Dr. İrfan Paksoy

Tüm yazıları
...

GAZİ MECLİS 101 YAŞINDA

1962 yılında Kahramanmaraş’ta doğmuş olan İrfan Paksoy, ilk ve orta eğitimini Kahramanmaraş’ta yapmış, lisans eğitimini Hava Harp Okulunda (Yeşilyurt-İstanbul) tamamlamış ve Eylül 1984 ayında da Hava Kuvvetlerinde subay olarak göreve ve meslekî yaşamına başlamıştır.

Meslek hayatı boyunca (1984-2015) değişik kademelerde görev yapmıştır. Bu çerçevede; Hava Kuvvetlerinin değişik birlik ve kurumlarında, Millî Savunma Bakanlığı Dış Tedarik Daire Başkanlığında, Genelkurmay Başkanlığında ve Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Komutanlığında değişik kademelerde proje subayı, yönetici ve komutan olarak; Millî Güvenlik Akademisinde öğretim elemanı ve Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı Başkanı olarak, 1999-2002 döneminde de üç yıl süreyle Almanya’da Savunma Bakanlığı bağlısı kısa adı BWB olan Federal Savunma Teknolojisi ve Tedarik Dairesi nezdindeki Türk İrtibat Ofisinde Türk Silahlı Kuvvetlerini temsilen irtibat subayı olarak görev yapmıştır.

1991 yılında girdiği Hava Harp Akademisini (1) (Yenilevent-İstanbul) 1993 yılında tamamlamış (2) ve kurmay subay olmuş, 1998 yılında 69. dönem müdavimi olarak Silahlı Kuvvetler Akademisinde (3) (Yenilevent-İstanbul), Eylül 2011-Şubat 2012 döneminde de Millî Güvenlik Akademisinde (Ankara) eğitim görmüş, 2007-2009, 2011 -2013 dönemlerinde de Millî Güvenlik Akademisinde (4) öğretim elemanı ve Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı Başkanı olarak görev yapmıştır.

2003 yılında Erciyes Üniversitesi (Kayseri) Tarih Ana Bilim Dalı Türkiye Cumhuriyeti Bilim Dalında başladığı doktora eğitimini 2008 yılında tamamlamış “Tek Parti Dönemi Siyaset Kültürünün Sonrasına Etkileri” başlıklı tezi ile “Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Doktoru” unvanını almıştır.

Yazar Eylül 2017 ayında Ankara Üniversitesi Gayrimenkul Geliştirme ve Yönetimi Bölümünde başladığı yüksek lisans eğitimini “1858 Arazi Kanunnâmesi Bağlamında Tanzimâttan Cumhuriyete Arazi Mülkiyet Sistemi” konulu çalışması ile 18 Ocak 2020 tarihinde tamamlamış olup Şubat 2020 ayından beri Ankara Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesinde yarı zamanlı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.

Yazarın 2018 yılında yayımlanmış “Cihan Harbi’nde Osmanlı Devleti”, 2020 yılında yayımlanmış “Bilgelik Okumaları” ve 2021 yılında yayımlanmış (müşterek bir çalışma olan) Enver Paşa (Hürriyet, Adalet, Müsâvât)” ve “Azerbaycan Aydınları” isimli araştırma-inceleme dalındaki eserleri ile yayımlanmış birçok makalesi bulunmakta olup değişik dergi ve yayın organlarında belirli aralıklarla da makâle yazmaktadır.

Yazar evli olup, iki evlat ve bir torun sahibidir.

 

DİPNOTLAR:

(1) Harp Akademileri bünyesinde verilmekte olan iki yıl süreli kurmaylık eğitimi YÖK ile Gnkur.Bşk.lığıjnda yapılan protokol gereği “Yönetim, Uluslararası İlişkiler, Kamu Yönetimi ile Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi” bilim dallarında yüksek lisans eğitimine muadil kabul edilmiştir.

(2) Yazarın Hava Harp Akademisi eğitimi esnasında “TSK’da şeffaflık ilkesinin amaç, ilke ve esasları nasıl olmalıdır?” başlıklı tezi hazırlamıştır.

(3) Yazarın (uluslararası ilişkiler, küresel ve bölgesel ilişkiler ve güvenlik, bölgesel ve küresel ekonomi, kriz yönetimi, ulusal güvenlik ve strateji konularında disiplinlerarası bir eğitim niteliğinde olan) 4,5 ay süreli Silahlı Kuvvetler Akademisi eğitimi esnasında “Hava Kuvvetleri Komutanlığının 21’inci Yüzyılda Lojistik Yapılanması Nasıl Olmalıdır?” başlıklı bir tez hazırlanmıştır.

(4) Millî Güvenlik Akademisi eğitimi asker ve sivil orta ve üst düzey yöneticilere verilmekte olan ulusal ve NATO ittifakı ölçeğinde (stratejik seviyede) kriz yönetimi ve harp yönetimi konularında teorik ve uygulama düzeyinde bir eğitimi içeren; ulusal, bölgesel ve küresel ölçekte politik, askerî, ekonomik ve sosyo-kültürel gelişmeler konusunda müdavimlerine vizyon kazandıran disiplinlerarası bir eğitimdir.

Dr. İrfan Paksoy

Millî irâdenin tecellîgâhı olan

TBMM’nin ilelebet kâim olması dileği ile

Gazi Meclisimizin kuruluşunun 101. yılı kutlu olsun

 

Mütâreke Sonrası

30 Ekim 1918 tarihinde, İtilaf Devletleri adına İngilizlerin Akdeniz Donanmasının Komutanı Amiral Arthur Gaugh Calthorpe ile Bahriye Nâzırı Miralay (Albay) Hüseyin Rauf (Orbay) Bey başkanlığındaki Osmanlı heyeti (Reşat Hikmet ve Sadullah Beyler) arasında Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda Agamemnon Zırhlısı’nda imzalanan Mütâreke Osmanlı Devleti’nin tam anlamıyla teslim olmasıydı.

Mütâreke’ye esas olan metin her ne kadar Mondros’taki Osmanlı delegasyonu tarafından da ağır bulunmuşsa da müzâkereler sonucunda Amiral Calthorpe Mütâreke şartlarının kabul edilmemesi durumunda İstanbul’a zorla gireceğini belirtmiştir. Rauf Bey, Calthorpe’un tehdidi üzerine, müzakereleri keserek İstanbul’a dönmek ya da Mütârek’yi imzalamak şıklarından birinin tercihi konusunda Hükûmet ile temas kurmuş, Ahmet İzzet Paşa Kâbinesi de ittifakla Mütâreknâme şartlarını kabul ederek imzalanması konusunda da Rauf Bey’i yetkili kılmıştır.

Alman yazar Fritz Rössler’e göre, bu Mütâreke ile Osmanlı Devleti’nin yıkılışı imzalanmış oluyordu. Mustafa Kemâl Paşa, Mütâreke şartlarını öğrenince, Osmanlı Devleti’nin sadece kayıtsız şartsız kendini düşmana teslim etmekle kalmadığını, hatta memleketin istilâsında düşmana yardım ettiğini ileri sürdü. Nitekim Mütâreke’yi takiben yaşanan talihsiz gelişmeler de Mustafa Kemâl Paşa’yı haklı çıkaracaktır.

Mütâreke’nin imzalanmasını takiben 2/3 Kasım 1914 gecesi İttihat ve Terakkî’nin (İvT) ileri gelenleri olan sâbık Sadrazam Talat Paşa, Sâbık Başkumandan Vekili Enver Paşa ve Sâbık Bahriye Nazırı Cemal Paşa ile Dr. Nâzım ve Dr. Bahaeddin Şakir’in Almanların Lorely adlı elçilik vapuruyla Odesa (Rusya)’ya kaçmalarına göz yumduğu ileri sürülen Ahmet İzzet Paşa Hükûmetine gerek muhâlefet, gerekse de Padişah sert tepki göstermişti. Meclisteki İvT mebusları da kaçan liderlerinin aleyhlerine dönmüşler ve sorumluların adâlete hesap vermesini istiyorlardı. Fethi (Okyar) Bey, Mehmet Cavit Bey ve Şeyhülislam bu hücumların boy hedefiydi. Padişah Vahidettin, Mütâreke görüşmeleri delege seçilirken iradesine karşı gelenleri affetmemişti. Önce istemediği kişilerin Kâbineden çıkarılmasını talep etti. Birkaç gün sonra da Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’yı görevden çekilmeye davet etti.

