Dr. İrfan Paksoy

Tüm yazıları
...

Kutü’l-Amâre Kahramanı Halil Kut Paşa’nın Hatıraları

1962 yılında Kahramanmaraş’ta doğmuş olan İrfan Paksoy, ilk ve orta eğitimini Kahramanmaraş’ta yapmış, lisans eğitimini Hava Harp Okulunda (Yeşilyurt-İstanbul) tamamlamış ve Eylül 1984 ayında da Hava Kuvvetlerinde subay olarak göreve ve meslekî yaşamına başlamıştır.

Meslek hayatı boyunca (1984-2015) değişik kademelerde görev yapmıştır. Bu çerçevede; Hava Kuvvetlerinin değişik birlik ve kurumlarında, Millî Savunma Bakanlığı Dış Tedarik Daire Başkanlığında, Genelkurmay Başkanlığında ve Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Komutanlığında değişik kademelerde proje subayı, yönetici ve komutan olarak; Millî Güvenlik Akademisinde öğretim elemanı ve Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı Başkanı olarak, 1999-2002 döneminde de üç yıl süreyle Almanya’da Savunma Bakanlığı bağlısı kısa adı BWB olan Federal Savunma Teknolojisi ve Tedarik Dairesi nezdindeki Türk İrtibat Ofisinde Türk Silahlı Kuvvetlerini temsilen irtibat subayı olarak görev yapmıştır.

1991 yılında girdiği Hava Harp Akademisini (1) (Yenilevent-İstanbul) 1993 yılında tamamlamış (2) ve kurmay subay olmuş, 1998 yılında 69. dönem müdavimi olarak Silahlı Kuvvetler Akademisinde (3) (Yenilevent-İstanbul), Eylül 2011-Şubat 2012 döneminde de Millî Güvenlik Akademisinde (Ankara) eğitim görmüş, 2007-2009, 2011 -2013 dönemlerinde de Millî Güvenlik Akademisinde (4) öğretim elemanı ve Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı Başkanı olarak görev yapmıştır.

2003 yılında Erciyes Üniversitesi (Kayseri) Tarih Ana Bilim Dalı Türkiye Cumhuriyeti Bilim Dalında başladığı doktora eğitimini 2008 yılında tamamlamış “Tek Parti Dönemi Siyaset Kültürünün Sonrasına Etkileri” başlıklı tezi ile “Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Doktoru” unvanını almıştır.

Yazar Eylül 2017 ayında Ankara Üniversitesi Gayrimenkul Geliştirme ve Yönetimi Bölümünde başladığı yüksek lisans eğitimini “1858 Arazi Kanunnâmesi Bağlamında Tanzimâttan Cumhuriyete Arazi Mülkiyet Sistemi” konulu çalışması ile 18 Ocak 2020 tarihinde tamamlamış olup Şubat 2020 ayından beri Ankara Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesinde yarı zamanlı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.

Yazarın 2018 yılında yayımlanmış “Cihan Harbi’nde Osmanlı Devleti”, 2020 yılında yayımlanmış “Bilgelik Okumaları” ve 2021 yılında yayımlanmış (müşterek bir çalışma olan) Enver Paşa (Hürriyet, Adalet, Müsâvât)” ve “Azerbaycan Aydınları” isimli araştırma-inceleme dalındaki eserleri ile yayımlanmış birçok makalesi bulunmakta olup değişik dergi ve yayın organlarında belirli aralıklarla da makâle yazmaktadır.

Yazar evli olup, iki evlat ve bir torun sahibidir.

 

DİPNOTLAR:

(1) Harp Akademileri bünyesinde verilmekte olan iki yıl süreli kurmaylık eğitimi YÖK ile Gnkur.Bşk.lığıjnda yapılan protokol gereği “Yönetim, Uluslararası İlişkiler, Kamu Yönetimi ile Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi” bilim dallarında yüksek lisans eğitimine muadil kabul edilmiştir.

(2) Yazarın Hava Harp Akademisi eğitimi esnasında “TSK’da şeffaflık ilkesinin amaç, ilke ve esasları nasıl olmalıdır?” başlıklı tezi hazırlamıştır.

(3) Yazarın (uluslararası ilişkiler, küresel ve bölgesel ilişkiler ve güvenlik, bölgesel ve küresel ekonomi, kriz yönetimi, ulusal güvenlik ve strateji konularında disiplinlerarası bir eğitim niteliğinde olan) 4,5 ay süreli Silahlı Kuvvetler Akademisi eğitimi esnasında “Hava Kuvvetleri Komutanlığının 21’inci Yüzyılda Lojistik Yapılanması Nasıl Olmalıdır?” başlıklı bir tez hazırlanmıştır.

(4) Millî Güvenlik Akademisi eğitimi asker ve sivil orta ve üst düzey yöneticilere verilmekte olan ulusal ve NATO ittifakı ölçeğinde (stratejik seviyede) kriz yönetimi ve harp yönetimi konularında teorik ve uygulama düzeyinde bir eğitimi içeren; ulusal, bölgesel ve küresel ölçekte politik, askerî, ekonomik ve sosyo-kültürel gelişmeler konusunda müdavimlerine vizyon kazandıran disiplinlerarası bir eğitimdir.

