1980’li yılların sonlarına doğru Güney Kafkasya’da oluşan siyasi ortam ve bir avuç insanın yaktığı bağımsızlık ateşi kısa sürede tüm Azerbaycan’a yayıldı. Elbette bunda Sovyet rejiminin Azerbaycan aleyhine izlediği yanlı tutumun da büyük etkisi vardı. Rusya, Azerbaycan’da kontrolü kaybedeceğini anlayınca her zaman yaptığı gibi halkı korkutmak adına zulüm ve baskılara yöneldi. Ancak yine başarılı olamayınca, bu kez 20 Ocak 1990 tarihinde Bakü Katliamını gerçekleştirdi.
Bu katliam halkı sindirmek bir yana, tam aksine Rusya’nın bölgede tamamen gözden düşmesine neden oldu. Artık Azerbaycan halkı, hiçbir şart altında Rusya ile aynı çatı altında yer almak istemiyordu. Rusya, Azerbaycan’ın tamamen kaybetme ihtimaline karşı, hiç olmasa iktidarı elinde tutmak adına kendi adamı olan Ayaz Mütellibov’u ülkenin başına getirdi.
20 Ocak Katliamından sonra Sovyetler Birliği tarafından Azerbaycan’a vali gibi atanan Ayaz Mütellibov, son bir hamleyle Rusya’nın bölgedeki varlığını devam ettirmek için çeşitli adımlar attı. Bunlara örnek olarak Sovyet rejimini yaşatma adına yapılan sahte referandumlar, bağımsız ülkelerde millî orduların kurulmasının geciktirilmesi ve bölgede yaşananlara Sovyet ordusunun müdahalesinin istenmesi gibi olayları gösterebiliriz. Ancak bu hamleler hem halk tarafından destek görmedi hem de Sovyetlerin yıkılışının artık kesinleşmiş olması nedeniyle işe yaramadı.
Ayaz Mütellibov’un bu girişimlerinin bazıları, özellikle millî ordunun kurulmasının geciktirilmesi, Azerbaycan için ölümcül sonuçlar doğurmuştur. Zira Karabağ’da Ermenilerin yaptığı katliamlar artarak devam ediyordu. Aslında Azerbaycan’ın bağımsızlığıyla birlikte ilk cumhurbaşkanı olan Mütellibov’un önünde büyük bir fırsat vardı. Eğer halkın sesine kulak verip milletin yanında yer alsaydı, Azerbaycan bu kadar şey kaybetmeyebilir, hatta belki de Hocalı gibi bir soykırım yaşanmazdı.
Fakat o, bunun yerine hizmet ettiği Rusya’nın bölgede sesi olmayı seçerek kendi milletine sırt çevirmiştir. Sonuç olarak Karabağ topraklarında işgaller, katliamlar ve soykırımlar yaşanmış, Azerbaycan Türklerinin gözyaşları dinmemiştir.
Hocalı Soykırımı'ndan sonra bıçak kemiğe dayanmış, milletin Meclis’teki sesi olan Elçibey liderliğindeki Azerbaycan Halk Cephesi’nin baskısıyla ve halkın büyük tepkisiyle Ayaz Mütellibov, 6 Mart 1992 tarihinde cumhurbaşkanlığı görevinden istifa etmek zorunda kalmıştır. Bu noktada Elçibey’in büyüklüğü de ortaya çıkmıştır; zira onu halka linç ettirmemiş, sakin bir şekilde akşam vakti Moskova’ya gitmesine izin vermiştir.
Ayaz Mütellibov’un istifasından sonra Cumhurbaşkanlığı görevi geçici olarak Yakup Memmedov’a devredilmişti. Alınan karara göre, Meclis’teki partilerden bir koalisyon kurulacak ve yeni cumhurbaşkanı seçilene kadar devleti bu ekip yönetecekti. Her ne kadar kendi arkadaşları bile ısrar etse de, Meclis’in en büyük siyasi gücü olan Azerbaycan Halk Cephesi’nin başkanı Elçibey seçimlere yanaşmıyordu.