Müttefikler daha Mütârekenin mürekkebi dahi kurumadan sözde Rusya’daki Bolşevik tehlikesine karşı tedbir olarak, gerçekte ise Osmanlı Devleti’nin parçalanması konusunda daha önce kendi aralarında yapılmış olan gizli anlaşmayı uygulamak maksadıyla 13 Kasım 1918 tarihinde Yunan Averof zırhlısı da dâhil 55 adet kadar büyük savaş gemisinden oluşan bir donanmayla İstanbul’a gelerek Dolmabahçe önüne demir attılar ve aynı gün karaya asker çıkarmaya başladılar. Böylece İstanbul’da (gayrı resmî) işgâl ya da Mütâreke Dönemi denen dört yıllık acı günler başladı

Ahmet İzzet Paşa’nın sadâreti ancak 25 gün sürdü. Görevlendirildiği mütârekeyi sağlayarak, yerine eski bir sadrazam ve Londra büyükelçisi olan ve İngilizlerin teveccühünü kazanabileceği umulan Ahmet Tevfik Paşa’ya bıraktı. Ahmet İzzet Paşa Hükûmetinin 8 Kasım 1918 tarihinde istifa etmesi üzerine 11 Kasım 1918 tarihinde kurulan Ahmet Tevfik Paşa Hükûmeti 18 Kasım’da Meclisten güvenoyu aldı.

İç politikanın dengesiz ve istikrarsız bir yörüngeye girdiğini hisseden Vahideddn, Tevfik Paşa Kabinesinin kurulmasından üç gün sonra 21 Aralık 1918 tarihinde Mebûsan Meclisinde okunan fermanı ile İttihatçıların çoğunlukta olduğu Mebûsan Meclisini feshetti. İstanbul’da fiilî iktidar, artık Sarayın ve gâlip devletlerin temsilcilerinin elindeydi. 

Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri

Mondros Mütârekesi’nden sonra önce İstanbul’da, sonrasında da Ankara’da önemli siyasal gelişmeler olmuştur. Üyelerinin çoğu Mütâreke sonrasında dağılan İttihat ve Terakkî Cemiyeti (İvTC) üyelerinden oluşan yerel gruplar, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri adı altında, millî bağımsızlığı kurtarmak amacıyla örgütlenmişlerdi. Mustafa Kemâl Paşa, 19 Mayıs 1919 tarihinde Anadolu’ya geçmeden önce, bu grupların bazılarıyla ilişki kurmuş, bunların ileri gelenleriyle izlenecek hareket tarzını görüşmüştü. Öte yandan Anadolu’da bulunan Erzurum’da bulunan 15. Kolordu(nun) Komutanı Kazım Karabekir Paşa ile Kırşehir’de (ve sonrasında da Ankara’ya intikâl eden) 20. Kolordu(nun) Komutanı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa yardım vaat etmişlerdi. İlaveten, Mustafa Kemâl Paşa’nın İstanbul’da Harbiye Nezâretinde (Savaş Bakanlığında) görev yapmakta olan yakın arkadaşı Miralay (Albay) İsmet (İnönü) Bey ile Fevzi (Çakmak) Paşa da hükûmet merkezindeki durum hakkında kendisini düzenli olarak bilgili kılıyorlardı.

Millî Mücâdele’de Heyet-i Temsiliye Dönemi

Mütâreke sonrasında adeta kalmayan devlet otoritesi nedeniyle bölgede bağımsız bir devleti kurma  hevesleri daha da artan Karadeniz Bölgesindeki Rumların bölgede çıkardıkları karışıklığa son vermek ve böylece İngiltere’nin (Mondros Mütârekesi’nin 7. maddesine dayanarak) bölgeyi işgâl etmesini önlemek üzere (kısa bir süre sonra ismi 3. Ordu Müfettişliğine dönüştürülecek olan) 9. Ordunun Müfettişi olarak geniş yetkilerle bölgeye görevlendirilen Mustafa Kemâl Paşa, İzmir’in Yunanlılar tarafından 15 Mayıs 1919 tarihinde işgâlinin ertesi günü, maiyetiyle birlikte İstanbul’dan ayrılıp 19 Mayıs’ta Samsun’a  vâsıl oldu.

Mustafa Kemâl Paşa’nın Samsun’a gelmesi, Türk siyasî hayatında yeni bir devrin başlangıcının işaretidir. Bu tarihten itibaren ülke iki kampa bölünmüş; bir tarafta devletin ve müesses (kurulu) düzenin varlığını idâme ettirmek için her türlü zillete katlanarak Müttefiklerle işbirliği hâlinde olan İstanbul Yönetimi, diğer tarafta da ülkenin toprak bütünlüğünü ve millî bağımsızlığı korumak maksadıyla Anadolu’da mücâdeleye başlayan Mustafa Kemâl Paşa ve onun etrafında toplananlar yer almıştır.

Samsun’da bir süre kalan Mustafa Kemâl Paşa 12 Haziran’da Havza yoluyla Amasya’ya geçer ve orada Bahriye eski Nâzırı Rauf (Orbay) Bey, Ankara’da konuşlu 20. Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa ve Sivas’ta konuşlu 3. Kolordu Kumandanı Miralay Refet (Bele) Bey ile buluşup onlarla toplantılar yaptı. Görüşmeler sonunda, Mustafa Kemâl Paşa’nın önceden hazırladığı prensipleri kapsayan bir metin üzerinde anlaşma sağlanır. Toplantılara iştirak edemeyen Konya’da konuşlu 2. Ordunun Müfettişi olan Mersinli Cemal Paşa ve Erzurum’da konuşlu 15. Kolordunun Komutanı olan Kazım Karabekir Paşa’nın da görüşleri alındıktan sonra bazı düzeltmelere uğrayan metin, 21/22 Haziran gecesindeki son toplantıda kesin şeklini alır. Millî Mücâdele için bir strateji belgesi niteliğinde olan ve Amasya Kararları/Tamimi/Genelgesi olarak bilinen bu kararlar, 22 Haziran 1919 tarihinde ülke sathındaki askerî ve mülkî erkâna telgrafla bildirilir.

Amasya’dan sonra, Rauf Bey ile birlikte, Sivas ve Erzincan üzerinden Erzurum’a giden ve İngilizlerin İstanbul Hükûmeti nezdindeki baskısı sonucu 8/9 Temmuz 1919 gecesi askerlikten ayrılmak zorunda kalan Mustafa Kemâl Paşa, Doğu Vilayetlerini de içine alan genişletilmiş bir Ermenistan tehdidine karşı yapılan ve 24 Temmuz 1919 tarihinde de Erzurum’da toplanan Doğu vilayetleri temsilcilerinin kongresine katılır ve kongreye başkan olur. Onun ustaca yönetimi sâyesinde, Erzurum Kongresinin 7 Ağustos 1919 tarihinde yayımlanan beyannâmesi Amasya Kararları’na uygun olarak hazırlanır. Erzurum Kongresinin aldığı en önemli karar, daha sonra Misak-ı Millî olarak tanınacak olan demecin ilk nüshasını hazırlamış olmasıdır. O tarihte Erzurum’da bulunan Mütâreke denetim subayı İngiliz Yarbay Rawlinson, rüzgârın hangi yönden esmekte olduğunu fark edip, Türk milliyetçilerinin gelecekte büyük bir İslam Cumhuriyeti kurma ihtimâli olduğunu Londra’ya bildirmişti.

Erzurum Kongresini tâkiben çeşitli vilâyet temsilcilerinin katılımıyla 4-11 Eylül 1919 tarihlerinde gerçekleşen Sivas Kongresinde, Erzurum’da alınan kararlar, burada da aynen kabul edilir.

Sivas Kongresinin önemi, Erzurum’da sadece Anadolu’nun Kuzey ve Doğu Bölgeleri temsilcileri tarafından alınan kararların vatanın tamamı için hukuken geçerli hâle getirilmiş olmasıdır. Öte yandan Mütâreke’den sonra kurulmuş dernekler Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (A-RMHC) adıyla birleştirilir. Bu kongrede de başkanlığına Mustafa Kemâl’in seçildiği Heyet-i Temsiliye artık millî direniş hareketinin yürütme organı hâline gelir.

6 Haziran 1919 tarihinde Paris Konferansına katılmak üzere Fransa’ya giden Damat Ferit Paşa başkanlığındaki Osmanlı Heyetine yapılan muamele, tüm millî duyguları ayaklar altında alırcasına ve emsâli görülmemiş bir şiddette olur. Damat Ferit Paşa Paris’teki müzâkereler esnasında Fransa Başbakanı Clemenceau ve İngiltere Başbakanı Lloyd George tarafından da aşağılanmaya mâruz kalır. Osmanlı temsilcilerinin, Clemenceau tarafından Fransa’da istenmeyen kişi ilan edilmesi üzerine 4 Temmuz 1919 tarihinde Osmanlı Heyeti Paris’ten ayrılır. Damat Ferit Paşa ve heyet üyelerinin Fransa’dan kovulması İstanbul’da çok kötü bir hava yaratır.

