdiğini hissederek 21 Kasım 1918 tarihinde Meclis-i Mebûsan’ı dağıttı. İstanbul'da fiilî iktidar artık Saray'ın, bunun da ötesinde her türlü güç ve kudretten mahrum olan Saray'ı da kontrol altında bulunduran İtilaf Devletlerinin elindeydi.

İtilaf Devletleri Mondros Ateşkes Anlaşması'nın 7’nci maddesini gerekçe göstererek yurdun dört bir yanını işgâl ediyordu. Türk milleti için acı dolu günler başlamıştı. İşgaller birbiri ardına devam ederken tarih bugünleri şöyle yazdı:

* 9 Kasım 1918: İskenderun İngiliz tarafından işgâl edildi.

* 13 Kasım 1918: İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan gemilerinden oluşan 61 parçalık İtilaf Devletleri Donanması İstanbul'a geldi ve karaya kuvvet çıkardı.

* 6 Aralık 1918: İngilizlerin Kilis'i işgâl etmeleri.

* 7-17 Aralık 1918: Fransızların Antakya'ya girmeleri ve denizden Mersin'e çıkarma yapmaları.

* 23 Aralık 1918: İslâhiye, Osmaniye ve Bahçe’yi düşman çizmesi çiğnedi.

* 1-12 Ocak 1919: İngilizlerin Antep'i ve Ermeni amaçlarına hizmet etmek için Kars'ı işgâl etmeleri.

* 22 Şubat 1919: Maraş, İngiliz işgâli altında...

* 8-9 Mart 1919: Fransızların Zonguldak’a, İngilizlerin de 2.000 kişilik bir müfrezeyle Samsun'a çıkmaları.

* 24-28 Mart 1919: İngilizlerin Urfa'yı, İtalyanların karaya asker çıkararak Antalya'yı işgâl etmeleri.

* 16 Nisan 1919: Fransızlar, Afyonkarahisar İstasyonu'nu işgâl altına aldı.

Türk milletinin bağımsız yaşama arzusunu canlandırabileceği yegâne gücün yine milletin bizatihî kendisinin olduğuna inanan Mustafa Kemâl Paşa Anadolu'ya geçmek için bir fırsat arıyordu. Bu sıralarda Karadeniz'de Pontus Rum Devleti kurmak isteyen Rum Çetelerin, bölgedeki Müslüman ahâliye saldırıları artmış, yerel Müslüman halk da buna karşılık vermeye başlamıştı. Bölgede yaşanan olayların İstanbul’daki İngiliz işgal makamlarına yerel Rum ahâlinin saldırılara mâruz kaldığı şeklinde takdim edilmesi üzerine İngiliz makamları, asâyiş sağlanamadığı takdirde bölgeyi işgâl edeceklerini bir notayla İstanbul Hükûmeti'ne bildirir. Bu olaylara bir çözüm bulmak isteyen Padişah ve Hükûmet, siyasetten uzak duran, dürüst ve güvenilir bir asker olan Mustafa Kemâl Paşa'yı bu nitelikleri nedeniyle olağanüstü yetkilerle donatarak 9. Ordu Müfettişi olarak görevlendirdiler.

I. Dünya Savaşını sonlandıracak barış antlaşmalarını müzâkere etmek üzere 18 Ocak 1919 tarihinde Paris'te toplanan İtilaf Devletleri temsilcileri, Yunanlıların İzmir'i işgâli konusunda karar almışlardı. Bu karar gereği 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir'de, yerli Rum ahâlinin “Zito (Yaşasın) Venizelos” tezahüratlarıyla beraber Yunan işgâli başlamıştı.

İzmir’deki Yunan işgâlinin ertesi günü öğleye doğru mâiyetiyle birlikte Bandırma Vapuru ile İstanbul'dan ayrıldı ve 19 Mayıs 1919 tarihinde de Samsun'a vardı. Bu tarih, Millî Mücâdele’nin fiilen başladığı tarihtir.

Mustafa Kemâl Paşa Samsun'a çıktıktan sonra bölgedeki durumu inceler ve 21 Mayıs 1919 tarihinde İstanbul Hükûmetine bir telgraf çeker. Bu telgraf İzmir'in Yunanlılar tarafından işgâlinin Ordu ve Milleti çok derinden yaraladığını belirterek, bu haksız tecavüzü sindiremeyeceklerini ve kabul etmeyeceklerini açıklıyordu.

22 Mayıs'ta çektiği bir başka telgrafta ise;

*İngilizlerin 9 Mart 1919 tarihinde Samsun'a haksız yere asker çıkarmış olduklarını belirtiyor ve Hükûmetin önlem almasını istiyor,

* Bölge halkının Rum saldırılarına karşı çeteler kurarak savunmaya geçtiklerini,

* Rumların, Samsun üzerindeki emellerinden vazgeçtikleri takdirde, bölgede asayişin kendiliğinden sağlanacağını belirtiyordu.