Dr. İrfan Paksoy

2014 yılının Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yıl dönümü olması nedeniyle bahse konu büyük ve genel savaşı içeren 1914-1918 dönemi, dünyada olduğu gibi ülkemizde de akademik çevreler, basılı kitaplar, yazılı ve görsel medya bağlamında isabetli ve haklı bir ilginin konusu olmuştur. Uzmanlık alanı askerî tarih olan iç güvenlik ve uluslararası ilişkiler konularında da makale ve yazıları bulunan Sn. Erhan Çifci tarafından yayıma hazırlanan “Kutü’l-Amâre Kahramanı Halil Kut Paşa’nın Hatıraları” isimli eserin incelemesi de bu çalışmanın konusunu teşkil etmektedir.

Kutü’l-Amâre Kahramanı Halil Kut Paşa’nın hâtıratının kitap olarak yayımlanmış bir başka nüshası da Taylan Sorgun imzalı olan ve “İttihat ve Terakkî’den Cumhuriyet’e Halil Paşa - Bitmeyen Savaş” [1] başlıklı olandır. Her ne kadar bahse konu kitap ile Sn. Çifci tarafından hazırlanan eser genel olarak aynı akış ve içeriğe sahip olmakla birlikte, Sn. Çifci’nin çalışmasının daha titiz bir çalışmanın mahsûlü olduğu, tamamlayıcı ve düzeltici dipnotları içerdiği, daha akıcı ve anlaşılır olduğu kitabın incelenmesi hâlinde de yakînen müşâhade edilebilecek hususlardır.

Hâtıratın sahibi olan (ve aynı zamanda Enver Paşa’nın amcası olan) Halil Kut Paşa (1882-1957), Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’nda görev yapmış üst düzey komutanlarından biri olup, hayat safahâtı kapsamında; Harp Okulu’ndan 1902 yılında ve Harp Akademisi’nden de 1905 yılında mezun olmuş, bilâhare İkinci Meşrutiyet’in İlanı öncesi ve sonrasında 3. Ordu Komutanlığı sorumluluk sahasında çeşitli birlik ve görevlerde bulunmuş, şekâvet hâlinde bulunan birçok eşkıya çetesine karşı başarılı görevler yapmış, Trablusgarp Savaşı’nda (Enver ve Mustafa Kemâl’in de aralarında bulunduğu) bir avuç (genç) subayın öncülük ettiği muharebelerde İtalyanlara karşı başarılı görevler icrâ etmiş, bu kuşak Trablusgarp Savaşı’nın sonuçlanmasına paralel olarak 1912 yılı sonlarında başlayan Balkan Savaşı üzerine yurda dönerek Çatalca’ya kadar çekilen Türk Ordusunda çeşitli kademelerde görev almış, Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması sonrasında da önce 5., ardından da 1. Seferî Kuvvetler Komutanı, 1915 yılı yazında Kafkas Cephesinde 3. Ordu emrinde Sağ Cenah Grubunda Mürettep Kolordu Komutanı, Eylül 1915 ayında 18. Kolordu Komutanı, 1915 yılı sonunda ise komutasındaki 18. Kolordu bağlısı birlikler ile birlikte Irak Cephesine intikâl ederek (bu cepheye komuta eden 6. Ordu Komutanı Alman Generali Mareşal Colmar von der Goltz’a bağlı) Albay Nurettin Bey emrine girmiş,  (21-26.11.1915 tarihlerinde gerçekleşen) Selmanpak Muharebesi sonucu kazanılan zaferde önemli katkılar sağlamış, 12 Ocak 1916 tarihinde (Albay Nureddin Bey yerine) Basra Vilâyeti Vali Vekilliği ile Irak ve Havalisi Komutanlığına atanmış, 14 Mart’ta Mirlivalığa  terfi ettirilmiş, 16 Mart’ta vekâleten, (Mareşal Goltz’un 19 Nisan’dan ölümünü takiben) 27 Nisan’da da asâleten 6. Ordu Komutanlığına atanmış, Aralık 1915 ayından beri Kutü’l-Amâre’de kuşatma hâlindeki General Charles Townshend komutasındaki 6. İngiliz-Hint Tümenini 29 Nisan’da esir almış, 28 Haziran 1918 tarihinde Kafkas Cephesindeki Şark Orduları Grubu Komutanlığına atanmış, Temmuz 1918 ayında ferikliğe (korgeneralliğe) terfî etmiş, Mondros Mütarekesi’nin ardından İstanbul’a geldiğinde diğer İttihatçılarla birlikte tutuklanmış ve İstanbul’daki siyasî tutukluların bulunduğu Bekirağa Bölüğü’ne kapatılmışsa da milliyetçi unsurlar tarafından buradan kaçırılmış, Anadolu’ya geçmiş ve Sivas’ta Mustafa Kemâl Paşa ile görüşmüş, ardından Doğu’ya, oradan da Moskova’ya gitmiş, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’nın Moskova’ya Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) adına büyükelçi olarak atanmasından önce Moskova’da Rusya Dışişleri Komiseri Çiçerin, Dışişleri Müsteşarı Karahan ve diğer Sovyet ileri gelenleriyle ilk görüşmeleri yapmış, Azerbaycan’da Enver Paşa ve Nuri (Killgil) Paşa ile buluşmuş, Sovyet yardımlarını Anadolu’ya ulaştırdıktan sonra tekrar Moskova’ya dönmüş, Harbiye Nezâreti tarafından 18 Şubat 1920 tarihinde Ordu’dan uzaklaştırılmış (ancak bu işlem daha sonra BMM tarafından iptâl edilmiş), Enver Paşa’nın Türkistan’da Basmacılar denen yerel güçlerle Ruslara karşı mücadele başlatması üzerine Rusya’dan Almanya’ya gitmiş, Millî Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasını tâkiben İstanbul’a gelmiş, ardından Ankara’da TBMM Başkanı ve Başkumandan Gazi ve Müşir Mustafa Kemâl Paşa ile gerçekleşen görüşmesinde kamuda vazife almaması hususunda tavsiye almış, 14 Temmuz 1923 tarihinde Ordu’dan emekli olmuş, Soyadı Kanunu ile “Kut” soyadını almış, 1957 yılında da vefât etmiştir.