Batılı ülkeler, Anadolu da olup bitenleri çok daha geniş ve yaygın bir biçimde ele almakta, yeni bir devletin kuruluşuna yönelen bir devrim hareketi olarak görmekteydiler. Erzurum Kongresinden bir süre sonra Paris’te yayınlanan 24 Ağustos 1919 tarihli Le Temps’ın haberi Batılı kaynaklar bakımından cumhuriyetin ilk müjdecisi olmuştur. Gazetede yayınlanan haber şu şekildedir: Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl geçen gün İstanbul’a çektiği bir telgrafta millî kuvvetlere karşı asker gönderilecek olursa, Anadolu’da bağımsız cumhuriyet ilan edileceğini belirtmiştir.

Sivas Kongresinden sonra Millî Mücâdele hareketi, Anadolu’da daha bir güç kazanmıştır. Milliyetçiler artık İstanbul Hükûmetini dinlememektedir. İngiliz Amirali John de Robeck, 19 Eylül 1919 tarihinde Lord Curzon’a gönderdiği raporda, Türkiye’deki gelişmelerin bir cumhuriyete doğru yönelmiş olduğunu şu şekilde açıklar: Hükûmet ve İtilaf Devletleri kuvvetsizdir. Alınan bütün haberlere göre Millî Hareket, Anadolu’da bir cumhuriyete doğru inkişâf ediyor (gelişiyor).  Bu hareket, İstanbul’dan bilhassa, Harbiye Nezareti’nden desteklenmektedir. Bu yeni milliyetçi hareket bugünkü Damat Ferit Hükûmetinden ziyâde halk efkârını (kamuoyunu) temsil etmektedir.

18 Eylül'de Mustafa Kemâl, Paris'teki Müttefikler Yüksek Konseyi'ne, Damat Ferit Paşa başkanlığındaki heyetin halkın iradesini temsil etmediğini bildirerek, Anadolu’daki işgâlleri protesto eder. Paris Barış Konferansı’nda yaşanan başarısızlık, pahalılık ve yoksulluk ile Anadolu’dan sağlanan vergi gelirlerinin artık İstanbul’a gönderilmesinin Kuvâ-yı Milliye yanlıları tarafından engellenmesi sonucu Damat Ferit Paşa Hükûmeti itibarını ve otoritesini kaybeder. Mustafa Kemâl’in Heyet-i Temsiliye Başkanı olarak, milletin Kâbineyi istemediğini belirten ve Padişaha iletilmek üzere gönderdiği telgrafın Padişaha aktarılmaması üzerine İstanbul’da meşru bir Hükûmet kuruluncaya kadar Anadolu ile İstanbul arasındaki haberleşmeyi keser. Mustafa Kemâl’in koyduğu bu tavır sonucu Damat Ferit Paşa Hükûmeti 2 Ekim 1919 tarihinde istifa eder. Böylece Kuvâ-yı Milliye politik bir zafer kazanır. Batılı Devletler de Anadolu’ya giderek artan bir ilgi duymaya başlarlar. Fransa’dan Georges Picot ve ABD’den de General Harbord, Sivas’ta Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl ile görüşürler. İngilizler ise bir yandan Anadolu’ya karşı politik kampanyayı yoğunlaştırırken, diğer yandan da sessizce Anadolu’dan askerî kuvvet çekerler.

Yeni kâbine 3 Ekim 1919 tarihinde (bir anlamda Senato da addedilebilecek) Âyan Meclisi üyelerinden Ali Rıza Paşa tarafından kurulur. Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl aynı gün yeni Sadrazama çektiği telgrafta, Hükûmet, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin amaçlarına uyduğu takdirde, Kuvâ-yı Milliye’nin, Hükûmete yardımcı olacağını belirtir.

Amiral John de Robeck’in Lord Curzon’a gönderdiği 3 Ekim 1919 tarihli telgrafta da Kâbinenin çoğunluğunun milliyetçi ve bazı üyelerin İttihat ve Terakkî Fırkası (İvTF) sempatizanı olduğu bildirilir ve bu arada özellikle, Sadrazam Ali Rıza Paşa, Harbiye Nâzırı Mersinli Cemal Paşa, Nafia ve Harbiye eski Nâzırı Ferik (Korgeneral) Abuk Ahmet Paşa'nın milliyetçi hareket sempatileri üzerinde durulur. Amiral de Robeck'e göre, Mersinli Cemal Paşa ile Ferik Abuk Ahmet Paşa, Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl liderliğindeki Millî Mücâdele’nin en kuvvetli destekçileridir.

Padişah ve Sadrazam, İstanbul’daki yönetimin meşruluğu üzerindeki tartışmaları durdurmak ve gerginliği azaltmak için Mebûsan Meclisini tekrar toplamaya ve Kuva-yı Milliye ile tekrar diyalog başlatmaya karar verdiler. Bu çerçevede, İstanbul Hükûmeti tarafından Bahriye Nâzırı   Salih Hulusi Hulusi Paşa, Temsil Heyeti ile görüşmeye memur edilir. Görüşme yeri, Amasya idi. İstanbul Hükûmeti böylece politik bir kuruluş olarak Temsil Heyeti’nin varlığını tanımış olur. 20-22 Ekim 1919 tarihlerinde gerçekleşen Amasya Görüşmeleri, Sivas Kongresinde kabul edilen kararlar üzerinde yapılır ve beş protokol üzerinde anlaşmaya varılır. Görüşülen ve mutâbık kalınan en önemli konu yeni Meclisin Ankara’da toplanmasıydı.  Salih Hulusi Paşa İstanbul’a döndüğünden Hükûmetin de Padişahın da böyle bir çözüme karşı oldukları ortaya çıkar. Onlara göre Meclisin İstanbul dışında toplanması, Meclisin, Hükûmetle ilişkilerini çok zorlaştırabileceği gibi, bu durum Osmanlı’nın İstanbul’u terk etmeye hazır olduğu izlenimini de verebilirdi. Böyle bir zorluk ortaya çıkınca, Mustafa Kemâl, A-RMHC bünyesinde genişletilmiş bir Temsil Heyeti toplantısı düzenler. 16-29 Kasım 1919 tarihlerinde Sivas’ta gerçekleştirilen toplantıya A-RMHC adına Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl ile 3., 12., 15. ve 20. Kolordu Komutanları katılırlar. Herhâlde bu nedenle, bu toplantı Nutuk’ta Gazi Mustafa Kemâl Paşa tarafından Kumandanlar Toplantısı olarak ifade edilir. Toplantı sonunda, sakıncalarına ve tehlikelerine rağmen Mebûsan Meclisinin İstanbul’da açılması, milletvekillerinin İstanbul’a gitmeden önce Trabzon, Samsun, İnebolu, Eskişehir ve Edirne gibi şehirlerde toplanmaları sağlanarak durum hakkında bilgili kılınmaları kararlaştırılır.

Ali Rıza Paşa Hükûmeti, Meclis-i Mebûsan seçimlerinin 7 Kasım 1919 tarihinde yapılmasını kararlaştırır. Seçimler iki dereceli olduğundan uzun sürer ve hemen hemen tüm seçim bölgelerinde tamamen A-RMHC’nin egemenliği altında cereyan eder. Gayrı Müslimler ile Hürriyet ve İtilaf Fırkası (HvİF) bu seçimi boykot eder. Seçimlerde ağırlıklı olarak A-RMHC tarafından desteklenen kişiler seçilirler.

Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl’in 17 Aralık 1919 tarihinde seçilen mebuslara gönderdiği tâlimatta, Mecliste aynı amacı gerçekleştirecek güçlü ve kararlı bir grubun oluşturulması için mebusların Temsil Heyeti ile görüşmesi, Temsil Heyeti’nin bir süre sonra İstanbul’a yakın bir yere taşınacağı bildirilir. Mebuslara İstanbul’a gitmeden önce Ankara’ya gelmeleri ve görüşmelerin orada yapılacağı bildirilir. Sivas’tan karargâhı ile birlikte ayrılan Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl 7 Aralık 1919 tarihinde Ankara’ya gelir. 3 Ocak 1920 tarihinden itibaren mebusların bir kısmı, küçük gruplar halinde Ankara’ya uğrayıp Mustafa Kemâl ile görüşürler.

