Dr. İrfan Paksoy

Tüm yazıları
...

100. YILINDA BÜYÜK ZAFER

1962 yılında Kahramanmaraş’ta doğmuş olan İrfan Paksoy, ilk ve orta eğitimini Kahramanmaraş’ta yapmış, lisans eğitimini Hava Harp Okulunda (Yeşilyurt-İstanbul) tamamlamış ve Eylül 1984 ayında da Hava Kuvvetlerinde subay olarak göreve ve meslekî yaşamına başlamıştır.

Meslek hayatı boyunca (1984-2015) değişik kademelerde görev yapmıştır. Bu çerçevede; Hava Kuvvetlerinin değişik birlik ve kurumlarında, Millî Savunma Bakanlığı Dış Tedarik Daire Başkanlığında, Genelkurmay Başkanlığında ve Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Komutanlığında değişik kademelerde proje subayı, yönetici ve komutan olarak; Millî Güvenlik Akademisinde öğretim elemanı ve Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı Başkanı olarak, 1999-2002 döneminde de üç yıl süreyle Almanya’da Savunma Bakanlığı bağlısı kısa adı BWB olan Federal Savunma Teknolojisi ve Tedarik Dairesi nezdindeki Türk İrtibat Ofisinde Türk Silahlı Kuvvetlerini temsilen irtibat subayı olarak görev yapmıştır.

1991 yılında girdiği Hava Harp Akademisini (1) (Yenilevent-İstanbul) 1993 yılında tamamlamış (2) ve kurmay subay olmuş, 1998 yılında 69. dönem müdavimi olarak Silahlı Kuvvetler Akademisinde (3) (Yenilevent-İstanbul), Eylül 2011-Şubat 2012 döneminde de Millî Güvenlik Akademisinde (Ankara) eğitim görmüş, 2007-2009, 2011 -2013 dönemlerinde de Millî Güvenlik Akademisinde (4) öğretim elemanı ve Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı Başkanı olarak görev yapmıştır.

2003 yılında Erciyes Üniversitesi (Kayseri) Tarih Ana Bilim Dalı Türkiye Cumhuriyeti Bilim Dalında başladığı doktora eğitimini 2008 yılında tamamlamış “Tek Parti Dönemi Siyaset Kültürünün Sonrasına Etkileri” başlıklı tezi ile “Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Doktoru” unvanını almıştır.

Yazar Eylül 2017 ayında Ankara Üniversitesi Gayrimenkul Geliştirme ve Yönetimi Bölümünde başladığı yüksek lisans eğitimini “1858 Arazi Kanunnâmesi Bağlamında Tanzimâttan Cumhuriyete Arazi Mülkiyet Sistemi” konulu çalışması ile 18 Ocak 2020 tarihinde tamamlamış olup Şubat 2020 ayından beri Ankara Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesinde yarı zamanlı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.

Yazarın 2018 yılında yayımlanmış “Cihan Harbi’nde Osmanlı Devleti”, 2020 yılında yayımlanmış “Bilgelik Okumaları” ve 2021 yılında yayımlanmış (müşterek bir çalışma olan) Enver Paşa (Hürriyet, Adalet, Müsâvât)” ve “Azerbaycan Aydınları” isimli araştırma-inceleme dalındaki eserleri ile yayımlanmış birçok makalesi bulunmakta olup değişik dergi ve yayın organlarında belirli aralıklarla da makâle yazmaktadır.

Yazar evli olup, iki evlat ve bir torun sahibidir.

 

DİPNOTLAR:

(1) Harp Akademileri bünyesinde verilmekte olan iki yıl süreli kurmaylık eğitimi YÖK ile Gnkur.Bşk.lığıjnda yapılan protokol gereği “Yönetim, Uluslararası İlişkiler, Kamu Yönetimi ile Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi” bilim dallarında yüksek lisans eğitimine muadil kabul edilmiştir.

(2) Yazarın Hava Harp Akademisi eğitimi esnasında “TSK’da şeffaflık ilkesinin amaç, ilke ve esasları nasıl olmalıdır?” başlıklı tezi hazırlamıştır.

(3) Yazarın (uluslararası ilişkiler, küresel ve bölgesel ilişkiler ve güvenlik, bölgesel ve küresel ekonomi, kriz yönetimi, ulusal güvenlik ve strateji konularında disiplinlerarası bir eğitim niteliğinde olan) 4,5 ay süreli Silahlı Kuvvetler Akademisi eğitimi esnasında “Hava Kuvvetleri Komutanlığının 21’inci Yüzyılda Lojistik Yapılanması Nasıl Olmalıdır?” başlıklı bir tez hazırlanmıştır.