Eserin akışı, yukarıdaki paragrafta yer alan Halil Paşa’nın özgeçmişine ilişkin anıları içermektedir. Ancak Hâtırat sahibi tarafından eserde bahsedilen olaylar için genelde tarih zikredilmemektedir. Yer darlığı nedeniyle bu konuda birkaç örnek vermekle yetinmek gerekirse; Hâtırat’ın birinci bölümünde anlatılan Mekteb-i Harbiye’deki (Harp Okulu’ndaki) öğrencilik dönemine ilişkin hâtıralar, yanlış anlaşılma sebebiyle Yıldız Sarayı Mahkemesindeki yeğeni Enver’le birlikte yargılanması ve beraat etmeleri (s. 31-37), Erkân-ı Harbiye Mektebi’ni (Harp Akademisini) bitirmesi ve Makedonya’daki 3. Ordu emrine atanması, görev bölgelerinde Bulgar ve Rum çeteleriyle giriştiği çatışmalar (s. 41-57), kendisinin ve kimi Osmanlı subaylarının Trablusgarp Cephesi’ne gidişi, buradaki faaliyetleri ve buradan ayrılışları (s. 114-123), Trablus’tan geri dönen kendisi ve kimi subay meslektaşlarının daha önce başlamış olan Balkan Savaşı katılarak yaptıkları görevler, (s. 127-132),  1915 yılında 3. Ordu’ya bağlı Sağ Cenah Grubu olarak Rus kuvvetlerine karşı yaptığı görevler (s. 140), Kafkas Cephesinden takviye kuvveti olarak Irak  ve İran Cephesinden sorumlu (ve kendisinin de bağlısı olduğu) 6. Ordu Komutanlığının kurulması (s. 150), Irak Cephesindeki 6. Ordu Komutanlığından Şark Orduları Grubu Komutanlığına atanması, Mondros Mütârekesi sonrasında tutuklanarak Bekir Ağa Bölüğü’ne konulması, buradan firar etmesi ve sonrasında Sivas’ta Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl Paşa ile buluşması (s. 190-196), Anadolu’ya yapılan Bolşevik yardımı (s. 203-208) v.s. Gerek bu olaylarda genelde tarih zikredilmemiş olması gerekse de müteakip paragraflarda da görüleceği üzere kimi maddî hatalar, Hâtırat’ın, olayların yaşanmasından hayli sonra yazılmış olduğu ihtimâlini güçlü kılmaktadır. Bu olumsuzluklar ise eserde zikredilen kimi olayların döneme ilişkin kimi iç ve dış olaylarla birlikte mukâyesesini görece zorlaştırmaktadır. Kitap incelemesi kapsamında bazı parantez içi ifadeler ve dipnotlarla (kitap incelemesine ilişkin sayfa sınırlaması da dikkate alınarak) bu olumsuzluk bir nebze olsun giderilmeye çalışılmıştır.

Hâtırat’ın 138. sayfasında Enver Paşa’nın bizzat komuta ettiği Sarıkamış Harekâtı’nın ardından İstanbul’a dönerken kendisi ile Ulukışla (Niğde)’da buluştuğunda, icrâ edilen harekâtta yaşanılan başarısızlık ve 3. Ordu’nun da hemen hemen eridiği çok kısa bir şekilde belirtilmekte, Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye ve Enver Paşa konusunda yazı yazanlar ve konuşanların bu savaşa girişimiz ile Sarıkamış Harekâtı’nı Enver Paşa’nın iki büyük hatası olarak saydıklarını, fakat bu konuların incelenmesinin bu hâtıralar çerçevesi dışında kalacağından bahsedilmekte, takiben de Bâb-ı Âlî baskınından sonra iş başına gelen Enver Paşa’nın Balkan Harbi’nde yaşanan hezimet nedeniyle Ordu’nun komuta kademesinde büyük bir tasfiye yaparak Ordu’yu yeniden teşkilatlandırması ve komuta kademesini de gençleştirmesiyle üstün vasfını ortaya koyduğu, harbin sevk ve idaresinin ise elbette başka ve çok cepheli bir konu olduğu ifade edilmektedir.