Bu arada Anadolu'nun Batısındaki Yunan işgâlleri birbiri ardına devam ediyordu. Yunanlılar, 26 Mayıs'ta Manisa'ya, 27 Mayıs'ta da Aydın'a girmişti. Mustafa Kemâl Paşa 25 Mayıs 1919 tarihinde Havza'ya geçti. İstiklâl mücâdelesinin ordu ve milletin iş birliği ile gerçekleştirilebileceğine inanan Mustafa Kemâl Paşa Anadolu'daki ve Trakya'daki komutanlarla temasını daha da artırdı. 28 Mayıs 1919 tarihinde komutanlara, valilere ve millî kuruluşlara gönderdiği Havza Genelgesiyle; ülkenin içinde bulunduğu şartları anlattıktan sonra her tarafta işgâli protesto için mitingler yapılmasını, halka felaketin büyüklüğünü anlatarak bunu köylere kadar yaymalarını istedi. Halk arasında büyük heyecan meydana getiren bu genelgenin ardından düzenlenen mitinglere binlerce insan katıldı. Özellikle İstanbul'daki mitinglerin çok heyecanlı geçmesi işgâl kuvvetlerini çok kızdırdı. Bunun üzerine İngilizler tutuklu bulunan 67 Türk devlet adamını Malta'ya sürdüler ve İstanbul Hükûmeti'ne baskı yaparak Mustafa Kemâl Paşa'nın geri çağrılmasını istediler. İstanbul Hükûmeti de bu baskılara dayanamayarak 8 Haziran 1919 tarihinde onu görevinden İstanbul’a geri çağırdı.

Mustafa Kemâl Paşa, kendisini geri çağıran Harbiye Nezareti'ne oyalayıcı bir cevap vererek 12 Haziran 1919 tarihinde vardığı Amasya'da halk tarafından büyük bir coşku ve heyecanla karşılandı. Burada Refet Bey, Ali Fuat Paşa ve Rauf Bey'in de katkılarıyla 14 Haziran'da kurulan Müdafaa-i Hukuk Derneği bünyesinde, Mustafa Kemâl Paşa tarafından daha önce hazırlanmış bir metin üzerinde yapılan çalışmalardan sonra Amasya Genelgesi kabul edildi.

Konya'da bulunan 2. Ordu Müfettişi Mersinli Cemâl Paşa ile Erzurum'da bulunan 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa'nın da onaylamasından sonra Mustafa Kemâl Paşa'nın yâveri Cevat Abbas Bey tarafından 21 Haziran 1919 tarihinde kaleme alınan bu tarihi metin, bir genelgeyle 22 Haziran 1919 tarihinde Anadolu'daki mülkî ve askerî makamlara şu tarihî sözlerle ulaştı: ''Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir. Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve iradesi kurtaracaktır. Sivas'ta millî bir kongrenin acele toplanması kararlaştırılmıştır.''

Amasya Genelgesi hem Millî Mücâdele’nin başladığını hem de Millî Mücâdele’nin amaç ve programını gösteren bir belge niteliğindedir. Artık Türk Milleti işgâllere katlanmak yerine, bağımsız yaşamak için savaşmayı tercih ediyordu.

15 Haziran 1919 tarihinde 9. Ordu Müfettişliği kaldırılarak görevleri Erzurum'da yeni kurulan 3. Ordu Müfettişliğine devredildi. Kâzım Karabekir Paşa da 3. Ordu Müfettişliğini vekâleten yürütmeye başladı.

Amasya Genelgesi'nin ilanından fevkalâde rahatsız olan Damat Ferit Paşa Hükûmeti, 23 Haziran 1919 tarihinde Mustafa Kemâl Paşa'yı İstanbul'a geri çağırdıysa da O bu emre itaat etmeyerek Erzurum Kongresi'ne katılmak üzere Amasya'dan ayrıldı. Harbiye Nâzırlığından çekilen 5 Temmuz 1919 tarihli telgrafta Hükûmetin emri tekrarlanarak Mustafa Kemâl Paşa Padişah adına İstanbul'a çağrıldı. Mustafa Kemâl Paşa da Harbiye Nâzırı'na 6 Temmuz 1919 tarihinde şu cevabı verdi: "Vilâyet-i Şarkiye ahâlisi arasından çıkıp gelmek hususundaki yüksek tekliflerinizi yerine getirmede şahsî irademi kullanmaktan mânen ve maddeten yasaklanmış bulunuyorum.'' Harbiye Nâzırlığı 8 -9 Temmuz 1919 geceki telgrafıyla Mustafa Kemâl Paşa'yı görevinden azletti. Mustafa Kemâl Paşa da aynı gün Hükûmet'e ve Saray'a birer telgraf göndererek "Sine-i millette bir ferd-i mücahit olarak çalışmak üzere" çok sevdiği askerlik mesleğinden ve görevinden istifa etti.

Mustafa Kemâl Paşa artık rütbesiz ve yetkisiz bir kişiydi. Artık milletin bir ferdi olarak, milletten kuvvet, kudret ve ilham alarak tarihi vazifesine devam edecekti.

Mustafa Kemâl Paşa'yı Erzurum'da karşılayan Kâzım Karabekir Paşa'nın tavrı Millî Mücâdele’nin başarısı yolunda çok önemli bir aşama olmuştu. Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemâl Paşa'ya "Üzülecek bir şey yok Paşam. Üniformanızı çıkarsanız da mukaddesâtım üzerine söz veriyorum ki size üstüm olduğunuz zamandan daha bağlı kalacağım." demiştir. 