(4) Millî Güvenlik Akademisi eğitimi asker ve sivil orta ve üst düzey yöneticilere verilmekte olan ulusal ve NATO ittifakı ölçeğinde (stratejik seviyede) kriz yönetimi ve harp yönetimi konularında teorik ve uygulama düzeyinde bir eğitimi içeren; ulusal, bölgesel ve küresel ölçekte politik, askerî, ekonomik ve sosyo-kültürel gelişmeler konusunda müdavimlerine vizyon kazandıran disiplinlerarası bir eğitimdir.

Dr. İrfan Paksoy

Giriş

Ağustos ayının son haftasını oluşturan Zafer Haftası gerek Malazgirt Zaferini içermesi gerekse de mağlubiyetle çıktığımız Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Türk Milletinin esâretine ramak kalmışken Gazi Mustafa Kemâl Paşa liderliğinde “Ya istiklâl ya ölüm” diye kıyam edilen ve emsalsiz bir zaferle taçlanan Millî Mücâdele’nin final safhasını da oluşturması bakımından Türk tarihi ve Türk Milleti nezdinde özel bir öneme sahiptir.

Millî Mücâdelede Batı Cephesindeki İlk Zaferler

Birinci Dünya Savaşı’nın mağlup devletleri ile imzalanacak barış antlaşmalarını belirlemek üzere 18 Ocak 1919 tarihinde başlayan Paris Barış Konferansı kapsamında son sıraya bırakılan Osmanlı Devleti ile imzalanacak barış antlaşması kapsamında İtilaf Devletleri, 18-26 Nisan 1920 tarihinde San Remo (İtalya)’da Osmanlı Devleti’nin durumunu görüşmek üzere bir konferans düzenlemişler, bu konferansta hazırladıkları antlaşma şartlarını bildirmek üzere bir Osmanlı Devleti heyetini Paris’e çağırmışlardı. Bu davete istinâden Tevfik Paşa başkanlığında Paris’e giden Osmanlı heyeti 11 Mayıs’ta kendilerine sunulan barış antlaşmasının şartlarını bağımsız bir devlet anlayışıyla bağdaştırmanın mümkün olmadığı gerekçesiyle kabul etmemiş, bunun üzerine Osmanlı Devleti’ne antlaşmayı kabul ettirmek isteyen İtilaf Devletleri tarafından Anadolu’daki Yunan kuvvetleri devreye sokulmuş ve 22 Haziran’da taarruza geçen Yunan birlikleri Balıkesir, Nazilli, Karamürsel ve Mudanya ile Trakya’da da Tekirdağ’a kadar olan yerleri işgâl etmiştir. Bu gelişmeler karşısında Osmanlı Hükûmeti tarafından antlaşmanın kabul edilmesi kararlaştırılır. Anayasaya göre yapılacak bir barış antlaşmasının Mecliste görüşülüp kabul edilmesi gerekiyor olmakla birlikte Mebûsan Meclisi kapalı olduğundan 22 Temmuz’da Padişah Vahidettin ve Sadrazam Damat Ferit Paşa ile eski komutan ve nâzırlardan oluşan Saltanat Şûrâsı tarafından yapılan görüşmeler sonunda (Ferik Rıza Paşa dışındaki üyelerin tamamınca) antlaşmanın kabul edilmesine, Bağdatlı Hadi Paşa, Rıza Tevfik Bey ve Reşat Halis Bey’den oluşan bir heyetin de Fransa’ya gönderilmesine karar verilir. Akabinde bahse konu heyet Paris’e gider ve Sevr banliyösünde Osmanlı Devleti adına İtilaf Devletleri ile 10 Ağustos’ta Sevr Barış Antlaşması imzalanır. Bunun üzerine TBMM 19 Ağustos’ta tarihinde aldığı bir kararla Sevr Barış Antlaşmasını tanımadığı gibi bu antlaşmayı (Osmanlı Devleti adına) imzalayanları da “vatan haini” ilan eder, antlaşmada imzası bulunan heyet üyelerini 23 Nisan 1924 tarihinde Listesine ekler, 28 Mayıs 1927 tarihli yasayla da yurttaşlıktan çıkarır.