1915 yılında kuzeydoğu Anadolu’da Rus kuvvetlerine karşı harekât yapan 3. Ordu’nun sağ kanadını korumak üzere oluşturulan (3. Ordu’ya bağlı) Sağ Cenah Grubuna ilişkin bilgiler kısa geçilmiş olup (s. 140) olup eserdeki mevcut ifadelerden hareketle bu kuvvete kendisi komuta etmiş intibâı uyanmaktadır. Oysa bu kuvvete Abdülkerim (Öpelimi) Paşa komuta etmiş olup, Albay Halil Bey de Abdülkerim Paşa’ya bağlı ast komutanlardan biriydi.[2]

Selmanpak Muharebesindeki yenilgi sonrasında Kut’a çekilerek burada savunma harekâtı yapmaya karar veren General Townshend komutasındaki İngiliz-Hint tümenini kurtarmak için İngiliz Dicle Kolordusu tarafından 1916 yılının başından itibaren bir serî askerî harekât yapılmıştır. Bu çerçevede 13 Ocak’ta Vadi Kellal Muharebesi, 21 Ocak’ta Birinci Felâhiye Muharebesi, 8 Mart’ta Sabis Muharebesi, 11 Mart’ta Zemzir Muharebesi, 6 ve 9 Nisan’da İkinci ve Üçüncü Felâhiye Muharebeleri, 17-19 Nisan’da Birinci, İkinci ve Üçüncü Beyt-i İsa Muharebeleri ile 22 Nisan’da Dördüncü Felâhiye Muharebesi gerçekleşmiş olmasına rağmen İngiliz kuvvetlerinin Kut’taki İngiliz-Hint Tümenini kurtarmaları mümkün olmamıştır.

29 Nisan’da Tümgeneral Townshend komutasındaki 6. Hint Tümeninin teslim olması üzerine Townshend başta olmak üzere 5 general, 481 İngiliz subayı, 13.300 er esir olarak alınır. (s. 159-164). İngiliz tarihçisi James Morris, Kut'un kaybını Britanya askerî tarihindeki en aşağılık şartlı teslimi” olarak tanımlamıştır. Bu yenilgi İngiliz basınında ve kamuoyunda büyük bir infiâl uyandırmıştır. Bu minvâl üzere bir başka değerlendirmenin sahibi olan David Fromkin de İngiliz yetkililerinin beceriksiz olarak gördükleri Osmanlıların, İngiltere’ye (Çanakkale’den sonra) tattırdığı bir başka ulusal aşağılanmanın da General Townshend komutasındaki 6. Hint Tümeninin esir alınması olduğunu belirtmektedir.[3] 

Kut Zaferi’nden sonra Halil Paşa defaatle büyük bir hata olacağını belirtmişse de Başkumandanlık Vekâletinin katî emirleri gereği 6. Orduya bağlı Albay Ali İhsan (Sabis) Bey Komutasındaki 13. Kolordu İran’a görevlendirilmiş, Irak Cephesindeki mevcutların bu denli azaltılmasının faturası da Bağdat’ın kaybı (11.03.1917) olmuştur (s. 165-168).

Hâtırat’ın 168. sayfasının üçüncü paragrafında 21 ve 22 Nisan’da çok kanlı muharebeler olduğu ve ciddî zayiat verildiği belirtildikten sonra Bağdat’ın bu olaylar içinde kaybedildiği belirtilmektedir. Bu ardışık ifadelerden doğal olarak Bağdat’ın bahse konu tarihte kaybedildiği anlaşılmaktadır. Oysa Bağdat 11 Mart 1917 tarihinde kaybedilmiştir.

Taraflar arasında 21 Nisan’da gerçekleşen muharebe Birinci İstablat Muharebesi olup, bu muharebede 18. Kolordu birlikleri mevzilerini tahliye ederek gerideki mevzilerine çekilmiş, 22-23 Nisan’da gerçekleşen muharebe ise İkinci İstablat Muharebesi olup, bu muharebede de Türk kuvvetlerinin çok kayıp vermesi üzerine önce Samarra’dan geriye ve sonra da Dur’a kadar geri çekilmek zorunda kalınmıştır.

Hâtırat’ın 175. sayfasının ilk paragrafında, Halil Paşa, İstanbul’daki Başkumandanlık Karargâhından aldığı emirle 6. Ordu’nun komutası da uhdesinde kalmak üzere Kafkas Orduları Grubu Komutanlığına atandığından bahsetmektedir. Ancak Ekim Devrimi sonrasında Kafkas Cephesindeki Rus kuvvetleri hızla dağılınca 1918 başlarında Kafkas Ordular Grubu Komutanlığı lağv edilmiş, Şark Cephesinde de sadece komutanlığını Vehip Paşa’nın yürüttüğü 3. Ordu kalmıştır. Bu husustan hareketle Halil Paşa’nın atanmış olduğunu ifade ettiği komutanlık, atandığı tarihten aylarca önce lağv edilmiş bir komutanlıktır. Ayrıca Gnkur. ATASE Bşk.lığı ve TTK tarafından basılan yayımlara göre ise Halil Paşa’nın atandığı görev Şark Orduları Grubu Komutanlığı olup, atanma tarihi de 28 Haziran 1918’dir.

Ekim Devrimi sonrasında Rusya ve Merkezî Devletler arasında ateşkes imzalanmış (17.12.1917), ardından da (03.03.1918) Brest-Litowsk Barış Antlaşması imzalamıştır. Bolşevik Rus yönetiminin anti-emperyalist politikaları, İngiltere ve Fransa tarafından Rusya’daki Bolşevik karşıtı muhalif unsurların desteklenmesine sebebiyet vermiştir. Mondros Mütârekesi sonrasında ulusal ve uluslararası güvenlik ortamı, Millî Mücâdelenin ve Moskova’nın politikalarının anti-emperyalist niteliği Moskova’nın Millî Mücadele’ye destek vermesine, Millî Mücadeleye önderlik eden Mustafa Kemâl Paşa’nın siyâseten Rusya’ya yakınlaşmasına sebep olmuştur. Halil Paşa, Sivas Kongresi sonrasında Mustafa Kemâl Paşa ile görüştükten sonra Bolşeviklerle ilişki kurmak üzere Bakü ve Moskova’ya görevlendirilir ve TBMM tarafından Ali Fuat Paşa’nın 1920 yılı sonbaharında Moskova’ya büyükelçi olarak atanmasına dek Moskova’nın yardımlarını içeren değerli hizmetlerde bulunur. Bu çerçevede Rusya’dan Anadolu’ya altın ve silah yardımları yapılmıştır. İlk parti altın Halil Paşa’nın nezâretinde Kafkasya üzerinden Doğu Beyazıt’ta, silahlar da Karadeniz üzerinden Sinop’ta teslim edilir (s. 195-214).[4]

