Evet, içinde yaşadığımız şu günlerde “olmaz” dediklerimiz ne varsa oluyor. Bugün olmaz dediğimiz şeylere bir yenisi daha eklendi ve Osmanlı padişahlarının izin vermediği, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Türkiye’nin dini ve millî egemenliğine gölge düşürülmesine izin verilmeyeceği”ni söyleyerek reddettiği İznik Konsili, 1700. yıl dönümünde İznik’te toplanıyor.
Konuyla ilgili 100 yıl önce, Türkiye’nin en zayıf olduğu dönem de bile Atatürk, “Türkiye, kendi topraklarında başka bir ülkenin ya da dinî otoritenin siyasî veya ekümenik iddiasına izin vermez. Dinî tören, ibadet sınırlarını aşmamalıdır.” diyerek İznik’te yapılması istenen ayini reddetmişti. Burada bir parantez açmak istiyorum: Düşünüyorum da acaba bugün Atatürk bu toplantıya izin verseydi, günümüzde Mustafa Kemal Paşa nasıl anılırdı?
Gelelim günümüze… Evet, Atatürk’ün izin vermediği bu toplantı 100 yıl sonra, 1700. yıl dönümü dolayısıyla hem de daha büyük bir şekilde Katolik ve Ortodoks din adamları tarafından “birlik ayini” olarak yapılacak. Üstelik ayin için seçtikleri 28 Kasım tarihi de İznik’in düşman işgalinden kurtuluşunun 105. yıldönümü. Bu ayinin kime nasıl mesaj verdiğini varın siz düşünün. Selçuklu’nun ve Osmanlı’nın; Fatih’in, Kanuni’nin ve son olarak Sultan II. Abdülhamid Han’ın izin vermediği, gerektiğinde planlar kurarak bozduğu Hristiyan birliği (Balkanlarda kiliselerin ayrılması gibi), 1700 yıl sonra bu topraklarda hem de kurtuluşunun 105. yıldönümünde yeniden İznik’te onarılmaya çalışılıyor. Kimse bana hoşgörü edebiyatı da yapmasın. Her halde Selçuklunun, Osmanlının ve dahi Cumhuriyetin verdiğinden daha fazla hoşgörü verilmez. Bugüne kadar verdiğimiz hoşgörülerin de bize nasıl döndüğünü tarih kitaplarımız yazmaktadır. Bizim kimsenin dini veya inancıyla bir meselemiz yoktur. Ancak bu ayin dini bir törenden çok egemenlik haklarımıza müdahaledir. Müslüman mahallesinde salyangoz satmaktır. Farklı dine mensupların ibadet edecekleri yerler kanunla belirtilmiştir. Ancak bunların arasında İznik yoktur.
Normal bir düşünce sahibi için bu ayıp tek başına yeter. Ancak bakıyorum da akıl almaz bir şekilde bu duruma Türk milliyetçileri hariç, dindar geçinen, sağa sola saldıran hoca takımı bile sessiz. Sosyal medyada ve ekranlarda esip gürleyen hocalar, bir Türk Ortodoks Kilisesi kadar bile tepki veremediler. Bu olaya tepki göstermeyen, en azından kalbiyle buğz bile etmeyen hoca tayfasından kimseye hayır gelmez.
Rasûlullah (s.a.s.) bir hadisinde şöyle buyurur:
“Kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin; bu, imanın en zayıf derecesidir.”
Rabbim şahit olsun ki, bu kötülüğe dilimle karşı durdum ve tepki verdim.
Bu yazıda Ekümeniklik veya İznik Konsili’nin tarihini, önemini anlatma niyetinde değilim. İnşallah fırsat olursa bununla ilgili belki gelecekte Yeni Ufuk dergisinde geniş bir yazı hazırlanır. Ancak bugün, bir Türk milliyetçisi ve bir Müslüman olarak bu toplantıya karşı olduğumu söylüyorum. Buna tepki koyuyorum. Rasûlullah’ın (s.a.s.) hadisine uyarak dilimle karşı duruyorum.
Bu yazıyı yazmaktaki amacım hem Rabbimin huzurunda buna tepki verdiğimi göstermek, hem de en başta kendi evlatlarım olmak üzere gelecek nesillerin önünde “Evet, bunlar yaşanırken biz tepki verdik, bu olaya karşı durduk.” diyebilmektir. Gelecekte bu yazıyı okuyanlar bilsin ki o utanç toplantısı bu ülkede yapılırken biz Türk milliyetçileri ve Müslümanlar olarak buna karşı olduğumuzu ilan ettik.
Aklında zerre kadar Türklük şuuru ve kalbinde zerre kadar iman olan kişi bu olaya asla sessiz kalamaz. Ben de Müslüman bir Türk olarak sessiz kalmadım.
Şahit ol ya Rabbi.