Son Osmanlı Mebûsan Meclisi ve Misak-ı Millî’nin kabulü

Mebûsan Meclisi 12 Ocak 1920 tarihinde İstanbul’da açılır. Ancak Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl tarafından arzu edilen şeylerin bir kısmı bu Mecliste gerçekleşemez. İstanbul’daki durumun hassasiyet arz etmesi nedeniyle ne Mustafa Kemâl, Meclis başkanlığına seçilebilir, ne de Mecliste Müdafaa-i Hukuk Grubu kurulabilir. Mebuslar, Müdafaa-i Hukuk Grubu gibi doğrudan Anadolu Hareketini çağrıştıran iddialı bir isim altında bir araya gelmeyi İstanbul’un o günkü durumunda tehlikeli bulurlar ve bunun yerine Felah-ı Vatan Grubu ismini uygun görürler. Bu grup 7 Şubat 1920 tarihinde 80 kadar mebusla kurulmuş, daha sonra da bu grubun başkanlığına Celâleddin Arif Bey seçilmiştir.

Müttefikler, Kâbinenin bazı üyelerinin milliyetçi eğilimlere sahip olması nedeniyle, Ali Rıza Paşa Hükûmetinden memnun değillerdi. Kâbinedeki milliyetçi eğilimlere sahip üyelerin başında Harbiye Nâzırı Mersinli Cemal Paşa gelmekteydi. Bunun sonucu olarak, üç Müttefik Yüksek Komiseri adına Fransız Yüksek Komiserliği tarafından Sadrazam Ali Rıza Paşa'ya 20 Ocak 1920 tarihinde verilen bir nota ile Harbiye Nâzırı Cemal Paşa ve Erkan-ı Harbiye-i Umûmiye Reisi Cevat Paşa'nın istifası istenir. Ali Rıza Paşa, Kâbinesiyle topluca çekilmektense, bu notayı kabul etmeyi uygun gördür ve ertesi gün bahse konu iki paşanın istifası Yüksek Komiserlere bildirilir.

Ali Rıza Paşa Kâbinesinin Müttefik ültimatomuna boyun eğmesi, Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl ’i son derece sinirlendirir. Ayrıca, Ali Rıza Paşa'nın, 14 Şubat 1920 tarihinde yayımladığı bildiriyle, millî iradenin temsil edildiği makamın Mebûsan Meclisi olduğunu belirterek, Ankara'yı geçersiz sayması üzerine, Mustafa Kemâl, A-RMHC Temsil Heyeti adına 22 Şubat 1920 tarihinde yayınladığı bir genelgeyle Milletin varlığı ve devamı esasına dayanan millî teşkilâtın, vatanın her köşesinde geniş çapta ve yaygın bir şekilde kökleşmesine eskisi gibi devam edilmesi hususunu tüm Müdafaa-i Hukuk teşkilatlarından bir kere daha önemle rica eder.

Özellikle Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl ’in tâlimat ve telkinleriyle Mebûsan Meclisinde kuvvetli bir milliyetçi hava ortaya çıktığı gibi, esasları Ankara'da tespit edilmiş olan Misak-ı Millî'yi de bu Meclis kabul edecektir. Başka bir ifadeyle, Millî Hareket, Müttefiklerin gözleri önünde kendilerine alenen meydan okumaktaydı ve daha da önemlisi, Müttefiklerin barış şartlarını hazırlamakta olduğu bir sırada, Türkler, kendilerinin kabul edebileceği barış şartlarını kendileri tespit ediyorlardı. Öte yandan, İstanbul Hükûmeti de bütün bu olup bitenlere hâkim olmaktan çok uzak bulunuyordu.

28 Ocak 1920 tarihli gizli oturumda Misak-i Millî’yi kabul eden Mebûsan Meclisi, 17 Şubat 1920 tarihinde de bu kararını kamuoyuna açıklar. Altı maddelik belgenin esasları Amasya Tamimi’ne dayandığı gibi, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin yayınladıkları beyannâmelerde kayıtlı ayrıntıları da ihtivâ eder.

Misak-ı Millî’nin kabulü ve ilânı, İstanbul’u yarı işgâl altında tutan İtilâf Devletleri’ni huzursuz etmiş ve çeşitli tepkiler göstermelerine sebep olmuştur. Osmanlı Devleti’nin parçalanmasından beklediği payı alamamış olan İtalyanlar, Misak-ı Millî’yi bütün dünyaya duyurur. Yunanistan’ın bu kararı protesto etmesi İngilizleri harekete geçirmiş, Lloyd George ve Clemanceau, Wilson’un da onayını alarak Osmanlı coğrafyasında işgâllere devam edilmesine karar vermişlerdir.

Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl ’in, Müttefiklere karşı yeteri kadar dik duruş sergileyemediği Mebûsan Meclisinin verdiği bazı kararları Misak-ı Millî adı altında yayımlatası büyük bir cüretti. Çünkü İtilaf Devletleri, Talat Paşa’dan sonra kurulan Ahmet İzzet (Furgaç) Paşa Kâbinesinden beri işbaşına gelen Osmanlı Hükûmetlerini sadece kendileri tarafından ileri sürülen her isteği kabul etmeye mecbur bir oluşum olarak düşünmüşlerdi. Hâlbuki Mebûsan Meclisi, bu kararıyla istenilenleri değil, ancak kendi istediğini yapmış oluyordu. Bu itibarla Misak-ı Millî, Anadolu’nun gerçek zaferidir.

Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl önderliğindeki Millî Mücâdele’nin etkisi ve gücü her gün biraz daha artarken, bununla ters orantılı olarak, 9 Şubat 1920 tarihinde Mebûsan Meclisinden güvenoyu alan Ali Rıza Paşa Kâbinesi (İstanbul Hükûmeti)'nin aczi de her gün biraz daha belirgin hale geliyordu. Hâlbuki barış antlaşmasının hüküm ve şartları her gün biraz daha belirginleşiyor ve bu antlaşmanın uygulanması sorunu ortaya çıkmaya başlıyordu. Müttefikler, Paris’te Konferansında hazırlanmakta olan barış antlaşmasını İstanbul Hükûmetine imza ettirmeye hazırlanırken, bu hükûmet giderek güç kaybediyor, buna karşılık, bu antlaşmayı kabul etmeyeceği belli olan Millî Mücâdele hareketi ise, bir yandan gücünü arttırırken, bir yandan da İstanbul Hükûmeti üzerindeki etkisini arttırıyordu.

Ali Rıza Paşa Hükûmeti, Müttefikler ile Kuva-yı Milliye arasında sıkışmıştı. Müttefikler Anadolu’daki Millî Hareketin faaliyetlerinin sorumluluğunu da Ali Rıza Paşa Kâbinesinin sırtına yüklüyorlardı. Yunanlıların ileri harekâta başlayarak Çerkes Ethem’in tuttuğu cephe ile Demirci Mehmet Efe’nin tuttuğu cephe arasındaki bölgeye taarruzla Gölcük Yaylası’nı ve Bozdağ’ı işgâl etmeleri, Kuvâ-yı Milliye hareketini önlemeye çalışan ve böylelikle ülkeyi işgâllerden kurtaracağını sanan İstanbul Hükûmetini, içinden çıkılması imkânsız çok zor bir duruma sokar ve Sadrazam Ali Rıza Paşa 3 Mart 1920 tarihinde istifa etti. Aynı gün Felah-ı Vatan Grubunun başkanları ile Meclis Başkan Vekilleri saraya giderek Kuvâ-yı Milliye’nin kabul edebileceği bir hükûmetin kurulmasını istemişlerdi. Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl ’in 4 Mart 1920 tarihinde, bu konu için Padişaha çektiği telgraf gerçekten önemlidir. Mustafa Kemâl, bahse konu telgrafta; milletin güvenine sahip bir hükûmetin kurulması gerektiğini belirtirken, Ali Rıza Paşa'nın istifa sebebi olarak da İtilâf Devletleri'nin bağımsızlığa ve millî haysiyete dokunan saldırılarına ve Mütâreke hükümlerine uymayan müdâhalelerine ve davranışlarına daha fazla dayanamamış olmasını göstermekteydi. Yeni hükûmeti, 8 Mart 1920 tarihinde eski Bahriye Nâzırı   Salih Hulusi Paşa kurar ve Sultan Vahidettin tarafından da onaylanır.