Ankara ve Moskova arasındaki yakınlaşma bağlamında Moskova’dan gönderilen (04.10.1920) sefâret heyetine mukâbil Ali Fuat (Cebesoy) Paşa başkanlığındaki bir sefâret heyeti de Moskova’ya atanır (21.11.1920) (s. 214-215). Türk sefâretinin Moskova’da göreve başlaması üzerine Halil Paşa’nın Moskova’daki görevi sona erer. Boş durmak istemeyen Halil Paşa, Rus muhataplarına, Çin idaresinde çok kötü muameleye mâruz kalan Doğu Türkistan’ı kurtarmak üzere Kaşgar’a geçme teklifi muhatapları nezdinde kabul görünce Rusya idaresindeki Orta Türkistan’ın başkenti Taşkent’e geçer. Ancak eşzamanlı olarak birkaç Çin’li generalin Moskova’ya gelerek tüm Çin idaresinin komünist idareyi kabule eğilimli bulunduğunu ifade etmesi Rusya’da büyük emeller uyandırır. Oluşan yeni şartların Halil Paşa’nın bu maksada yönelik yapacağı faaliyetlerin Rusya’nın aleyhine olduğundan hareketle faaliyetlerini ertelemesi Taşkent’teki Moskova’nın temsilcisi tarafından kendisine iletilir. Kendisi de Anadolu dışındaki Türklerin de bağımsızlıklarını kazanmasını istemekle birlikte mevcut durum itibariyle İtilaf Devletleri ile savaşan Türkiye’ye yardım edebilecek yegâne kaynağın Rusya olduğundan hareketle Rusya egemenliğinde bulunan Türk gruplarını ülkelerine karşı isyana yöneltmenin uygun olmayacağını düşünerek bilahare Moskova’dan gelen şifreli bir telgraf üzerine Moskova’ya döndüğünden (16.11.1920) bahseder (s. 216-221).

Halil Paşa Moskova’ya dönünce, bir Türk subayı, Almanya’da bulunan Enver Paşa tarafından kendi adına gönderilmiş bir mektubu [5] mektubu verir. Ancak zarfın daha önce açılmış olduğu ve içindeki mektubun da okunmuş olduğu bellidir. Mektupta özetle, Halil Paşa’nın kimi Sovyet devlet ricâli ile temasının sıkı olmasından bahisle, kendisi adına Sovyet muhataplarına, Sovyet egemenliğindeki farklı Türk coğrafyalarından bir süvari ordusu oluşturulduğu takdirde bu orduyla Anadolu’ya geçerek Yunanlılara sürpriz bir taarruz yapmanın Millî Mücadele’ye büyük katkı sağlayacağı ve böylece Yunan Ordusunun kolayca denize döküleceğinin izah edilmesi istenmektedir. Takiben Halil Paşa, mektubun içeriği hakkında Çiçerin ve Karahan’la mükerrer görüşmelerde bulunmuş ise de sonuç, kuru vaatlerle savsaklamasından ibaret olur. Halil Paşa daha sonra bahse konu mektubun kendisine ulaşmadan önce Moskova’daki Türk sefâretindekiler tarafından açıldığını, Türk sefâretine mensup bir görevli tarafından Tuapse’ye gidilerek oradaki konsolosumuzun şifresiyle Ankara’ya tellenmiş (telgrafla gönderilmiş) olduğunu öğrenir. Halil Paşa, bu mektuba istinâden Sovyet muhatapları ile yaptığı görüşmelerden sonuç alınamamasının sebebi olarak Ankara’nın bahse konu mektubun içeriğinden rahatsız olmasının Ruslar nezdinde dikkate alındığı ya da Rusların, Enver Paşa ve kendisine güvenmemeleri olduğunu ifade etmektedir (s. 221-222). Halil Paşa’nın, Enver Paşa’ya cevabî mektubunda (10.02.1921) TBMM temsilcilerinin Londra’da devam eden diplomatik girişimleri olumsuz bir şekil almadıkça Anadolu’ya geçmesine taraftar olmadığını belirtir.