Mondros Mütârekesi sonrasında Doğu Anadolu’da bazı yerleri işgâl eden ve buradaki yerel Müslüman halka zulmeden Ermenilere karşı 28 Eylül’de başlatılan ve zaferle sonuçlanan askerî harekât sonunda 2 Aralık 1920 tarihinde TBMM ile Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti arasında imzalanan Gümrü Antlaşması TBMM’nin uluslararası alanda imzaladığı ilk antlaşma olması bakımından da önemlidir.

Sebepleri arasında TBMM’yi Sevr Barış Antlaşmasına kabûle zorlamak da olan ve Batı Cephesindeki Yunan kuvvetlerinin 6 Ocak 1921 tarihinde Yunan birliklerinin taarruzuyla başlayan I. İnönü Muharebesi 10 Ocak’ta Yunan kuvvetlerinin başarısızlığıyla sonuçlanır. Gümrü Barış Antlaşmasının imzalanmasından kısa bir süre sonra TBMM’ye bağlı Batı Cephesindeki düzenli ordunun bu başarısı ve güney cephesinde Fransızlara karşı kazanılan başarılar, TBMM’nin Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti (RSFSC) ile yakınlaşmasını engellemek düşüncesi İtilaf Devletlerini, TBMM gerçeğini kabul etmek ve onunla görüşmek zorunda bırakır. Bu çerçevede İngiltere’nin koordinatörlüğünde 21 Şubat-12 Mart 1921 döneminde İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Osmanlı Devleti ve TBMM temsilcilerinin katılımıyla Londra Konferansı gerçekleşir. Konferansta Sevr Barış Antlaşmasının kararları biraz yumuşatılır ve alınan kararlar TBMM temsilcisi Bekir Sami Bey tarafından da kabul edilir. Ancak bu kararlar Misak-ı Millî’ye aykırı olduğundan Meclis Başkanı Mustafa Kemâl Paşa tarafından tepkiyle karşılanır ve TBMM tarafından da onaylanmaz. Her ne kadar Londra Konferansından olumlu bir sonuç çıkmasa da İtilaf Devletlerinin, TBMM’yi bu konferansa davet etmek suretiyle onu tanımış olması da TBMM adına çok önemli olur. Bu konferansın sonuçlanmasının hemen ardından 16 Mart’ta TBMM ile RSFSC arasında imzalanan Moskova Anlaşması sonucu Türkler Kars ve Ardahan’ı alır, Batum Gürcistan’a iade edilir, RSFSC, Sevr Barış Anlaşmasını kabul etmediği gibi TBMM’ye yardım etmeyi de kabul eder. TBMM’nin Ocak – Mart 1921 döneminde peş peşe kazandığı bu askerî ve siyasî başarılar dâhilde ve hâriçte itibarını ve meşrûiyetini de hayli yükseltir.

Londra Konferansından sonuç alınamamış olması İtilaf Devletlerini, Sevr Barış Antlaşması şartlarını TBMM'ye kabul ettirmek için Batı Anadolu’daki Yunan kuvvetlerini yeniden taarruza teşvik etmiştir. Yunan kuvvetlerinin de I. İnönü Muharebesinde yaşadıkları yenilgiyi telâfi etmek üzere Eskişehir ve Kütahya'yı, ardından da Ankara'yı işgâl etmek amacıyla 23 Mart’ta yeniden taarruzuyla başlayan ve 1 Nisan’a kadar devam eden II. İnönü Muharebesi de yine Yunan kuvvetlerinin başarısızlığıyla sonuçlanır.

II. İnönü Muharebesi’nde yenilen Yunan kuvvetlerinin büyük bir bölümü Bursa yönüne doğru çekilirken bir kolu da Afyon civarında kalmıştı. Bahse konu Yunan birliklerine karşı Albay Refet (Bele) Bey komutasındaki Batı Cephesi Güney Komutanlığı birliklerinin taarruzuyla başlatılan Aslıhanlar Muharebesi (7-10 Nisan 1921) sonucu Yunan birlikleri bölgeden çekilmiş olmakla birlikte istenilen sonuç alınamaz. Bu durum Türk ordusunun henüz taarruz yeteneğine ulaşamadığını da gösterir. Bu olaydan sonra Refet Bey, Batı Cephesi Güney Komutanlığından alınır, Batı Cephesi Komutanlığına ilaveten Yunan tehdidine karşı oluşturulmuş Güney Cephesi Komutanlığı lağvedilerek kuvvetleri İsmet Paşa komutasındaki Batı Cephesi Komutanlığı bünyesine dahil edilir.