Yeni hükûmetin kurulmasından kısa bir süre sonra İstanbul, Misak-ı Millî’den rahatsız olan İngilizler tarafından 16 Mart 1920 tarihinde resmen işgâl edilir. Şehzâdebaşı Karakolu basılarak uyuyan 6l askerin üzerine ateş açılması sonucu 5 asker şehit edilir. Harbiye eski Nâzırı Mersinli Cemal Paşa giyinmesine bile fırsat verilmeden evinden alınırken yeni Harbiye Nâzırı Fevzi (Çakmak) Paşa’nın odasına giren İngiliz askerleri Paşa’nın göğsüne süngü dayarlar.

İngilizler tarafından, İstanbul’un işgâlini müteakip uygulamaya konulan bir diğer faaliyet de daha önceden de örnekleri görülen, önde gelen Kuvâ-yı Milliyecileri ve onlara taraftar ve yardımcı olduklarına inandıkları kişileri tutuklamak ve Malta’ya sürmek olmuştur. Bu çerçevede, aralarında eski Harbiye Nâzır Mersinli Cemal Paşa ile eski Bahriye Nâzırı Rauf Bey de dâhil olmak üzere 14 mebusun da bulunduğu 150 kadar Türk devlet adamı ve aydını tutuklanarak Malta’ya sürülür.

18 Mart 1920 tarihinde son Osmanlı Mebûsan Meclisi, İstanbul’da son toplantısını yapar. Üyelerinden bazılarının zor kullanılarak tutuklanması nedeniyle, mebusların, görevlerini serbestçe yerine getirme imkânı kalmadığına ilişkin bir protesto kararını oybirliğiyle kabul ettikten sonra Meclis çalışmalarını süresiz olarak durdurma kararı verir; bir daha da toplanmaz.

İstanbul’un işgâli, Meclisin dağılması, millî mukâvemetle iltisaklı olduğu sanılan şahısların tevkif edilmeleri ve sonra da ülke dışına götürülerek hapsedilmeleri Türk istiklâline vurulmuş son bir darbe olur. Bu darbe üzerine İstanbul’da milleti temsil eden artık bir otorite kalmamıştı.

Büyük Millet Meclisi’nin açılması

İstanbul’un işgâli üzerine Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl, aynı gün, yabancı devlet temsilcilerine gönderilmek üzere hazırladığı protesto metnini Antalya’da bulunan İtalyan Temsilciliği aracılığıyla bütün dünyaya duyurur. Yine aynı gün, İstanbul'u tamamen saf dışı etmek, Heyet-i Temsiliye'yi geçici bir hükûmet gibi çalıştırarak, Ankara'da millî iradeyi gerçekleştirecek bir meclis toplamak üzere harekete geçerek, bir yandan askerî ve mülkî erkâna peş peşe telgraflar çektirirken, diğer yandan da işgâli protesto eden telgrafların işgâl makamlarına gönderilmesini ister ve alınması gereken önlemleri bildirir. Son Osmanlı Mebûsan Meclisinin kapatılması ve İstanbul'un işgâli üzerine, Mustafa Kemâl, Türk Milletine yayınladığı beyannâmede ise 700 yıllık Osmanlı Devleti'nin hayat ve hâkimiyetine son verilmiş olduğu, Türk Milletinin medenî kabiliyetini, hayat ve istiklâl hakkını ve bütün istikbâlini korumaya çağırıldığını bildiriyordu.

İstanbul’un işgâli üzerine 16 Mart 1920 tarihinde Mustafa Kemâl Paşa tarafından verilen emirlerin en önemlilerinden biri de hiç şüphesiz Anadolu’daki yabancı subay ve askerlerin tutuklanmasına dair verilmiş olan emirdir. Önce elindeki kuvvetleri toplayarak, 19/20 Mart 1920 tarihinde Afyonkarahisar ve Eskişehir'deki İngiliz kıtalarını geri çekilmeğe mecbur eder. Ardından da Anadolu'daki İtilaf Devletleri'ne mensup subayları tutuklatır. Böylece İtilaf Devletlerinin herhangi bir harekete geçmelerine engel olur.

Madem ki artık memleketin mukadderâtına el koyacak bir makam yoktu, o halde bunu tesis etmek lazımdı. Bunun için de Ankara'da milletin temsilcilerinden ibâret olağanüstü yetkiye sahip bir meclis kurmak ve milletin idaresini bu meclise vermek gerekiyordu. Mustafa Kemâl, 19 Mart 1920 tarihinde Temsil Heyeti adına, illere, sancaklara ve kolordu komutanlıklarına bir genelge göndererek Selâhiyet-i fevkalâdeyi hâiz (olağanüstü yetkilere sahip) bir meclisin Ankara’da içtimaı (toplanması) kararını ilgililere duyurdu ve yeni seçimlerin yapılmasını ister. Bu genelgede, İstanbul’dan Anadolu'ya geçen milletvekillerinin haklarının saklı tutulacağı da bildirilir.

İtilaf Devletleri, Salih Hulusi Hulusi Paşa’dan, Anadolu’daki Millî Mücâdele’yi suçlayan bir bildiri hazırlamasını isteyince, Salih Hulusi Hulusi Paşa görevde kalamayacağını anlar ve 2 Nisan 1920 tarihinde istifa eder. Görev, Tevfik Paşa’ya teklif edilirse de o kabul etmez. Bu gelişmeler 5 Nisan 1920 tarihinde Damat Ferit Paşa’yı yeniden Sadrazamlığa getirir. Damat Ferit Paşa Kâbinesinin işbaşına gelmesiyle birlikte Meclis-i Mebûsanın feshedilmesi yönünde hızlı bir çalışma başlatılır. Bu çalışmalar bizzat Damat Ferit Paşa tarafından ve gizli bir şekilde sürdürülür.

Saray ve İstanbul Hükûmeti, Müttefik İşgal Ordusu Komutanı’nın, İngiliz, Fransız ve İtalyan Yüksek Komiserlerinin isteklerini yerine getirerek durumu idare etmeye çalışıyordu. Mebûsan Meclisi, 11 Nisan 1920 tarihinde Sultan Vahidettin’in siyasî gelişmelerden kaynaklanan zorunlu şartlardan dolayı feshi gerektiren irade-i seniyyesi ile dört ay içinde tekrar toplanmak kaydıyla kapatılır. Hükûmet tarafından Meclis-i Mebûsanın kapatılması için ileri sürülen gerekçelerin hiçbir tutarlı tarafı yoktu. Dağılan Meclisin birçok üyesi de Ankara’ya giderek Büyük Millet Meclisi (BMM)’ne katılır.

Dönemin subay aktörlerinden ve Cumhuriyet’in ilanından sonra da Cumhurbaşkanlığı Sekreterliği, Moskova Büyükelçiliği ve Türk Tarih Kurumu başkanlığı gibi öneli görevlerde bulunan Tevfik Bıyıkoğlu da Millî Mücâdele dönemine ilişkin eserlerinde İstanbul’un işgâlini, Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl ’in Anadolu’da kuvvetlenmesinin bir sonucu olarak değerlendirmektedir. Öte yandan İstanbul’un işgâli, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgâlinden sonra Millî Mücâdele ve mukâvemetin halk tarafından benimsenmesini kolaylaştıran ikinci olay olmuştur. Ahmet Mumcu da, İtilaf Devletlerinin, Misak-ı Millî’yi hoş karşılamadıklarını, toplanmasına ve çalışmasına karşı çıkmadıkları Meclisi Mebûsandan istediklerinin tam tersi sesler yükseldiğini, böylesi bir şeye katlanmanın İtilaf Devletleri için çok güç olduğunu, Mebûsan Meclisinin kesin bir şekilde cezalandırılmasına karar verdiklerini, nitekim Misak-ı Millî’nin de İstanbul’un işgâli için onlar adına iyi bir vesile olduğunu ifade etmektedir.

Eric Jan Zürcher de İstanbul’un işgâlinin ve Mebûsan Meclisinin kapatılmasının, Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl ’in Anadolu’daki konumunu güçlendirdiğini belirtmektedir. Kemâ Karpat ve Alexandre Jevakhoff da bu konuda Zürcher ile benzer görüştedir. İstanbul’un Müttefikler tarafından işgâli tarafsız Türkler arasında bile tüm tereddütleri kökünden siler ve bunlar da tamamen Mustafa Kemâl’in safına geçerler. Sonuç olarak, Müttefiklerin İstanbul’u işgâl etmeleri, Millî Mücâdelenin ancak Anadolu bozkırlarında hâlledilebileceği konusunda artık kimsede şüphe ve tereddüt bırakmaz.