Bir süre sona Enver Paşa, Almanya’dan tekrar Moskova’ya gelir. [6] Moskova’nın sert kışlarının Halil Paşa’nın hassas olan bünyesini (ve ciğerlerini) sarsmış olması üzerine doktorlar tarafından Kırım ya da Kafkasya gibi görece ılıman iklime sahip yerlerde ikâmeti tavsiye edilir. Bunun ardından Halil Paşa (ailesini de görebilmek ümidiyle) Trabzon’a gitmeye karar verir. Böylece vatanında bir vazife verilmesi hâlinde onunla meşgul olmayı, verilmediği takdirde de sâde bir insan olarak yaşamayı düşünür. Trabzon’a geldiğinde Tümen Komutanı Albay Nuri (Güney)’nin de içinde bulunduğu bir resmî zevât tarafından karşılanır. Bilâhare Albay Nuri Bey, Ankara’nın emri gereği Trabzon’da ikâmetine müsaade edilemeyeceğini belirtir. Ancak gerek kendisini karşılamak üzere daha önce üç çocuğu ile Trabzon’a gelen ve fakat parası kalmadığı için büyük oğlu ve kızını Trabzon’a bırakarak, küçük oğlunu da yanına alarak para temin etmek üzere İstanbul’a giden eşinin durumu, gerekse de (İttihatçıların güçlü olduğu bir yerleşim merkezi olan) Trabzon eşrafının Ankara’nın kararına tepkisi ve kendisine de aşırı teveccühü nedeniyle Trabzon’da bir süre kalır. Bu arada Ankara’ya telgraf göndererek durumunu izah eder. Vali ve Tümen komutanı, yaptıkları ziyaretlerde kendisinin mutlaka Trabzon’dan ayrılmasını rica ederler. Trabzon’dan ayrılan (16.04.1921) Halil Paşa ve ailesi (Gürcistan’ın liman kenti) Tuapse’ye gider ve 15.02 – 17.03.1921 döneminde Kızılordu tarafından işgâl edilen Gürcistan’daki Sovyet yöneticiler tarafından kendisine tahsis edilen bir eve yerleşir (s. 222-226). Bir süre Trabzon’da ikâmet eden Halil Paşa’nın Ankara’nın emri gereği sınır dışı edilmesini Enver Paşa’nın Berlin’den kendisine gönderdiği fakat kendisine ulaşmadan içeriği Ankara’ya ulaşmış olan mektup ve bu minvâl üzere kaydedilen gelişmeler bağlamında düşünmek isabetli olur. Ayrıca Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu gibi (kimi isabetli, uygun bulmadığı davranışlarını tasvip etmemekle birlikte) yeğeni ile de iletişim hâlindedir. [7] Enver Paşa’nın girişimlerinin Ankara’yı tedirgin ve rahatsız etmesinin ardından Ankara, İttihatçılara karşı kesin tedbirler almaya başlar (04.06.1921).

Halil Paşa ve ailesi, Tuapse’de sıkılınca (Gürcistan’da) Türk ahâlisi bol bir şehir olan Batum’a geçer ve orada kendilerine tahsis edilen bir eve yerleşirler. Bu arada Enver Paşa da kendisini bulur (09.08.1921) ve sık sık ziyarete gelir. Bu ziyaretlerinde Enver Paşa Anadolu’ya geçme konusunda ısrar eder. Halil Paşa, Enver Paşa’nın gerek Anadolu’ya geçmesinin macera olacağını, vatan ve millete de zarar vereceğini, bu nedenlerle gitmemesini, [14] ayrıca Türkistan konusunda yerel teşkilatın (Basmacılar’ın) henüz olgunlaşmadığı için mevcut imkânlarla bir sonuç alınmasının mümkün olmayacağını belirterek O’nu uyarır (s. 229-231).

Sakarya Zaferi (13.09.1921) üzerine Enver Paşa tekrar Halil Paşa’ya gelerek Anadolu’ya geçmekten vazgeçtiğini, Türkistan’a gideceğini, orada Afganistan’dan gelen Cemal Paşa [9] ile görüşüp Moskova’ya ve belki de oradan da Almanya’ya döneceğini bildirir. Ancak Enver Paşa Türkistan’a geçer (02.10.1921). Cemal Paşa’yı Buhara’da bulamayan Enver Paşa, Buhara’dan ayrılır (03.11.1921) ve amcasına verdiği sözün hilâfına (bugünkü Tacikistan’da) Ekim 1917 Devriminden sonra Türkistan genelinde başlayan ve devam eden Korbaşılar Hareketi denen (Rusların da Basmacılar dediği) bağımsızlık yanlısı millî direniş hareketine katılır (04.11.1921). Takiben gizli bir vasıta ile Halil Paşa’ya gönderdiği bir haberde Ruslara karşı harekete geçeceğini bildirir, amcasına da Kafkasya’da ihtilâl çıkarmasını tavsiye eder. Halil Paşa, Enver Paşa’nın gerçekçi bulmadığı bu işe kalkışmasına üzüldüğü gibi, Kafkasya’da ihtilâl çıkarılması teklifine de iltifat etmez (s. 232-234).

Enver Paşa’nın Ruslara karşı mücadeleye kalkışacak olması Rus makamlar nezdinde Halil Paşa’yı da töhmet altında bırakacağı için Halil Paşa, ailesini Batum’a çok yakın olan Türkiye topraklarına gönderir, kendisi de trenle Moskova’ya gider. Moskova’ya geldikten sonra Çiçerin ve Karahan’la birlikte Enver Paşa’nın giriştiği harekât hakkında yapılan görüşmede Türkistan’a giderek Enver Paşa ile buluşup onu bu harekâttan vazgeçirmeye çalışmayı teklif eder, ayrıca bu girişiminden sonuç alsa da almasa da mutlaka Moskova’ya geri döneceği hususunda da onlara söz verir. Bu görüşler Çiçerin ve Karahan nezdinde uygun görülmekle birlikte Rusya Komünist Partisi (RKP) tarafından uygun görülmez. (s. 232- 237)