Amasya’dan sonra, Rauf Bey ile birlikte, Sivas ve Erzincan üzerinden Erzurum’a giden ve İngilizlerin İstanbul Hükûmeti nezdindeki baskısı sonucu 8/9 Temmuz 1919 gecesi askerlikten ayrılmak zorunda kalan Mustafa Kemâl Paşa, Doğu Vilayetlerini de içine alan genişletilmiş bir Ermenistan tehdidine karşı yapılan ve 24 Temmuz 1919 tarihinde de Erzurum’da toplanan Doğu vilayetleri temsilcilerinin kongresine katılır ve kongreye başkan olur. Onun ustaca yönetimi sâyesinde, Erzurum Kongresinin 7 Ağustos 1919 tarihinde yayımlanan beyannâmesi, Amasya Genelgesine uygun olarak hazırlanır. Erzurum Kongresinin aldığı en önemli karar, daha sonra Misak-ı Millî olarak tanınacak olan demecin ilk nüshasını hazırlamış olmasıdır. O tarihte Erzurum’da bulunan Mütâreke denetim subayı İngiliz Yarbay Rawlinson, rüzgârın hangi yönden esmekte olduğunu fark edip, Türk milliyetçilerinin gelecekte büyük bir İslam Cumhuriyeti kurma ihtimâli olduğunu Londra’ya bildirmişti.

7 Ağustos'ta çalışmalarını tamamlayan Erzurum Kongresinde; vatanın bölünmez bir bütün olduğu, yabancıların işgâl ve müdâhalesine karşı savaşılacağı, İstanbul Hükûmetinin milletin bağımsızlığını koruyamadığı takdirde (Sivas’ta toplanması planlanan millî kongre tarafından) geçici bir hükûmet seçileceği, Kuva-yı Milliye ve millî iradeye bağlı kalınacağı, ülkedeki Hristiyan unsurlara siyasî egemenlik ve sosyal dengeyi bozucu ayrıcalıklar tanınamayacağı ve hâlihazırda kapalı olan parlamentonun derhal toplanması gerektiği karara bağlandı. Kongre'de alınan kararlar, telgrafla Batı Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine, işgâl makamlarına ve yabancı basına ulaştırıldı.

Erzurum Kongresi’nin ardından, Hükûmet tarafından Mustafa Kemâl Paşa ve Rauf Orbay hakkında tutuklama kararı çıkartıldıysa da Doğu Anadolu'da bu emri yerine getirecek bir makam bulunamaması Hükûmetin ne denli zaaf içinde olduğunu gösteriyordu.

Amasya Genelgesi gereğince ülkenin dört bir yanından gelen temsilcilerin katılımıyla 4 Eylül 1919 tarihinde açılan Sivas Kongresi'nde Kongre Başkanlığına Mustafa Kemâl Paşa seçildi.

11 Eylül 1919 tarihinde çalışmalarını tamamlayan Kongre sonucu; millî sınırlar içinde bulunan vatan topraklarının bir bütün olduğu ve parçalanamayacağı, her türlü işgâl ve müdâhaleye karşı milletin birlik olarak müdafaa ve mukâvemet edeceği, Kuva-yı Milliye'nin etkin ve millî iradeyi hakim kılmanın esas olduğu, manda ve himâyenin kabul edilemeyeceği, millî iradeyi temsil etmek üzere Meclis'in derhal toplanmasının zorunlu olduğu, aynı gaye ve millî vicdan ile kurulan cemiyetlerin "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-Hukuk Cemiyeti" adı altında birleştirildiği karara bağlanmıştır.

Millî Mücâdele’nin Amasya Genelgesiyle ortaya konan ilkeleri Erzurum ve Sivas Kongrelerinde somut bir biçim almıştı. Bu gelişmeler yaşanırken Batı Anadolu'da da Yunan işgâlleri birbirini izliyordu. Doğu, Güney ve Batı Anadolu'da yapılacak mücâdelenin ağırlığını Batı Cephesi oluşturuyordu. Dolayısıyla asıl mücadele bu cephede geçecekti. Bu nedenle Millî Mücâdele’yi Sivas'tan yönetebilmek çok güç olacaktı. 16-19 Kasım 1919 tarihlerinde Sivas’ta gerçekleşen Komutanlar Toplantısında bu konu tartışılmış ve Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl’in teklifi üzerine merkezi bir konumda olan Ankara en uygun yer olarak seçilmişti.

18 Aralık 1919 tarihinde Sivas'tan ayrılan Mustafa Kemâl Paşa, 27 Aralık 1919 tarihinde Heyet-i Temsiliye Üyeleri ile birlikte Ankara'ya geldi. Dikmen sırtlarında halk ve Seymenler tarafından coşkuyla karşılandı. Artık Ankara, millî iradenin merkezi ve kalbi idi.

Türk Milleti, vatanını işgâl edenler ve istiklâline kastedenlere karşı direnişe başlıyordu...

Tekrar takvim yapraklarına bir göz atalım.

* 30 Ekim 1919: Düşman işgâli sürerken Urfa'ya giren Fransızlar, yerli halktan hiç beklemedikleri tepkiler almaya baladılar. 11 Nisan 1920 tarihine kadar devam eden çatışmalar sonucu Fransızlar kenti terk etmek zorunda kaldılar.