Sakarya Zaferi

Türk (TBMM) ordusunun henüz taarruzî bir kabiliyete sahip durumda olmamasını kendisi adına elverişli bir durum olarak gören ve bu durumdan da faydalanmak isteyen Yunanlıların Batı Anadolu’daki birliklerini takviye ederek 10 Temmuz’da Eskişehir, Kütahya, Afyon hattından başlattığı taarruz sonucu bu şehirler Yunanlıların eline geçer, Türk ordusu da 25 Temmuz’da Sakarya’nın doğusuna çekilir. Bu muharebeler esnasında Batı Cephesindeki Türk ordusunun savaş gücünde önemli bir azalma meydana geldiği gibi, yurtta büyük bir hayal kırıklığı meydana gelir, Meclis’te de tansiyon hayli yükselir. Meclis’te yapılan müzakerelerde Mustafa Kemâl Paşa’nın başkomutan olarak ordunun başına geçmesi istenir, bunun ardından Mustafa Kemâl Paşa’nın Meclis’in yetkilerini ve Başkomutan unvanını kullanmaya yönelik önergesi 5 Ağustos’ta kabul edilir, 12 Ağustos’ta Alagöz -Polatlı’daki Cephe Karargâhına giderek Türk Ordusunun başına geçer.

23 Ağustos’ta Yunan kuvvetlerinin yoğun taarruzuyla başlayan Sakarya Muharebesi 13 Eylül’e dek aralıksız 22 gün 22 gece sürer. 7 Eylül’den itibaren taarruz gücü kırılan Yunan kuvvetleri 13 Eylül’de Sakarya’nın batısına geri çekilir.

Sakarya Zaferi gerek askerî gerekse de politik bakımdan İstiklâl Harbi’nin önemli bir merhâlesi olmuştur. Sakarya geri çekilmenin dur(durul)duğu ve ileri gidişâtın başladığı yer olmuştur. TBMM, 19 Eylül’de kabul edilen bir kanunla Mustafa Kemâl Paşa’ya Türk milletinin bir şükran ifadesi olarak mareşallik rütbesi ve gazilik unvanı vermiştir.

Sakarya Zaferi önemli siyasî sonuçlar da doğurmuş, dış ilişkilerimizde bir ivme sağlamış, bu çerçevede 9 Haziran’dan beri Ankara’da Fransa ile devam eden görüşmeler 20 Ekim’de olumlu bir şekilde sonuçlanarak Ankara İtilafnâmesi adıyla tarihe geçen bir anlaşmayla noktalanır. Diğer yandan 13 Ekim’de Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan ve RSFSC ile Kars Anlaşması, 22 Ekim’de İngiltere ile Esir Değişimi Anlaşması, 2 Ocak 1922 tarihinde de Ukrayna ile Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması imzalanır.

Büyük Taarruz Öncesi Hazırlıklar

Sakarya Zaferi’nin akabinde kış bastırmadan Yunan kuvvetlerine karşı taarruza geçilmesi düşünülmüş, bu çerçevede de ön ismi “Sad” olan bir harekât planı hazırlanır. Ancak katî sonuç alınması hedeflenen taarruzî harekât, gerekli hazırlıkların tamamlanabilmesi için önce bahara, sonra da yaza ertelenir. Afyon-Eskişehir çizgisine yerleşerek cephe oluşturan Yunanlılar, savunmalarını oldukça güçlendirir. Katî sonuçlu bir taarruzla Yunan kuvvetlerini yurttan atmayı öngören plana ilişkin hazırlık sürecinde yeni teşkil edilen birlikler ile kapanan Doğu ve Güney Cephelerinden bazı birlikler Batı Cephesine intikâl ettirilir, RSFSC, İtalya ve Fransa’dan alınan silahlar ile yeni konulan vergiler ve Hindistan Müslümanlarından gönderilen nakdî yardımlar, geceli-gündüzlü mesai yapan savaş endüstrisi atölyeleri ve ustaları mârifetiyle ordunun lojistik ihtiyaçları karşılanmaya çalışılır, yurt dışından temin edilen ve cephe gerisinde üretilen silah, mühimmat ve diğer lojistik malzemeler de genelde kağnılarla ve sınırlı sayıdaki kamyonla cepheye taşınır.