Enver Paşa’dan birkaç gün önce Buhara’ya gelmiş olan Cemal Paşa’nın orada kalmasına müsaade edilmez ve kibarca Moskova’ya celp edilir (gönderilir). Halil Paşa da Moskova’ya geldiğinde Cemal Paşa’yı Moskova’da bulur. Cemal Paşa da Enver Paşa’nın harekâtından müştekîdir. Halil Paşa, Moskova’da 15-20 gün kaldıktan Çiçerin’in davetine istinâden makamına gider. Buradaki görüşmede Çiçerin, Mustafa Kemâl Paşa’nın, Rus makamları nezdindeki talebini imâ ederek Halil Paşa’nın Rusya’yı terk etmesi gerektiğini belirtir (Aralık 1921) (s. 237-238).

Halil Paşa, Moskova’dan ayrılmadan birkaç gün önce ikâmetgâhına gizlice gelen ve daha önceden tanıdığı Sovyet Merkez Şurâsı üyesi bir şahıs, Şûrâ Merkezinde Cemal Paşa’nın idamına karar verildiğini, bu kararın Moskova’da uygulanmayıp tercihen (daha önce Bolşevikler tarafından işgâl edilmiş olan Gürcistan’ın başkenti) Tiflis’te uygulanacağını, suikastı yapacakların da Ruslar değil, Ermeni Taşnakları olacağının ilan edileceğini bildirir. Halil Paşa bu bilgileri Cemal Paşa’ya bildirir. Ayrıca Rusların kendisinin Afganistan’a gitmesine müsaade etmeyeceğini, bu çerçevede Almanya, İtalya ve Mersin güzergâhı üzerinden Ankara’da Gazi Paşa ile görüştükten sonra anlaşma sağlanırsa İran üzerinden Afganistan’a gitmesinin uygun olacağını belirtir. Ancak Cemal Paşa Halil Paşa’nın bu tavsiyesine rağmen Tiflis-Kars güzergâhından Anadolu’ya geçip Gazi Paşa ile görüşmeyi düşünür (s. 237-240).

Halil Paşa, Çiçerin’in talebi gereği Moskova’yı terk eder ve Almanya’ya geçer. Ancak oradaki günler hazin, yalnız ve sıkıntılı günlerdir. Moskova’dan ayrılmasının ardından Cemal Paşa, Tiflis’te öldürülür, Enver Paşa da o dönemde Tacikistan’ın Belcivan kasabası yakınlarındaki (Pamir Dağları’nın Tacikistan’da kalan kısmındaki) Çegan Tepesi eteklerindeki Ab-ı Derya köyündeki karargâhına Bolşevik güçler tarafından yapılan baskın üzerine giriştiği çatışmada şehit düşer (04.08.1922). [10] Halil Paşa, Rusya’dan Almanya’ya gitmek yerine Rusya’da kalsaydı kendisinin de öldürüleceğinden bahseder. Her ne kadar Halil Paşa artık Avrupa’da ise de burada da emniyette değildir. Zîrâ daha önce İttihat ve Terakki’nin üst düzey yöneticilerinden Talat Paşa (15.03.1921) ve Dr. Bahattin Şakir (17.04.1921) de Berlin’de Ermeniler tarafından öldürülmüş olduğundan her yerde kimliğini gizlemek ve dikkatli olmak zorundaydı. Halil Paşa’nın durumu Büyük Taarruz öncesinde silah-mühimmât tedariki için Almanya’ya gelmiş olan Saffet (Arıkan) ve Nuri (Conker) Bey kanalıyla Gazi Paşa’ya bildirilince, O da cevâben her türlü ihtiyacının karşılanmasını ve Türkiye’ye gelmek isterse yardımcı olunmasını emreder. Bu olumlu cevabın ardından Halil Paşa’nın yurda dönüş yolunda Büyük Taarruz başlar ve zaferle sonuçlanır (s. 240-241).

Halil Paşa, Zafer’den sonra Refet (Bele) Paşa’nın askerî birliklerle TBMM’nin temsilcisi olarak İstanbul’a girdiğini haber alır. İstanbul’a gelmesinde bir sakınca olup-olmadığı hususunda ona yazdığı mektuptan olumlu cevap alır. İstanbul’a gelir, vatanına ve ailesine kavuşur. Bir süre sonra da Ankara’ya gider, TBMM Başkanı Gazi Paşa ile görüşür ve ona “bir vazife alma imkânı varsa bu seçeneği mi yoksa serbest hayatı tercih etmesinin mi uygun olacağını” sorduğunda Gazi Paşa “serbest hayatı tercih etmesinin daha uygun olacağını” belirtir.  Bunun ardından Halil Paşa’nın artık hiçbir resmî, askerî ve siyasî faaliyet ifade etmeyen hayat safhası başlar (s. 241-242).