* 31 Ekim 1919: Maraş'ta taşkınlık yaparak kadınlara tecavüz eden Fransız askeri elbisesi giymiş bazı Ermenilere hak ettikleri dersi, Uzunoluk Camii Müezzini Hacı İmam adıyla anılan bir sütçü verdi. Tarihlerin ''Sütçü İmam'' diye yazacağı bu millî kahraman, silahına sarılarak mütecaviz Ermeni'leri öldürdü. Bu olayı takiben Güney Cephesinde Maraş Savunması başladı. Yetmiş iki gün süren mücâdele sonucu Fransızlar yenilgiyi kabul ederek kenti terk etmek zorunda kaldılar.

Millî Mücâdele, tüm hızıyla sürerken takvim şöyle akıyordu

* 12-28 Ocak 1920: İstanbul'da son Osmanlı Meclis-i Mebûsanı'nın açılması ve Meclis-i Mebûsan tarafından Misak-ı Millî'nin onaylanması.

* 15 Mart 1920: Misak-ı Millî'nin ilan edilmesinden rahatsız olan İngilizler tarafından Rauf (Orbay), Ziya (Gökalp), Fethi (Okyar) Beyler ile daha birçok devlet adamının Malta'ya sürülmesi.

* 16 Mart 1920: Saat 10.00'dan itibaren İstanbul'un askerî işgâl altına alınacağına dair İtilaf Devletleri adına İngiltere, Fransa ve İtalya Yüksek Komiserlerinin müştereken imzaladıkları notanın Sadrazam Salih Paşa'ya tebliğ edilmesi. İngiliz askerlerinin önceki Harbiye Nâzırlarından Mersinli Cemal Paşa'yı tutuklamaları, Harbiye Nâzırının odasına girerek Fevzi (Çakmak) Paşa'nın göğsüne süngülerini dayamaları ve İstanbul'daki tüm resmî binaları işgâl etmeleri. İstanbul, artık işgâl altındaydı. Manastırlı Hamdi Efendi adındaki bir telgraf memurunun, işgâli Mustafa Kemâl Paşa'ya iletmesi.

* 16-17 Mart 1920: İstanbul’un işgâli ile ortaya çıkan bu yeni durum karşısında Mustafa Kemâl Paşa'nın İstanbul'u tamamen saf dışı etmek, Heyet-i Temsiliye'yi geçici bir hükûmet gibi çalıştırarak, Ankara'da millî iradeyi gerçekleştirecek bir meclis toplamak üzere harekete geçerek, kolordulara ve valilere peş peşe telgraflar çekerek alınacak önlemleri bildirmesi. Mustafa Kemâl’in bir yandan bu önlemleri alırken, öte yandan da yabancı devlet temsilcilerine gönderilmek üzere Antalya'daki İtalyan temsilciliği aracılığıyla işgâli protesto eden bir telgraf göndermesi.

* 18 Mart 1920: Meclis-i Mebûsan'ın artık çalışamayacağını belirterek tatil kararı alması.

* 19 Mart 1920: Mustafa Kemâl Paşa’nın Meclis'i Ankara'da toplantıya çağırması.

* 11 Nisan 1920: Padişah Vahidettin'in Meclis-i Mebûsan'ı feshetmesi. İstanbul Hükûmeti'nin, Anadolu'daki halkı Millî Mücâdele’ye karşı ayaklandırmak üzere Şeyhülislam Dürrizâde Abdullah Efendi'ye, millî güçlerin katledilmelerinin dînen uygun olduğuna dair fetvâ hazırlatması.

* 16 Nisan 1920: Ankara Müftüsü Börekçizâde Rıfat Efendi'nin öncülüğünde 150 vatansever din adamı ve müftünün ortak imzasıyla karşı bir fetvâ yayımlanarak Millî Mücâdele’ye destek verilmesi.

* 18-26 Nisan 1920: İngiltere, Fransa ve İtalya'nın katılımıyla yapılan San Remo Konferansında Osmanlı Devleti ile yapılacak olan barış antlaşmasına son şeklin verilmesi.

* 21 Nisan 1920: Mustafa Kemâl Paşa'nın, vilâyetlere, Meclis'in 23 Nisan 1920 günü açılacağını bildirmesi.

* 23 Nisan 1920: Milletvekillerinin Hacı Bayram Camii'nde, halkla birlikte Cuma namazı kıldıktan sonra saat 13.45'te içlerinde en yaşlı üye olan Sinop milletvekili Şerif Bey'in başkanlığında toplanarak çalışmalarına başlaması.

* 24 Nisan 1920: Mustafa Kemâl’in Büyük Millet Meclisi (BMM) Başkanlığına seçilmesi ve Geçici İcra Vekilleri Heyetinin kurulması.

* 5 Mayıs 1920: BMM İcrâ Vekilleri Heyetinin (Bakanlar Kurulunun) ilk toplantısını yapması.

* 11-24 Mayıs 1920: Mustafa Kemâl Paşa ve arkadaşlarının, İstanbul'da Divan-ı Harb tarafından idama mahkûm edilmesi ve bu kararın Padişah Vahidettin tarafından onaylanması.