Bu süreçte iki ordu hâlinde yeniden teşkilatlandırılan Batı Cephesi Komutanlığında Nurettin Paşa komutasındaki 1. Ordu Akarçay (Afyon)’ın güneyine, Yakup Şevki Paşa komutasındaki 2. Ordu da Akarçay’ın kuzeyine yerleştirilmiş, Albay Halit (Karsıalan) Bey komutasındaki Kocaeli Grubu da Geyve Boğazı’ndan Gemlik’e kadar olan bölgede Bilecik ve Bursa’daki Yunan kuvvetlerine karşı konuşlandırılmıştır.

16 Haziran 1922 tarihinde Büyük Taarruz’a karar veren Başkumandan Gazi Mustafa Kemâl Paşa bu kararını Gnkur.Bşk. Fevzi Paşa, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ve Millî Müdafaa Vekili Kazım (Özalp) Paşa ile paylaşmıştır. Daha önce üçer aylık dönemler hâlinde uzatılan Mustafa Kemal Paşa’nın Başkomutanlık yetkisi TBMM tarafından 20 Temmuz’da süresiz olarak uzatılır.

Konya’ya gelip kendisini görmek isteyen İngiliz Generali Townshend’la görüşmek bahânesiyle 23 Temmuz’da Ankara’dan ayrılan Mustafa Kemâl Paşa aynı gün akşam ve ertesi gün akşam Townshend ile görüştükten sonra Batı Cephesi karargâhının bulunduğu Akşehir (Konya)’e gider. 26/27 Temmuz gecesi Fevzi Paşa ve İsmet Paşa ile birlikte bir toplantı yaparak 15 Temmuz’a kadar taarruz hazırlıklarının tamamlanmasına karar verilir. Bu arada diğer komutanlar da Akşehir’deki ordu takımları arasında düzenlenen futbol maçını seyretme bahânesiyle Akşehir’e davet edilir. 28/29 Temmuz gecesi başkanlığında gerçekleşen komutanlar toplantısında Büyük Taarruz etraflıca görüşülür. Taarruz planı baskın şeklinde Afyon güneyinden Yunan kuvvetlerinin sağ kanadına taarruz edip kuzeye doğru ilerleyerek Yunanlıların İzmir’le bağlantısını kesmek şeklindeydi. 2. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa’nın çekince koyduğu Büyük Taarruz planı konusunda Başkumandan Müşir Mustafa Kemâl Paşa tarihî sorumluluğu üzerine alarak toplantıyı bitirir. 1 Ağustos’ta Akşehir’e gelen Millî Müdafaa Vekili Kâzım (Özalp) Paşa ile görüştükten sonra Ankara’ya döner. Gazi ve Müşir Başkumandan 4 Ağustos’ta taarruz kararını hükûmete bildirir. 6 Ağustos’ta da Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa tarafından bağlısı 1. ve 2. Ordulara taarruza hazırlık emri verilir.

Mustafa Kemâl Paşa tarafından İtilaf Devletleri nezdinde görüşmelerde bulunmak üzere 5 Temmuz’da Avrupa’ya gönderilen Dâhiliye Vekili Fethi (Okyar), bir ay kadar Paris ve Londra’da yaptığı ve soğuk bir muamele gördüğü görüşmelerin ardından ağustos ayı ortasında yurda döndükten sonra Hükûmete sunduğu raporda millî amaçlarımızın elde edilmesinin ancak askerî harekâtla mümkün olabileceği, başka inceleme ve yoruma gerek olmadığı şeklinde bir değerlendirme yapar.

17/18 Ağustos gecesi Ankara’dan gizlice ayrılan Başkumandan Konya’ya, oradan da Batı Cephesi karargâhının bulunduğu Akşehir’e geçer. 20/21 Ağustos gecesi burada Gnkur.Bşk, Batı Cephesi Komutanı, 1. ve 2. Ordu Komutanları ile yaptığı toplantıda taarruz hakkında harita üzerinden onlara gerekli bilgileri verir ve 26 Ağustos sabahı taarruzun başlatılmasını emreder. Başkomutanlık, Gnkur. ve Batı Cephesi karargâhı 24 Ağustos’ta Afyon’un batısındaki Şuhut’a, 25 Ağustos’ta da Kocatepe’nin güneybatısına nakledilir. Aynı gün yabancı ülkelerle olan tüm haberleşmeler de kesilir.