Elçibey’e göre, önce demokratik kurumların ve kadroların oluşturulması, Karabağ’daki savaşın ise sonuçlandırılması gerekiyordu. Seçim ancak bu şartlar sağlandıktan sonra gündeme gelebilirdi. Ancak Meclis farklı bir karar aldı. Azerbaycan’ın 7 Haziran 1992’de cumhurbaşkanlığı seçimlerine gitmesine karar verildi.
Bir tarafta seçim atmosferi, diğer yanda Karabağ’da süren savaş ve o savaşı durdurmak için atılan barış adımları devam ederken, 8 Mayıs 1992 tarihinde Azerbaycan Türkleri için büyük öneme sahip olan Şuşa şehrinin Ermeniler tarafından işgali adeta bir atom bombası etkisi yarattı. Bu şok henüz atlatılamamışken ve millet cepheye yoğunlaşmışken, Rusya’nın desteği ve gizli operasyonları sonucu 14 Mayıs 1992 tarihinde Ayaz Mütellibov yeniden sahneye çıktı.
Seçimlerden umudunu kesen Rusya, kendi piyonunu bir kez daha oyuna sürüyordu. Rusya yanlılarının desteğiyle Azerbaycan Anayasasını ve milletin iradesini çiğnenerek Meclis’e gelen Mütellibov, cumhurbaşkanlığının elinden zorla alındığını, yaklaşan seçimi tanımadığını ve kendisinin hâlâ meşru cumhurbaşkanı olduğunu ilan etti. Hatta bununla da yetinmeyerek, gerekirse diktatörlüğe gideceğini bile açıkladı.
İşte bu tarih bir kırılma noktasıydı. Azerbaycan ya Rusya’nın bu baskısına boyun eğip günümüz Rusya Federasyonu’ndaki herhangi bir bölge ya Belarus gibi olacak ya da kendi iradesine sahip çıkıp bu dayatmalara başkaldıracaktı. Azerbaycan ikinci yolu seçti. Yüzlerce şehidin kanıyla kazanılan bağımsızlığı bu oyuna kurban etmeyerek devletine sahip çıktı.
Meydanlara akın eden binlerce kişi Rusya’nın bu hamlesini protesto etti. Bu direnişin öncüsü ise Azerbaycan’ın bağımsızlık hareketinin lideri Ebulfez Elçibey idi. Elçibey arkadaşlarına bağımsızlığın tehlikede olduğunu, gerekirse burada ölünmesi gerektiğini ancak bağımsızlığın feda edilemeyeceğini söylüyordu. Elçibey “biz ölsek de hiç bile hiç olmazsa, gelecek nesiller için örnek oluruz” diyordu. İşte bu düşünceyle hareket eden Azerbaycan Halk Cephesi önce Ayaz Mütellibov’a yaptığı girişimin meşru olmadığı ve Meclis’i terk etmesi gerektiği yönünde ültimatom verildi. Ancak Mütellibov, Rus ordusunun desteğine güvenerek bunu reddetti.
Bunun üzerine, 15 Mayıs günü Elçibey’in ve Azerbaycan Halk Cephesi’nin çağrısıyla halk ve cephe hatlarından gelen gönüllü birlikler Meclis’e doğru yürüyüşe geçti. Meclis ve televizyon binası kuşatıldı. Kısa süreli bir çatışma yaşansa da Azerbaycan Halk Cephesi Meclis’e girmeyi başardı. Böylece Rusya’nın Azerbaycan’ın bağımsızlığını yıkmaya yönelik son büyük hamlesi de milletin eliyle tarihin çöplüğüne atıldı.
Birçok kişi bu olaydan habersiz olsa da, 15 Mayıs 1992 tarihi Azerbaycan Cumhuriyeti için bir varoluş günüdür. O gün millet o zorbalığa boyun eğmiş olsaydı, belki bugün bağımsız bir Azerbaycan Cumhuriyeti olmazdı. Azerbaycan, bağımsızlığını o gün meydanlara çıkan kahraman insanlara borçludur.
Allah bir daha bizi böyle sınamalara tabi tutmasın. Amin