* 22-30 Haziran 1922: Yunan Ordusu'nun Ege Bölgesi'nde Milne Hattı'nı aşarak ilerlemeye başlaması ve Balıkesir'i işgâl etmeleri.

* 8 -25 Temmuz 1920: Yunanlıların Bursa'yı ve Edirne'yi işgâl etmeleri.

* 10 Ağustos 1920: İstanbul Hükûmeti ile İtilaf Devletleri arasında Sevr Barış Antlaşması'nın imzalanması. BMM bu antlaşmaya büyük bir tepki göstererek, antlaşmayı imzalayanları vatan haini ilan etti.

* 28 Eylül 1920: BMM'nin Ermenistan üzerine askerî harekâta karar vermesi üzerine Doğu Cephesi ve 15’inci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa'nın Ermenistan'a karşı askerî harekâta başlaması. 29 Eylül'de Sarıkamış'ın, 30 Eylül'de de Kars'ın Ermenilerden kurtarılması.

* 19 Ekim 1920: Sovyetler Birliği'nin Sevr Antlaşması'nı tanımadıklarını ilan etmesi.

* 3 Aralık 1920: Ermeniler ile Gümrü Anlaşması imzalanarak iki devlet arasındaki savaşa son verilmesi.

* 5 Ocak 1921: Yenilgiye uğrayan Çerkez Ethem Kuvvetlerinin Yunan hatlarına geçmesi.

Millî Mücâdele meyvelerini veriyordu…

Çerkez Ethem'in isyan etmesinin yarattığı ortamdan faydalanmak isteyen Yunan kuvvetleri 6 Ocak 1921 tarihinde Bursa istikâmetinden askerî harekâta başlamıştı. Yeni kurulan düzenli ordu birliklerinin, vatan topraklarını savunma mücâdelesi, 9-10 Ocak 1921 tarihinde İnönü mevzilerinde Yunanlılarla yapılan şiddetli çarpışmaların ardından Yunanlıların ileri harekâtının durdurulmasıyla başarıya ulaşmaya başlamıştı. I. İnönü Muharebesi’nde düzenli ordunun ilk sınavını başarıyla vermesi sonucu halkın düzenli ordu ve BMM'ye güveni artmıştı.

İtilaf Devletleri, Sevr Barış Antlaşmasını yürürlüğe sokabilmek için Yunan kuvvetlerinin saldırılarına izin vermişlerdi. Ama Yunan kuvvetleri İnönü'de yenildiler. Bu yenilgi üzerine İtilaf Devletleri, Sevr hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili olarak Londra'da bir konferans toplanması için diplomatik temas başlattılar.

20 Ocak 1921 tarihinde ilk Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (Anayasa) kabul edilirken 5 Şubat'ta BMM'nin gizli oturumunda Londra Konferansı'na BMM Hükûmeti adına heyet gönderilmesi kararlaştırıldı. 6 Şubat'ta Bekir Sami Bey başkanlığındaki BMM Heyeti Londra'ya hareket etti. 21 Şubat'ta başlayan konferansta, Sevr hükümlerini savunan İtilaf Devletleri ile Misak-ı Millî'yi savunan BMM temsilcileri arasında anlaşma sağlanamaması üzerine konferans 12 Mart'ta son buldu.

I. İnönü Zaferi'nden sonra BMM Hükûmeti ile Sovyet Rusya arasında 16 Mart 1921 tarihinde Moskova Anlaşması imzalandı. Bu antlaşma BMM için büyük bir başarı olmuş, BMM Hükûmeti ilk kez büyük bir devletle eşit şartlarda bir antlaşma yaparak bu devlete Misak-ı Millî'yi kabul ettirmiştir. Bu anlaşma ile birlikte BMM artık TBMM olarak anılır olmuştur.

Masa üzerindeki zaferleri meydanlardaki zaferler izliyordu…

Londra Konferansı'nın başarısızlıkla sonuçlanması üzerine I. İnönü Muharebesi’ndeki yenilginin ezikliğini atmak için İtilaf Devletlerinin de onayını alan Yunanlılar 23 Mart 1921 tarihinde Bursa, Bilecik ve Uşak istikametlerinden taarruza geçtiler. 24 Mart'ta Bilecik'i, 25 Mart'ta Pazarcık'ı işgâl ederek İnönü'ye kadar geldiler. İnönü Mevzilerinde Yunanlıları durduran TBMM Batı Ordusu 27 Mart'tan itibaren bu hatta stratejik savunma yapmaya başladı. 1 Nisan'a kadar süren şiddetli muharebeler sonucu Yunanlılar Bursa Mevzilerine doğru çekilmeye başladılar. Böylece Yunanlılar ikinci kez yenildiler. TBMM Başkanı Mustafa Kemâl Paşa, Batı Cephesi Komutanı ve Genelkurmay Başkanı Mirlivâ İsmet Paşa'ya çektiği gönderdiği telgrafta şöyle diyordu; "Paşam! Siz orada sadece düşmanı değil, milletin mâkus talihini de yendiniz. İşgâl altındaki topraklarımızla beraber, tüm yurt, başarınızı kutluyor."