Sultan Vahidettin’in Mebûsan Meclisi için fesih kararını almasında, Meclisin Anadolu’da toplanabileceği endişesi önemli rol oynamıştı. Zira Mebûsan Meclisinin toplantılarını erteleyen karar, mebuslara sağlanan dokunulmazlığın son bulması dolayısıyla kutsal görevlerini güvenle sürdürebilecekleri bir durum ortaya çıkıncaya kadar genel birleşimlerin ertelenmesi şeklinde alınmıştı. Meclisin bu kararına dayanarak, Mustafa Kemâl Paşa ve arkadaşlarının Meclisi Anadolu’da toplayabilecekleri ve böylece Anadolu’da kontrolleri altına alacakları Mebûsan Meclisinden istedikleri kararları çıkarabilecekleri bir ortamın oluşması, Padişah ve Hükûmet için asla düşünülebilecek bir durum değildi. Dolayısıyla kendileri açısından çok vahim sonuçlarının olacağına inandıkları bu gelişmenin önünü kesebilmenin en kolay yolunun Mebûsan Meclisini feshetmek olduğuna inanmışlar ve bu yola gitmişlerdir. Osmanlı yönetiminin aldığı bu karar, Osmanlı meşrutî hayatında yeni bir dönemi ifâde etmektedir. Artık İstanbul merkezli meclislerin yerini Ankara merkezli meclisler alacaktır. Anadolu’da yürütülen Millî Mücâdele’nin gerçekleştirilmesi de BMM mârifetiyle olacaktır.

Mustafa Kemâl’in askerî birlikler ile vilâyetlere göndermiş olduğu 21 Nisan 1920 tarihli telgrafta, Ankara’da olağanüstü şartlara sahip yeni bir Meclisin toplanmasının maksadının, ülkenin bağımsızlığını sağlamak, Hilâfet ve Saltanat makamını düşmanların elinden kurtarmak olduğu belirtilmektedir. 22 Nisan günü de tüm askerî ve mülkî erkâna gönderilen telgrafta, 23 Nisan günü Meclis açılarak vazifeye başlayacağından, o günden itibaren, sivil ve askerî tüm makamların ve bütün milletin yegâne yetkili merciinin Ankara’da toplanacak Meclis olacağı duyurulur.

23 Nisan 1920 Cuma günü, başlarında Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl olmak üzere İstanbul’dan gelen milletvekilleri ile yeni seçilen temsilcilerden kurulu Meclis üyeleri Hacı Bayram Camii’nde namaz kıldıktan sonra hep birlikte törenle Meclis binasına gelmişler, orada vatan ve milletin esenliği ve bağımsızlığı için dua edilmişti. Meclisin en yaşlı üyesi olan Sinop Mebusu Şerif Bey geçici olarak Meclis Başkanlığına getirilmiş, böylece Meclis açılarak vazifesine başlamıştı. Şerif Bey’den sonra ilk sözü Mustafa Kemâl alarak Türk Milletinin takip edeceği siyasetin esaslarını açıklayan ve zamanın gerçeklerine uygun bir konuşma yapar.

Heyet-i Temsiliye Erzurum Kongresinde yer alan Kuvâ-yı Milliye’yi âmil (etkili) ve millî iradeyi hâkim (egemen) kılmak şeklindeki Millî Mücadelenin ilkesine istinâden kurulan bu yeni meclis, millî bir meclis idi. Bu Meclis, Mustafa Kemâl’in, Heyet-i Temsiliye Başkanı olarak yayımladığı 19 Mart 1920 tarihli bildiride açıklanan esaslara uygun olarak seçim yoluyla işbaşına gelen bir meclis idi. Artık Amasya Tamimi’nde gerekli görüldüğü tarzda her türlü tesir ve murâkabeden (kontrolden) âzâde (uzak-bağımsız) bir heyet-i milliye (millî heyet) meydana gelmişti. 23 Nisan 1920 tarihinde açılan BMM, millet iradesiyle seçilen mebuslardan oluşan, millî egemenlik ilkesini esas alan demokratik karakterde ve yapıda bir Meclis idi. BMM, İstanbul’dan gelebilen Mebûsan Meclisi üyeleri ile yeniden seçilen mebuslardan oluşmuştu. Son araştırmalara göre BMM’nin üye sayısı 390 kişidir. Ancak Mecliste hiçbir zaman bu kadar milletvekili toplanamamıştır. Bunun nedeni bazı milletvekillerinin istifaları, bazılarının memuriyeti kabul ederek ayrılmaları, bazılarının devamsızlık nedeniyle gelmemeleri ve ölenlerin bulunmasıdır. 23 Nisan 1920 tarihinde 120 milletvekili toplanmış, bu sayı bilâhare günden güne artmıştır.

BMM’nin açılması sonucu eşi görülmemiş bir durum meydana gelir. Bir yanda millî bağımsızlığı sağlamak hedefine yönelmiş görünen BMM, diğer yanda (İstanbul’da) ise Müttefiklerin elinde hapis durumda olan ve Müttefik makamların her türlü zilletine katlanarak hânedan menfaatleri uğruna millî hareketi suçlamakla halkı kendinden soğutmuş bir Hâlife-Padişah vardı.

Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl, 24 Nisan 1920 tarihinde uzun bir konuşma yaparak, Millî Mücâdele’nin başlama sebeplerini ve izlediği yönü anlattıktan sonra, bu konuda izlenmesi gereken yolu açıklayan ve hükûmetin kurulması hakkında bir önerge verir. Aynen kabul edilen önergede; hükûmet kurmanın zorunlu olduğu, geçici kaydıyla bir hükûmet başkanlığı tanımanın doğru olmadığı, millî iradenin temsilcisinin BMM olduğu, memlekette BMM’nin üstünde hiçbir kuvvet olmadığı, kanun yapmak ve kanunları yürütmenin BMM’nin hakkı olduğu, BMM tarafından tefrik edilen bir heyetin hükûmet işlerini göreceği ve Meclis Başkanının bu heyetin de başkanı olacağı ifade edilir. Bu önergenin altında da önemli bir not bulunuyordu. Bu notta “Padişah ve Hâlife, altında bulunduğu baskıdan kurtulduğu zaman Meclisin düzenleyeceği kurallar çerçevesinde durumunu alacaktır.” deniliyordu. Mustafa Kemâl’in hazırladığı bu önerge, özünde, yeni kurulacak olan devletin nasıl bir rejimi benimseyeceğinin ipuçlarını taşımaktadır. Meclisin üstünlüğüne ve onun denetimine bağlı bir yürütme gücü olacaktır. Öyle ki, Padişah bile bu Meclisin kendisine tanıyacağı statü içinde kalacaktı.

Aynı gün BMM’ye başkan seçilmesi konusu görüşülür. Yapılan oylamada, Mustafa Kemâl Paşa oy çokluğu (110 oy) ile Meclis Başkanı seçilir. İstanbul’daki Mebûsan Meclisinin başkanı olan (Anayasa Hukuku Profesörü) Celâleddin Arif Bey de BMM’ye ikinci başkanı olarak seçilir.

Yeni Meclis, daha ilk günlerinde yetkilerine kıskançlıkta sahip çıkar. Halkı doğrudan doğruya temsil eden Meclis, yurdu bir an önce düşman işgâlinden kurtarmak için tüm güçleri kendinde toplamış ve yetkilerini de aracısız kullanmıştır. 23 Nisan 1920 tarihinde açılarak çalışmalarına başlamış olan ve hatta açıldığının ikinci günü bir kanun bile çıkarmış olan BMM yasama ile ilgili görevlerine de başlamış olur. Halkı doğrudan doğruya temsil eden Meclis, yurdu bir an önce düşman işgâlinden kurtarmak için bütün güçleri kendinde toplamış ve yetkilerini de aracısız kullanmıştır. Böylece BMM ya da I. Meclis bir Kurucu Meclis karakterini almış ve yeni bir rejimin temelleri atılmıştır. BMM, zafer kazanılıncaya kadar dağılmamak kararını vermişti.

Meclisin 25 Nisan 1920 tarihli oturumunda, Mustafa Kemâl’in bir önceki gün kabul edilen hükûmetin teşkili hakkında teklifine göre, yürütme yetkisini bizzat kullanacak olan Meclisin bu yetkiyi ne şekilde kullanacağı üzerinde durulur. Meclis, Celâleddin Arif Bey’in kabul edilen önergesi gereğince, 25 Nisan 1920 tarihli beşinci oturumunda, Muvakkat İcra Encümeninin (Geçici Bakanlar Kurulunun) seçimine başlamıştır. Böylece seçimle belirlenen altı kişi (Celâleddin Arif Bey, Sami Bey, Bekir Sami Bey, Fevzi Paşa, Hamdullah Suphi Bey, Hakkı Behiç Bey) seçimsiz olarak Meclis Genel Kurulu kararıyla Erkan-ı Harbiye-i Umûmiye Reisi (Gnkur.Bşk) İsmet Bey ve BMM Başkanı olması sıfatıyla, (hükûmetin teşkili hakkındaki karar gereğince) bu heyetin tabii başkanı olan Mustafa Kemâl’den oluşan yedi kişilik geçici bir hükûmet kurulur. Muvakkat İcra Encümeni adı ile kurulan bu heyet BMM’nin ilk yürütme organı, yani ilk hükûmetidir.

