Türkün vatan tarifi
Bir insan için bu dünyadaki en büyük varlığı, kendi canından ve kanından olan evladıdır. Ancak asırlardır Nizam-ı Âlem için savaşan Türk Milleti, en değerli varlığı olan evladı şehit olduğunda ağzından yalnızca üç kelime dökülür: Vatan sağ olsun.
Evet… İşte o anda vatan, o insan için evlattan da yardan da dünyadaki her şeyden üstün olur. Türk Milleti asırlardır kendi varlığı için malını, mülkünü ve kendi canından kıymetli en değerli varlıklarını şehit veriyor. Bir çocuğu yetmiyor; diğer evlatlarını, bazen hepsini gözünü kırpmadan vatan için feda ediyor. En son kendi canı isteniyor, onu da veriyor.
Bu yurdun evlatları yüzyıl önce tüm dünyanın hayranlıkla izlediği, imkânsız denilen bir savaşı kazandı. Ayağında giymeye çarığı bile olmayan bu milletin evlatları, yalın ayak Düvel-i Muazzama’ya ve onun uşaklarına karşı varlık yokluk mücadelesi verdi. Sadece cephedeki asker mi? Elbette hayır. Sakarya Savaşı öncesi Tekâlif-i Milliye emirleri çıkınca bu millet varını yoğunu askerine, ordusuna ve vatanına bağışladı.
Fakat “verdik” demekle de iş bitmiyordu. Bunu cepheye taşıyacak nakliye yoktu. O zaman annelerimiz, bacılarımız; emzikli çocuklarını sırtlarına bağlayarak, kağnılara yükledikleri erzak ve cephaneyi yüzlerce kilometre uzaktaki cepheye taşımaya başladılar. Yağmur yağdığında silahlar ıslanmasın diye evladının üzerindeki örtüyü alarak silahların üzerine örttüler; evlatlarının donma pahasına… Kağnıdaki hayvan taşıyamayacak hâle gelince hayvanın yerine kendileri geçip kağnıyı çektiler. Kağnı kırılınca cephaneyi sırtlarında taşıdılar.
Peki uğruna en değerli varlığımızı verdiğimiz vatan nedir? Bir toprak parçası mıdır vatan? Devlet midir? Millet midir? Bayrak mıdır? Fikir midir? Nedir bu vatan? Bu soruya Ziya Gökalp “Türkçülüğün Esasları” kitabında şöyle cevap verir:
“Vatan, üstünde oturduğumuz toprak demek değildir. Vatan, millî kültür dediğimiz şeydir ki üstünde oturduğumuz toprak onun ancak dış görünüşünden ibarettir. Ve onun dış görünüşü olduğu içindir ki kutsaldır. O hâlde vatani ahlâk, millî ülkülerden, millî görevlerden oluşmuş olan bir ahlâk demektir.”
Gökalp yazısına şöyle devam eder:
“Vatan millî kültürdür demiştik. Demek ki vatan, dinî, ahlâkî ve estetik güzelliklerin bir müzesi, bir sergisidir. Vatanımızı içten gelen bir aşkla sevmemiz, bu samimi güzelliklerin bütünü olduğu içindir.”
Türkçülüğün büyük mürşidi Ziya Gökalp’in de belirttiği gibi, vatan dediğimiz şey millî kültürün bütünüdür. Yani üzerinde yaşadığımız toprak, gölgesinde huzur bulduğumuz bayrak, şairin deyimiyle “şehadetleri dinimiz temeli olan ezan”, fırından sıcak sıcak alıp yediğimiz ekmek, hüzünlenerek dinlediğimiz türkü, içinde Rabbimize yöneldiğimiz cami… Bunların hepsi vatandır.
Peki bu vatan kimindir, kime aittir derseniz, bunun cevabını da Orhan Şaik Gökyay’ın mısralarında bulursunuz:
Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır,
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.
Tutuşup kül olan ocaklarından,
Şahlanıp köpüren ırmaklarından,
Hudutta gaza bayraklarından
Alnına ışıklar vuranlarındır.
Ardına bakmadan yollara düşen,
Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan,
Huduttan hududa yol bulup koşan,
Cepheden cepheyi soranlarındır.
İleri atılıp sellercesine
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine
Şu kara toprağa girenlerindir.
Tarihin dilinden düşmez bu destan,
Nehirler gazidir, dağlar kahraman,
Her taşı yakut olan bu vatan
Can verme sırrına erenlerindir.
Gökyay'ım ne yazsan ziyade değil,
Bu sevgi bir kuru ifade değil,
Sencileyin hasmı rüyada değil,
Topun namlusundan görenlerindir.