Yunan kuvvetleri Sevr'i gerçekleştirmek ve Türk Ordusunu katî sonuçlu bir imhâ muharebesiyle yok etmek için 10 Temmuz 1921 tarihinde Batı Cephesinden genel bir taarruza geçti. İnsan gücü, silah ve teçhizat bakımından iki kat üstün durumdaki Yunanlılar Afyon, Eskişehir, Kütahya ve Bilecik'i işgâl ettiler. Batı Cephesi Karargahına gelen Mustafa Kemâl Paşa daha fazla kayıp verilmesine mânî olmak için yeni bir strateji belirleyerek İsmet Paşa'ya Türk Ordusunun Sakarya Nehri'nin doğusuna çekilmesi direktifini verdi. 5 Temmuz'da Türk Ordusu tamamen Sakarya Nehri'nin doğusuna çekilmişti.

Tarihimize "Kütahya-Eskişehir Muharebeleri" olarak da geçen bu çarpışmalarda ordumuzun insan zâyiatı ile araç ve gereç kaybı büyüktü. Türk Ordusunun Sakarya Nehri'nin doğusuna çekilmesinin yarattığı moral bozukluğu TBMM'yi de etkilemişti. 4 Ağustos 1921 tarihinde TBMM'de yapılan gizli oturumda yorgun orduyu yeniden canlandıracak ve ülkeyi bu bâdireden kurtaracak yegâne çârenin Mustafa Kemâl Paşa'nın "Başkumandan" unvanıyla fiilen ordunun başına geçmesi olduğunda karar kılındı. 5 Ağustos 1921 tarihinde Meclis Başkanı Mustafa Kemâl Paşa’yı TBMM yetkileriyle donatan ve üç ay süreyle Başkumandanlık görevi veren kanun TBMM'de kabul edildi.

Başkomutan artık planını uygulamaya başlamıştı. Hedef, başarıya götürecek tedbirleri süratle almaktı. Bu amaçla 7-8 Ağustos’ta kendi imzasıyla on adet "Tekâlif-i Milliye/Millî Vergi" emri yayımlanarak ülkede olağanüstü bir seferberlik başlatılmıştı. Artık millet ve ordu el eleydi ve topyekûn bir harbe hazırlanılıyordu. Başkomutan bu tedbirleri aldıktan sonra 12 Ağustos 1921 tarihinde Polatlı'daki Cephe Karargahına gelerek fiilen TBMM Ordusunun başına geçti.

Yunan Ordusu 13 Ağustos'ta Sakarya'daki Türk mevzilerine doğru ileri harekâta başladı. 23 Ağustos’ta Yunan Ordusunun taarruzu ile 22 gün - 22 gece devam edecek olan Sakarya Meydan Muharebesi başladı. 80 km uzunluğunda ve 20 km. derinliğinde olan cephenin kuzeyi Polatlı’da güneyi de Haymana’da idi. Yunanlılar Polatlı'ya kadar ilerlemişlerdi. Top sesleri artık Ankara'dan bile duyulabiliyordu. Harbin doruk noktası çoktan aşılmasına rağmen Yunanlılar hala katî sonucu alamamışlardı. Bu noktadan sonra düşmanın taarruz gücü, ilerleme kuvveti ve kudreti gittikçe azalmaya başlamıştı. Artık taarruz sırası Türklerindi. Muharebe boyunca cepheden ayrılmayan Başkumandan'ın muharebeyi bizzat ateş hattından takip ettiği ve 10 Eylül 1921 tarihinde başlayan genel taarruz orduyu coşturmuştu. 12 Eylül'de Sakarya'nın doğusu düşmandan temizlenmişti. 13 Eylül'de Yunanlılar ağır zayiat vermiş bir şekilde batıya doğru geri çekilmeye başladılar.

Sakarya Zaferi'nin ardından;

* BMM tarafından 19 Eylül 1921 tarihinde, Başkumandan Mustafa Kemâl Paşa’ya ''Gazi'' unvanı ve "Mareşal" rütbesi verilmiş,

* 13 Ekim 1921'de Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan ile TBMM Hükûmeti arasında Kars Antlaşması imzalanarak doğu sınırları güvence altına alınmış,

* 20 Ekim 1921 tarihinde de Fransızlarla Ankara İtilafnâmesi imzalanarak Güney Cephesinde Fransızlarla çatışmalara son verilmiştir.

Türk topraklarının düşman çizmesi altındaki esâreti birer birer sona eriyordu.

Yaşanan gelişmeler İtilaf Devletlerinin yeni bir barış projesi hazırlamalarına yol açmıştı. Taraflar arasında Batı Anadolu’da 9 Ocak 1921 tarihinde başlayan ve aralıklarla da olsa 12 Eylül 1921 tarihine dek devam eden eden Türk-Yunan Muharebelerini durdurmaya yönelik ateşkes görüşmeleri, İtilaf Devletlerinin Sevr'le örtüşen teklifleri nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

Artık düşmanı yurttan kovmak için tek bir yol kalıyordu. O da katî sonuçlu bir askerî harekât. Ancak bunun için milletin, ordunun ve TBMM'nin çok iyi bir şekilde savaşa hazırlanması gerekiyordu. Nitekim bunların hepsi de birer birer gerçekleştirildi. Sakarya Zaferi ile Büyük Taarruz arasında Gazi, olağanüstü yetkilerini ve Başkumandanlık unvanını TBMM'nin uzatma kararlarıyla muhafaza etti.