Büyük Taarruz

Büyük Taarruz öncesinde harekât bölgesine intikâl eden ve konuşlanan Türk Ordunun üst komuta kademesi şu şekildeydi:

Başkumandan Müşir Gazi Mustafa Kemâl Paşa,

Gnkur.Bşk. Bşk. Birinci Ferik (Orgeneral) Fevzi (Çakmak) Paşa,

Batı Cephesi Komutanı Mirlivâ (Tümgeneral) İsmet (İnönü) Paşa,

- 1. Ordu Komutanı Mirlivâ (Tümgeneral) Nureddin (Konyar) Paşa,

** 1. Kolordu Komutanı Miralay (Albay) İzzettin (Çalışlar) Bey,

** 2. Kolordu Komutanı Miralay (Albay) Ali Hikmet (Ayerdem) Bey,

** 4. Kolordu Komutanı Miralay Kemâlettin Sami (Gökçen) Bey,

- 2. Ordu Komutanı Mirlivâ Yakup Şevki (Subaşı),

** 3. Kolordu Komutanı Miralay Şükrü Naili (Gökberk) Bey,

** 6. Kolordu Komutanı Mirlivâ Kâzım (İnanç) Paşa,

- 5. Süvari Kolordu Komutanı Mirlivâ Fahrettin (Altay) Paşa,

- Kocaeli Grup Komutanı Miralay Halit (Karsıalan)

Yunanistan Küçük Asya Orduları Komutanı General Hacıanesti’nin İzmir’den cepheyi idare ediyor (!) olmasına karşın Gazi Paşa’nın asıl muharebe hattından bizzat sevk ve idare ettiği Büyük Taarruzun ilk günü olan 26 Ağustos Cumartesi sabahı saat 05.30’da başlayan Türk topçu ateşi bir saat sürer, günün ilk saatlerinde Tınaztepe, Toklutepe, Kaleciksivrisi ve Belentepe Yunanlılardan alınır, öğle üzeri Fahrettin (Altay) Paşa komutasındaki 5. Süvari Kolordusu Sincanlı Ovasından Dumlupınar’ın doğusuna ilerler ve ardından da Yunan kuvvetlerinin düzenli bir şekilde geri çekilmesini sekteye uğratmak üzere Afyon-İzmir demiryolu tahrip edilir. Ertesi gün erken saatlerde Kurtkayası Tepesi ve Erkmentepe, ikindi sularında Çiğiltepe alınır, saat 05.30’da da Afyon kurtarılır. 28 Ağustos’ta Yunan ordusunun asıl cephesi yarılır, güneyden ilerleyen 1. Ordu birlikleri ile doğudan ilerleyen 2. Ordu birlikleri Yunan ordusunu ayırıp kuşatır. 29 Ağustos’ta (bir önceki günkü yarma harekâtıyla sağlanan elverişli durum) geliştirilir ve taarruz başarılı bir şekilde genişletilir, düşmanın kuzey kanadı ve Eskişehir Cephesi bozulmuş, akşama doğru da düşmanın iki kolordusu Dumlupınar ovasında Türk birlikleri tarafından kuşatılmıştır.

Başkumandan Mustafa Kemâl Paşa komutasındaki Türk birlikleri tarafından Dumlupınar ovasında Çalköy yakınlarında kuşatılan beş tümen cesâmetindeki Yunan kuvvetlerine kesin darbe 30 Ağustos’ta gerçekleşen ve bir imhâ muharebesi niteliğinde olan Başkumandan Meydan Muharebesinde vurulur. Başkumandan bu muharebeyi de bizzat Zafertepe’deki asıl muharebe hattından sevk ve idare eder. Gün boyu devam eden muharebede düşmanın bir bölümü imhâ edilir, bir kısmı teslim olur, General Trikopis’in de içinde bulunduğu diğer bir kısmı da bozgun hâlinde Kızıltaş vadisinden Uşak istikâmetine çekilmeye başlar.