25 Nisan günü Meclis Başkanı Mustafa Kemâl imzalı olarak, düşman propagandasına inanılmaması gerektiğine dair bir beyannâme yayımlanır. 27 Nisan günü de Padişaha BMM emriyle Mustafa Kemâl (Paşa) imzalı bir sadâkat arizası (bağlılık beyânı) gönderilir.

Millî egemenliğin emânetçisi, Türk halkının ve Türkiye’nin yegâne temsilcisi olduğu inancıyla hareket eden BMM, 29 Nisan 1920 tarihinde, Meclisin meşruiyetine karşı çıkanlar için ölüm cezasını getiren Hıyânet-i Vataniye Kanunu’nu kabul eder. BMM tarafından 7 Haziran 1920 tarihinde kabul edilen bir başka kanunla da İstanbul Hükûmetinin 16 Mart 1920 tarihinden sonra yaptığı ve yapacağı antlaşmalarla vermiş olduğu ve vereceği imtiyazların hükümsüz sayılacağı kabul edilir.

Büyük Millet Meclisi’nin yapısı ve özellikleri

BMM, Mustafa Kemâl’in telkiniyle, Türk hukuk tarihinde ilk defa olarak millî hâkimiyet prensibini siyasî ve hukukî temel edinerek, Osmanlı Kanun-ı Esasî’sine aykırı olarak, kuvvetler birliği esasına dayanan Meclis Hükûmeti Sistemini kabul etmiştir. 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetin ilanına kadar devam eden bu sistem BMM Hükûmeti adı ile anılacak ve 20 Ocak 1921 Anayasası’na da bu isimle geçecektir.

Meclis Hükûmeti Sistemi rastgele ortaya çıkmamıştır. Bunda, Mustafa Kemâl’in kafasındaki nihaî hedefe doğru gidişin çok ustaca düzenlenmiş bir safhasını görmek mümkündür. Mustafa Kemâl hem Millî Mücâdeleyi başarıya ulaştırmak hem de bu Mücâdele sonunda devletin idare şeklini değiştirmek niyetindeydi. Meclis Hükûmeti Sistemi’nin kabul edilişiyle, daha başlangıçtan itibaren böyle bir değişikliğinin temellerini atmakla birlikte, bu gidişin göze çarpacak bir açıklıkla ortaya çıkmasını ve padişahlığı vazgeçilmez bir kurum olarak kabul eden çevrelerde gereksiz tepkilerin uyanmasını önlemiştir. Gidilen yol, başlı başına ayrı bir yürütme organı meydana getirmektense, BMM’nin olağanüstü durumunu gerekçe olarak gösterip saltanatı ve hilâfeti kurtarma görevinin, yani yürütme kudretini kullanmanın bu Meclis tarafından yerine getirileceğini belirtmekti.

BMM’nin meydana getirmiş olduğu sistem, Meclisi, millî hâkimiyetin temsilcisi kabul eden çeşitli devlet kudretlerini bu hâkimiyetin belirtileri sayan, bu yönüyle tümünü meclise mâl eden ve günün şartlarına bağlı olmaksızın genel prensip halinde benimsenen bir kuvvetler birliği anlayışına dayandırılmıştır. Bu anlayış Millî Mücâdelecilerin ruhunu da kaplamıştı. İşte böyle bir anlayış ve Meclis Hükûmeti sayesinde yeni rejim yerleşmiş, başarı sağlamış, saltanatın kaldırılmasına mesnet teşkil etmiş ve dolayısıyla cumhuriyet rejiminin kabulüne yol açmıştır. Zâten Mustafa Kemâl Paşa da Nutuk’ta, kendi telkiniyle getirilen bu sistemi şu şekilde değerlendiriyordu: “Efendiler! Bu esaslara müstenit olan (dayanan) bir hükûmetin mâhiyeti (niteliği), suhûletle (kolaylıkla) anlaşılabilir. Böyle bir hükûmet, hâkimiyet-i milliye (millî egemenlik) esasına müstenit (dayanan) halk hükûmetidir. Cumhuriyettir. Mustafa Kemâl Paşa, böyle bir hükûmetin kurulmasında ana ilkenin kuvvetler birliği olduğunu da belirtmiştir. Mustafa Kemâl’in Mecliste yaptığı birçok konuşmada da kuvvetler birliği sisteminden bahsettiği ve bu sistemi savunduğu görülmektedir.

Türkiye’de, Meclis Hükûmeti Sisteminin, Türk milletinin içinde bulunduğu gerçeklerden ve günün şartlarından doğduğunu ve buna Mustafa Kemâl’in fikrî ve fiilî olarak önderlik ettiğini söylemek mümkündür. Millî Mücâdelenin başarıya ulaşmasında çok büyük rolü olduğu inkâr edilemez bir gerçek olan Meclis Hükûmeti Sistemi (Kuvvetler Birliği Sistemi) nedir? Hangi prensiplere dayanmaktadır ve nasıl meydana çıkmıştır? Yasama ve yürütme kuvvetleri yasama organında toplanırsa ortaya Meclis Hükûmeti Sistemi çıkar. Klasik Anayasa Hukukunda, Parlamenter ve Başkanlık Sistemleri arasında yer alan Meclis Hükûmeti, bu iki şekilden, kuvvetler ayrılığını kabul etmemesiyle ayrılır. Bu sistemde, kuvvetlerin karışımı vardır. Daha doğrusu seçimle kurulu yegâne organ olan yasama meclisi, yürütme ve yargının üstündedir; onlara hâkimdir ve onları bir çeşit idarî organlar hâline getirir. Kuvvetlerin karışımı zaten yürütmeyi bağlı duruma sokar. Millî egemenliğin temsilcisi ve kullanıcılığı tekelini kurar. Böylece yasama ve yürütme ne fiilen ne de hukuken iki eşit otorite olamaz. Yürütme, meclisin ajanı (icrâcısı) durumundadır. Onun belirlediği politikayı sadece ve yine onun direktifleri ile uygular.

Anayasa Hukukçusu Kemâl Dal Anayasa Hukuku Temel Kuralları adlı eserinde, Meclis Hükûmeti Sistemi’ni şu şekilde târif etmektedir: Devletin bütün fonksiyonları yasama organı olan parlamentoda toplanır. Devletin adetâ parlamentodan başka organı yok gibidir. Yürütme tamamıyla parlamentoya bağlanmıştır. Parlamento yasama, yürütme ve yargı fonksiyonunu yapar. Bu tip devlet idaresi rejimine Meclis Hükûmeti Sistemi ismi verilir. Bizde de 1921 ve 1924 Anayasalarının kabul ettiği sistem, Meclis Hükûmeti Sistemi olarak değerlendirilmektedir.

BMM eski Osmanlı Meclisine benzemediği gibi yeni Meclis tarafından kurulacak olan Yürütme Organı da Osmanlı Kâbinelerinin bir taklidi olamazdı. Kurulacak yeni hükûmet, Meclisin istediği bir hükûmet olmalıydı. Millî Mücâdele, normal bir parlamenter sistem kurmakla kazanılamazdı. Meclisin fiilen işleri eline alması gerekiyordu. Yasama ve yürütme yetkileri Meclisin kendi elinde bulunmalıydı.

BMM’den TBMM’ye…

BMM kuvvetlerinin doğuda başarılı bir şekilde sonuçlandırdığı Ermenistan Harekâtı (28.10-06.11.1920) ile batıda Yunan kuvvetlerine karşı kazandığı I. İnönü Muharebesi (6.1.1921) üzerine tereddütleri kalkan Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti temsilcileri ile BMM temsilcileri arasında 16 Mart 1921 tarihinde Moskova Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmanın önemi Rusya’nın Misak-ı Millî'yi ve BMM'yi tanıyan ilk Avrupa ülkesi olmasıdır. BMM’nin uluslararası bir antlaşmayı imzalamış olması da kendisini uluslararası süje kılmış oluyordu. Bahse konu antlaşmadan sonra BMM artık TBMM olarak anılır olmuştur.