Yunanlılar Sakarya Bozgunundan sonra Afyon-Eskişehir Hattına kadar çekilmişler, bu bölgede mevzilerini kuvvetlendirerek savunmada kalmışlardı. Yunanlıların bulundukları mevzilerden atılmaları, Türk Ordusu'nun kesin sonuçlu bir muharebeyi kazanmasına gerektiriyordu. Ancak bu şekilde düşmanın Anadolu'dan tamamen kovulması mümkün olabilecekti.

Başkumandan tarafından en ince ayrıntılarına kadar hazırlanan Büyük Taarruz Planı 26/27 Temmuz 1922 gecesi Alaşehir'e çağrılan ordu komutanlarına açıklandı. Batı Cephesi Ordularına da 6 Ağustos 1922 tarihinde gizli olarak "Taarruza Hazırlık" emrini verdi.

 

Büyük Taarruz Planı gerçekten dâhiyâne, bir o kadar da cüretli ve tehlikeli idi. Bu plan, büyük komutanların sevk ve idaresinde başarıya ulaşabilirdi. Bütün riskleri etkisiz kılacak faktör, ne pahasına olursa olsun mağlup olmamak kararıydı. Gerçekten de öyle oldu.

26 Ağustos 1922 sabahı saat 05.30'da topçu ateşiyle Kocatepe'den başlayan Büyük Taarruz, planda öngörüldüğü şekilde süratle gelişmiş, taarruzun ilk günü Yunan hatları yarılmış, ikinci günü başarı genişletilmiş ve Afyon kurtarılmış, üçüncü ve dördüncü günleri Yunan kuvvetlerinin kuşatılması başarılı bir şekilde tamamlanmış, 30 Ağustos’ta Dumlupınar’da gerçekleşen Başkumandan Meydan Muharebesi, Yunan kuvvetlerinin Küçükasya Macerası adına ezici sonuçlar doğurmuş, akabinde 1-9 Eylül döneminde gerçekleşen Takip Hârekatı sonucu İzmir’in kurtarılmasıyla Millî Mücâdele’nin askerî safhası zaferle taçlanmıştır.

Birbiri ardında ve her biri de başarıyla ve zaferle gerçekleşen Büyük Taarruz, Başkumandan Meydan Muharebesi ve Takip Harekâtı sonunda Millî Mücâdele’nin silahlı mücâdele dönemi başarıyla sonuçlanmış, Batı Anadolu’da ilerleyen ve büyük bir tehdit hâlini alan Yunan işgâli ezici bir şekilde sona erdirilmiş, İzmir’in işgâlden kurtarılmasının ardından İtilaf Devletleri tarafından ateşkes talebinde bulunulmuş, bu emsalsiz askerî zafer Türk milleti adına da büyük bir moral olmuştur.

3 Ekim 1922 tarihinde Mudanya’da başlayan ateşkes konferansı 11 Ekim'de imzalanmış ve 15 Ekim'de de yürürlüğe girmiştir.

TBMM, 1 Kasım 1922 tarihinde hilâfet ve saltanatı birbirinden ayırarak saltanatın lağvına karar vermek suretiyle bir devri sona erdirdi. BMM Hükûmeti, 5 Kasım 1922 sabahı idareye el konulduğuna dair kararı Refet (Bele) Paşa aracılığıyla İstanbul Hükûmetine tebliğ etti.

Vahidettin'in 17 Kasım 1922 tarihinde Malaya isimli bir İngiliz savaş gemisiyle İstanbul'dan ayrılması üzerine Şeriye Vekili Vehbi Efendi tarafından Vahidettin'in hâlifelikten de uzaklaştırıldığına dair 18 Kasım'da fetvâ çıkarıldı.

Millî Mücâdele sona ermiş, şimdi sıra zaferin masa başında kazanılmasına gelmişti… Günlerden 20 Kasım 1922 tarihinde Lozan Konferansı başladı. Konferans, iki ay süren görüşmelerden sonra kimi konularda uzlaşı sağlanamaması nedeniyle 4 Şubat 1923 tarihinde kesintiye uğradı. 23 Nisan 1923 tarihinde tekrar başlayan görüşmelerin ardından Yeni Türk Devletinin kuruluş belgesi anlamına gelen Lozan Barış Antlaşması 24Temmuz 1923 tarihinde imzalandı. Bu belge Türkün ateşle imtihanının başarıyla sonuçlandığı, onu yok etmek isteyen güçler tarafından da tescil edilmiş ve yabancı işgâlinden tamamen kurtulan Türkiye’nin fiilî toprak bütünlüğü sağlanmıştır.

Dışişleri Bakanı İsmet Paşa, 9 Ekim 1923 tarihinde TBMM’ne bir maddelik kanun tasarısı teklif eder. Altında kendisinden başka 14 kişinin de imzası olan bu kanun teklifi, 13 Ekim 1923 tarihinde uzun görüşmelerden sonra çok büyük bir çoğunlukla kabul edildi. Kanun maddesi şu şekildeydi; “Türkiye Devleti’nin başkenti Ankara şehridir.”