Başkumandan’ın 1 Eylül’de Türk ordusuna “Ordular! İlk hedefiniz Akdenizdir. İleri!” şeklinde verdiği tarihî emirle bozgun hâlinde kaçan Yunan kuvvetlerine ilişkin takip harekâtı başlatılır. Yunan kuvvetleri İzmir’e doğru yerleşim merkezleri yakarak ve sivil halkı öldürerek geri çekilir… Afyon-Uşak istikametinde takip harekâtını sürdürümekte Dadaylı Albay Halit Bey komutasındaki 5. Kafkas Tümeni tarafından 2 Eylül’de Uşak iline bağlı, Uşak kuzey doğusunda ve 15 km mesafede bulunan Göğem köyü civarında 1. Yunan Kolordu Komutanı General Trikupis, 2. Yunan Kolordu Komutanı General Diyenis, 2. Yunan Kolordu Kurmay Başkanı Albay Yuvannis, İzmir’e ilk çıkan 13. Yunan Tümen Komutanı Albay Vandelis, Albay Kalinalis ile 13. Yunan Tümenine ait diğer subay ve askerler esir alınır.

Gazi ve Müşir Başkumandan’ın emrei gereği Afyon’dan İzmir’e dek 1-9 Eylül’de gerçekleşen takip harekâtında katedilen mesafe yaklaşık 450 km idi. Bu durum, muharebe ederek her gün üst üste ortalama 50 km. ilerlendiğini ifade eder. 14 Ağustos'tan beri her gün yürüyüş yapmış ve aralıksız beş gün muharebe etmiş olan yaya birlikler için bunun gerçekleştirilmesinin izahı oldukça güçtür. Yapılan faaliyet insan takâtinin fevkindedir. Bunun sırrı hiç şüphesiz ki kutlu orduların neferinden Gazi ve Müşir Başkumandanına kadar her seviyedeki gaye birliğinde yatmaktadır.

İzmir’in, Yunan işgâlinden kurtarılması, Kurtuluş Savaşı tarihimizde çok önemli ve simgesel anlam taşıyan bir olaydı. Büyük Taarruz’un on altıncı dokuzuncu günü olan 9 Eylül sabahı 5. Süvari Kolordusuna bağlı Türk süvarilerinin girdikleri İzmir’in muhtelif semtlerinde sembol binaların üzerine Türk bayrakları çekilmeye başlandı. Teğmen Besim (Kunter) Efendi Kadifekale'ye, Menemen üzerinden Karşıyaka'ya giren kuvvetler içinde bulunan Teğmen Zühtü (Işıl) Efendi, Üsteğmen Zekai (Kavur) Efendi ve milis kumandanı Bombacı Ali Çavuş Karşıyaka'daki belediye binası ve hükümet konağına, Üsteğmen Selahattin (Selışık) Efendi de Kordon'daki paket postanesine ay yıldızlı bayrağımızı asmıştı. Konak Meydanı'na ilk varan birlikler arasında yer alan Üsteğmen Zeki (Doğan) Efendi, Üsteğmen Fikret (Yüzaklı) Efendi ve yedek subay Abdurrahman (Özgen) Efendi de Sarıkışla'ya Türk bayrağını çekmişti. Ama simge yer Konak’taki Hükûmet Konağı idi. Hükûmet Konağı'nda sabahın erken saatlerinde Yunan Bayrağı dalgalanmaktadır. Hükûmet Konağına gelen (İzmir’e ilk giren) Süvari Yüzbaşı Şerafettin Bey ve ona eşlik eden Teğmen Ali Rıza (Akıncı) ve Teğmen Hamdi Efendi tarafından Hükûmet konağı önündeki heyecanlı halkın gözleri önünde Yunan bayrağı binadaki bayrak direğinden indirilir ve ardından da Türk bayrağı göndere çekilir.

9/10 Eylül gecesini 1. Ordu Karargâhı, İzmir’in doğusunda Belkahve’de, Başkumandanlık, Genel Kurmay Başkanlığı ve Batı Cephesi Karargâhları Nif’te geçirmişti. 10 Eylül’de Gazi ve Müşir Başkumandan, Fevzi ve İsmet Paşalar karargâhlarıyla İzmir’e girmiş ve Hükûmet Konağı’na yerleşmişti.

İzmir’in kurtuluşu tüm yurtta büyük sevinçle karşılanmış, birçok yerde kutlamalar yapılmıştı.    10 Eylül günü öğleden sonra saat üçte Ankara’da, İzmir’in kurtuluşu münâsebetiyle yapılan tezahürat oldukça coşkulu geçmiş, bütün resmî daireler tatil edilmişti