SONUÇ

TBMM sevk ve idaresinde gerçekleşen Ermenistan Harekâtı, I. ve II. İnönü Muharebeleri, Sakarya Muharebesi (22.08.1921-13.09.1921), Büyük Taarruz (26.08.1922), Dumlupınar Zaferi (30.08.1921) ve Takip Harekâtının (01-09.09.1922) ardından Şanlı Millî Mücâdele zaferle taçlanmıştır. Bu itibarla TBMM de aynı zamanda Gazi Meclis olmuş zaman zaman da bu şekilde anılır olmuştur.

Millî irâdenin tecellîgâhı olan TBMM’nin ilelebet kâim olması dileği ile Gazi Meclisimizin kuruluşunun 101. Yılı kutlu olsun.

 

KAYNAKLAR

--- ; Türkiye Cumhuriyeti 80 Yıl Kronolojisi, 2. Baskı, Anadolu Ajansı Yayınları, Ankara 2004.

---; Türkiye Büyük Millet Meclisinin Kuruluşundan Günümüze Hükûmetler, Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü Yayını, Ankara 1998.

--- ;Türk Parlamento Tarihi, C. 1, TBMM Vakfı Yayınları, Ankara, 1994.

Ahmet Mumcu; Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, 6. Baskı, İnkılap ve Aka Kitabevi, İstanbul 1981.

Akbıyık, Yaşar; “Atatürk’ün Hayatı”, Türkler, C. 16, C. 16, 7. Baskı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002.

Akçakayalıoğlu, Cihat; Komutan, İnkılâpçı ve Devlet Adamı Yönleriyle Atatürk, Gnkur. Bsmv., Ankara 1998.

Akın, İlhan F.; Türk Devrim Tarihi, 4. Baskı, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş., İstanbul 1989.

Atatürk, Mustafa Kemâl; Atatürk; Nutuk I, (Baskıya Hazırlayanlar: Birol Emil, Metin Has-Er, Mehmet Ali Aydın), 1. Baskı, Millî Eğitim Bsmv., İstanbul 1973.

Atatürk, Mustafa Kemâl; Atatürk; Nutuk II, (Baskıya Hazırlayanlar: Birol Emil, Metin Has-Er, Mehmet Ali Aydın), 1. Baskı, Millî Eğitim Bsmv., İstanbul 1973.

Atay, Falih Rıfkı; Çankaya; Bateş Yayınları, İstanbul 1984.

Avcıoğlu; Doğan; Millî   Kurtuluş Tarihi, C. I, Tekin Yayınevi, İstanbul 1998.

Bayrak, M.Orhan; Kurtuluş Savaşı ve Atatürk, Kastaş Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 1990.

Bayram Bayraktar; “20’nci Yüzyıl Başlarında Ulusal Egemenlik ve Atatürk”, BAL-TAM (Balkan Türkoloji Araştırmalar Merkezi) Türklük Bilgisi 2, S. 2, Prizren-Kosova 2005.

Bayur, Yusuf Hikmet; Türkiye Devletinin Dış Siyasası, 2. Baskı, TTK Yayınları, Ankara 1993.

Belen, Fahri; Türk Kurtuluş Savaşı, Kültür ve Turizm Bakanlığı yayınları, Başbakanlık Basımevi, Ankara 1983.

Bıyıklıoğlu, Tevfik; Atatürk Anadolu’da (1919-1921), Türk Tarih Kurumu Yayınları 1959.

Cebesoy, Ali Fuat; Millî   Mücadele Hatıraları, Temel Yayınları, İstanbul 2000.

Cengiz Sunay; Son Karar Misak-ı Milli, 1. Baskı, Doğan Kitap, İstanbul 2007.

Çetiner, Yılmaz; Son Padişah Vahidettin, 14. Baskı, Epsilon Yayınları, İstanbul 2005.

Erdoğan, Mustafa; “Siyasal Sistem, Devlet ve Rejim”, Yeni Türkiye (Cumhuriyet Özel Sayısı), S. 23-24. Eylül-Aralık 1998.

Erendil, Muzaffer; Askerî Yönüyle Atatürk, GATA Bsmv., Ankara 1981.

Ergin, Feridun; K.Atatürk, Duran Ofset Matbaacılık, İstanbul 1978.

Kansu, Mazhar Müfit; Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C. I, TTK Yayını, Ankara 1998.

Eroğlu, Hamza; Türk İnkılap Tarihi, 1. Baskı, Millî   Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1982.

Güneş, İhsan; Birinci BMM’nin Düşünce Yapısı (1920-1923), Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 1997

İğdemir, Uluğ; Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi 1919-1918, 2. Baskı, TTK Basımevi, Ankara 1988.

İnönü, İsmet; Hatıralar, (Yayıma Hazırlayan: Sabahattin Selek), C. I, 1. Basım, Bilgi Yayınevi, Ankara 1985.

Jaeschke, Gotthard; Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri II, (Çeviren: Cemal Köprülü), Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. İstanbul 2001.

Jaeschke; Gotthard;; Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi (30 Ekim 1918-11 Ekim 1922),  TTK Bsmv., Ankara 1970.

Karpat, Kemal; Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul Matbaası, İstanbul 1967.

Kaya, Erol; “Son Osmanlı Meclis-i Mebûsanı”, Türkler, C. 3, 7. Baskı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002.

Kinross, Lord; Atatürk Bir Milletin Doğuşu, 13. Basım, Akdeniz Yayıncılık, s. 159-160.

Kocatürk, Utkan; Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi 1918-1938, 2. Baskı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1988.

Kuran, Ercüment; Osmanlı İmparatorluğu’nda İnkılâp Hareketleri ve Millî   Mücadele, Baha Matbaası, İstanbul 1956.

Kuran, Ercüment; “Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu”, Türkler Ansiklopedisi, C. 16, C. 16, 7. Baskı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002.

Lewis, Bernard; Modern Türkiye’nin Doğuşu, (Çeviren: Metin Kıratlı), 2. Baskı, TTK Basımevi, Ankara 1984.

Mango, Andrew; Atatürk, (Çeviren: Füsun Doruker), 2. Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul 2004.

Okyar, Fethi; Üç Devir’de Bir Adam, (Yayına Hazırlayan: Cemal Kutay), Tercüman Tarih Yayınları, İstanbul 1980.

Orbay, Rauf; Siyasî Hatıralar, 2.Baskı, Örgün Yayınevi, İstanbul 2005.

Özkan, Hülya; İstanbul Hükûmetleri ve Millî   Mücadele Karşıtı Faaliyetleri (4 Mart 1919-16 Ekim 1920), Gnkur.Bsmv., Ankara 1994.

Öztürk; İbrahim Sadi; Mondros, Sevr, Lozan Antlaşmaları, Ankara Ticaret Odası Yayını, Ankara 2004.

Sakaoğlu, Necdet; Bu Mülkün Sultanları, Oğlak Yayıncılık, İstanbul 1999.

Sakin, Serdar; “Ulusal Mücadele Döneminde Mustafa Kemal Atatürk, Demokrasi, Ulusal Hakimiyet, Ulusal İrade Kavramları Üzerine Bir Değerlendirme”, Atatürk Haftası Armağanı, 10 Kasım 2004, Gnkur. ATASE Bşk.lığı Yayını, Gnkur.Bsmv., Ankara 2004.

Sonyel, Salahi; Atatürk-The Founder of Modern Turkey, Turkish Historical Society Printing House, Ankara 1989.

Sunay, Cengiz; Son Karar Misak-ı Milli, 1. Baskı, Doğan Kitap, İstanbul 2007.

Süslü, Azmi; “Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti”, TDV İslam Ansiklopedisi, https://islam ansiklopedisi.org.tr/anadolu-ve-rumeli-mudafaa-i-hukuk-cemiyeti, Erişim Tarihi: 10.04.2020.

Tansel, Selahattin; Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C. I, Millî   Eğitim Bsmv., Ankara 1990.

Tansel, Selahattin; Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C. II, Millî   Eğitim Bsmv., Ankara 1990.

Tanör, Bülent; Türkiye’de Kongre İktidarları (1918-1920), Yapı Kredi Yayınları, Ankara 1983.

Türsan, Nurettin; Atatürk’ün Biyografisi, Harp Akademileri Bsmv., İstanbul 1988.

Velidedeoğlu, Hıfzı Veldet; İlk Meclis Millî Mücadelede Anadolu, 2. Baskı, Çağdaş Yayınları, İstanbul 1990.

Yavuz Arslan; “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti”, Türkler, C. 16, 7. Baskı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002.

Zürcher, Erik Jan; Millî Mücadelede İttihatçılık, (Çeviren: Nüzher Salihoğlu), Bağlam Yayınları, İstanbul 1987.