Günlerden 28 Ekim 1923'tü. Gazi Mustafa Kemâl, Çankaya’daki akşam yemeği esnasında, hazır bulunanlara şöyle dedi: “Yarın Cumhuriyet'i ilan edeceğiz...”

Bütün hazırlıklar bitmiş ve 29 Ekim günü gelmişti. Gazi Mustafa Kemâl Paşa’nın Cumhuriyet kurulması teklifi, Halk Fırkası toplantısında kabul edildikten sonra TBMM saat 18.00'de toplandı ve Anayasa Komisyonu tarafından “Cumhuriyet Teklifi Mazbatası” hazırlandı. TBMM'de Anayasanın bazı maddeleri değiştirildi. Türkiye devletinin hükûmet şeklinin Cumhuriyet olduğuna ilişkin kanun teklifi “Yaşasın Cumhuriyet” sesleri ve milletvekillerinin alkışları arasında kabul edildi. Bunun ardından TBMM'de gizli oyla Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. Toplanan oyların sonucunu, TBMM Başkanlık Kürsüsünde bulunan Dışişleri Bakanı İsmet Paşa, TBMM Genel Kurulu’na şu şekilde bildirdi: “Türkiye devletinin cumhurbaşkanlığı için yapılan oylamaya, 158 kişi katılmış ve 158 üye oy birliğiyle Ankara milletvekili Mustafa Kemâl Paşa Hazretlerini Cumhurbaşkanı seçmişlerdir.”

Makaleyi Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemâl Atatürk'ün 10. Yıl Nutkundaki şu ifadelerle bitirmek sanırım çok uygun olacaktır;

“Az zamanda çok ve büyük işler başardık yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bundaki muvaffakiyeti, Türk Milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkârâne yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla yeterli göremeyiz. Çünkü, daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu, dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkaracağız…”

 

KAYNAKLAR

Akbıyık, Yaşar; “Atatürk’ün Hayatı”, Türkler, C. 16, C. 16, 7. Baskı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002.

Arı, Kemâl; I. Dünya Savaş Kronolojisi, Gnkur.Bsmv., Ankara 1997.

Armaoğlu, Fahir; 20. Yüzyıl Siyasî Tarihi (1914-1990), C. 1 (1914-1980), 8. Baskı, Türkiye İş Bankası Yay., Ankara 1992.

Bayrak, M.Orhan; Kurtuluş Savaşı ve Atatürk, Kastaş Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 1990.

Belen, Fahri; Türk Kurtuluş Savaşı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Başbakanlık Basımevi, Ankara 1983.

Bıyıklıoğlu, Tevfik; Atatürk Anadolu’da (1919-1921), Türk Tarih Kurumu Yayınları 1959.

Çetiner, Yılmaz; Son Padişah Vahidettin, 14. Baskı, Epsilon Yayınları, İstanbul 2005.

Erendil, Muzaffer; Baycan, Nusret; Ökse, Necati; Kabasakal, Hüseyin; Ünsal, Hüsamettin; Askerî Yönüyle Atatürk, GATA Bsmv., Ankara 1981.

Ergin, Feridun; K.Atatürk, Duran Ofset Matbaacılık, İstanbul 1978.

Erickson, Edward J; Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Ordusu, (Çev.: Kerim Bağrıaçık), 1. Baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., İstanbul 2009.

Erikan, Celâl; Komutan Atatürk, İstanbul 1972.

Eroğlu, Hamza; Türk İnkılap Tarihi, 1. Baskı, Millî   Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1982.

İğdemir, Uluğ; Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi 1919-1918, 2. Baskı, TTK Basımevi, Ankara 1988.

Jaeschke; Gotthard;; Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi (30 Ekim 1918-11 Ekim 1922),  TTK Bsmv., Ankara 1970.

Kansu, Mazhar Müfit; Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C. I, TTK Yayını, Ankara 1998.

Kaya, Erol; “Son Osmanlı Meclis-i Mebûsanı”, Türkler, C. 3, 7. Baskı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002.

Kinross, Lord; Atatürk Bir Milletin Doğuşu, 13. Basım, Akdeniz Yayıncılık.

Kocatürk, Utkan; Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi 1918-1938, 2. Baskı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1988.

Lewis, Bernard; Modern Türkiye’nin Doğuşu, (Çeviren: Metin Kıratlı), 2. Baskı, TTK Basımevi, Ankara 1984.

Lord Kinross, Osmanlı İmparatorluğunun Yükselişi ve Düşüşü, (Türkçesi; Meral Gaspıralı), 3. Baskı, Altın Kitaplar, İstanbul 2009.

Mango, Andrew; Atatürk, (Çeviren: Füsun Doruker), 2. Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul 2004.

Özkaya, Yücel; Sarıkaya, Mehmet; Balcıoğlu Eraslan, Cezmi; Gazi Mustafa Kemâl Atatürk’ün Hayatı, Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara 2003.

Paksoy, İrfan; Cihan Harbi’nde Osmanlı Devleti, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 2018.

Sunay Cengiz; Son Karar Misak-ı Milli, 1. Baskı, Doğan Kitap, İstanbul 2007.

Tansel, Selahattin; Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C. I, Millî   Eğitim Bsmv., Ankara 1990.

Tansel, Selahattin; Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C. II, Millî   Eğitim Bsmv., Ankara 1990.