Sonuç

26 Ağustos’ta başlayan Büyük Taarruz, planda öngörüldüğü şekilde süratle gelişmiş, taarruzun ilk günü Yunan hatları yarılmış, ikinci günü başarı genişletilmiş ve Afyon kurtarılmış, üçüncü ve dördüncü günleri Trikupis Grubu (1. Yunan Kolordusu) kuvvetlerin kuşatılması başarılı bir şekilde tamamlanmış, 30 Ağustos’ta gerçekleşen (ve daha sonra Başkumandan Meydan Muharebesi olarak adlandırılan ve anılan) Dumlupınar Meydan Muharebesi, Yunan kuvvetlerinin Küçük Asya Macerası adına ezici sonuçlar doğurmuş, akabinde 1-9 Eylül döneminde gerçekleşen Takip Hârekâtı sonucu İzmir’in kurtarılmasıyla Yunan Kuvvetlerinin bu macerası Küçük Asya Felâketine dönüşmüş, Millî Mücâdele’nin askerî safhası da emsâlsiz bir zaferle taçlanmıştır.

Birbiri ardında ve her biri de başarıyla ve zaferle gerçekleşen Büyük Taarruz, Başkumandan Meydan Muharebesi ve Takip Harekâtı sonunda Millî Mücâdele’nin silahlı mücâdele dönemi başarıyla sonuçlanmış, 19 Mayıs 1919 tarihinden beri ilerleyen ve büyük bir tehdit hâlini alan Yunan işgâli ezici bir şekilde sona erdirilmiş, bu esnada İtilaf Devletleri tarafından ateşkes talebinde bulunulmuş, bu emsalsiz askerî zafer Türk milleti adına büyük bir moral olmuş, Türkleri Anadolu’dan atmayı amaçlayan “Şark Sorunu” olarak ifade edilen hayalleri sona erdirmiş, böylece Anadolu’nun da ilelebet Türk Yurdu kalacağı kesinleşmiş ve Cumhuriyetin de ilanı mümkün olmuştur.

O dönemde Anadolu ve Batı dışındaki Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki ülkelerin ve halkların tamamı doğrudan ya da dolaylı bir şekilde Batı’nın sömürgesi ve kontrolü altındaki ülkeler ve halklar durumunda olup bu emsalsiz zafer, bu emsâlsiz bahse konu halklar ve mazlum milletler için de bağımsızlık ve özgürlüklerini kazanma adına bir ilham kaynağı olmuştur.

Devletlerarası ilişkilerde hasmınız olan devlete ya da devletler grubu size karşı askerî güç kullanıyorsa sizin de bağımsızlığınızı, hakkınızı, hukukunuzu ve haysiyetinizi korumanın yolu silahlı mücâdeleden geçer. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu lideri Gazi Mustafa Kemâl Atatürk’ün uluslararası ilişkilerde her daim geçer akçe olacak “Kuvvet ve kudretten mahrum olana iltifat olunmaz” şeklinde veciz bir sözü vardır. Güce dayanmayan bir politika da sonuç alıcı değildir. Ülkeler ve milletlerin insanlık ailesinin itibarlı bir üyesi olarak varlığını sürdürmeleri de millî güç unsurlarından ekonomik, politik, psiko-sosyal, askerî ve teknolojik güçlerinin zamanın ruhuna uygun bir şekilde olmasıyla mümkündür. Aksi hâlde itibar yoksunluğu, istiskâl, paryalık yahut izmihlâl hiç de sürpriz olmaz.

Osmanlı Devleti ve onun aslî unsuru olan Türk toplumunun I. Dünya Savaşı sonunda yıkılma ve esâret raddesine geldiği açık bir vakıâdır. Bu durum, geri planı dört asır öncesine dayanan zamanın ruhuna bigâne kalmanın bir sonucudur. Devlet ve toplum olarak itibarlı, güçlü ve kudretli olarak var olmanın yolu da zamanın ruhunu doğru ve düzgün bir şekilde okumaktan ve ona uygun niteliklere sahip olmaktan geçer. Aksi hâlde bağımsızlık ve özgürlükten yoksun hâle gelinebileceği, yüzyıllar içinde Atatürk gibi bir dahi ve kahramanın da pek nadir gelebileceği hiç mi hiç göz ardı edilmemelidir.

Bu vesile ile Büyük Zafer’in 100. yılını gurur ve kıvançla idrak ederken, başta bu kutlu ve görklü zaferin askerî ve siyasî lideri Gazi Mustafa Kemâl Paşa olmak üzere Şanlı Millî Mücâdele’nin aziz şehit ve gazilerini saygı, minnet, şükran ve rahmetle yâd eder, aziz Türk milletinin de Zafer Haftasını kutlarım.