Tarihî bir dönemin layıkıyla anlaşılması konusunda döneme ilişkin arşiv belgelerinin yanı sıra o dönemde önemli konumlarda bulunan ve/veya görevler ifâ eden aktörlerin hâtıratları da büyük önem arz eder. Halil Paşa’nın Hâtırat’ı da bu kapsamda yer alan değerli bir eser olarak öne çıkmaktadır. Halil Paşa’nın Harp Okulu sonrası 1905 yılında Harp Akademisinden mezun olduğu dikkate alınırsa tutuklanarak İstanbul’daki Bekir Ağa Bölüğü’ne konulmasına kadar geçen Ordu’daki 14 yıllık aktif meslek hayatına ve ardından Rusya’da bulunduğu iki  yıllık sürenin (Millî Mücadele için başlayan Bolşevik yardımlarını içeren) ilk yılına bakıldığında (kendi kuşağındaki kimi komutanları / emsâlleri gibi) bir fânînin ömrüne sığmayacak, kendileri ve ahfâdınca da şerefle sahiplenilecek dolu dolu bir yaşam sürdükleri görülecektir. “Tarihi galipler yazar.” şeklinde yaygın bir görüş vardır. Çoğunlukla öyledir de. Enver Paşa’nın 1920 yılı sonlarında Ankara’yı tedirgin ve rahatsız eden Anadolu’ya geçme niyetinin anlaşılması ve sonrasında da Halil Paşa’nın yeğenini itidâl çizgisine çekme çabaları olmakla birlikte zaman zaman kısmen/tamamen müzâhir tavır takınması kendisinin de Ankara nezdinde Enver Paşa ile birlikte mütalaa edilmesine sebep olmuştur. Büyük Zafer sonrasında Çankaya’da gerçekleşen görüşmede Gazi Paşa’nın kendisine kamu dışında (sivil ortamda) bir yaşam sürdürmesi tavsiyesini de bu çerçevede değerlendirmek isabetli olur. Keza Halil Paşa da Gazi Paşa’nın bu mesajını doğru okumuş ve kendisine tanınan bu şansı da isabetle değerlendirmiştir. Büyük Zafer, Gazi Paşa önderliğinde kazanıldığı için yeni Türkiye’nin mimarları da pek tabii ki onun öncülüğündeki asker ve sivil bürokratlar olmuştur. Enver Paşa cenahında değerlendirilen zevât da (Halil Paşa gibi) doğal olarak bu süreçte denklem dışı kalmıştır.

Tarih okumalarında daha az yanılma içeren ya da daha gerçekçi bir bakış açısı için mukâyeseli okumanın önemi hiç şüphesiz ki yadsınamaz. Bu çerçevede bu hâtıratı da döneme ilişkin başka eserlerle birlikte okumak, kişiyi daha gerçekçi bir bakış açısına sahip kılacaktır. Bu bağlamda; Kâzım Karabekir’in “İstiklâl Harbimiz”, Ali Fuat Cebesoy’un “Moskova Hâtıraları”, Şevket Süreyya Aydemir’in “Enver Paşa” (C. III) ve Zeki Sarıhan’ın “Kurtuluş Savaşı Günlüğü” isimli (dört ciltlik) eseri(nin “Dizin” bölümlerinde yer alan Halil Paşa ve  Enver Paşa ile ilgili sayfalar) ilk akla gelen kitaplardır.

 

Not: Kitap değerlendirme metni içerisinde yer alan köşeli parantezlere ilişkin notların izahı metin sonunda  (aşağıda) “Notlar” başlığı altında yer almaktadır. Bu notlar, kitap değerlendirmesine metninin anlaşılırlığına katkı sadedinde aşağıda “Kaynaklar” başlığı altında yer alan eserlerden derlenen bilgilerdir.

 

NOTLAR

[1] Taylan Sorgun, İttihat ve Terakki’den Cumhuriyet’e Halil Paşa Bitmeyen Savaş, 2. Baskı, Kum Saati Yayınları, İstanbul 2003.

[2] Abdülkerim (Öpelimi) Paşa komutasındaki Sağ Cenah Grubu Komutanlığı Kafkas Cephesini savunmakla sorumlu olan 3. Ordu Komutanlığna bağlı olup 10.07–04.08.1915 döneminde Kafkas Cephesinde Rus kuvvetlerine karşı harekât icra etmiştir.

[3] David Fromkin, Barışa Son Veren Barış-Modern Ortadoğu Nasıl Yaratıldı? 1914-1922, (Çev. Mehmet Harmancı), Sabah Kitapları, İstanbul 1994.

[4] Halil Paşa’nın da eşlik ettiği ilk parti Bolşevik yardımını (500 kg altını) taşıyan heyet 02.07.1920’da Moskova’dan hareket eder, Bakü ve Zengezur üzerinden Doğu Bayazıt’ta teslimâtı yapar.  8 Eylül’de Erzurum’a getirilmiş olan bu altınların 200 kilosu Kâzım Karabekir Paşa tarafından (komutanı olduğu) 15. Kolordunun ihtiyaçları için alıkonulmuş, arta kalanı da Ankara’ya gönderilmiştir. Bolşevik yardımı kapsamında ikinci parti olarak 9 Ekim’de 1.000.000 altın ruble Trabzon’dan Erzurum’a yola çıkarılmış, üçüncü parti olarak da 17 Aralık’ta 1,5 milyon altın ruble Gürcistan’ın bir liman kenti olan Tuapse’den gönderilmiştir. İlk silah yardımının sevkiyatı da 20 Temmuz’da yapılır. 

[5] Bahse konu mektup 04.11.1920 tarihlidir. Halil Paşa bu mektuba cevaben 04.01.1921’de Enver Paşa’ya gönderdiği mektupta, Karahan’ın, bahse konu talebin karşılanmasının önemli bir siyasî olay olduğundan karşılanamayacağını ve Türkiye’nin içişlerine karışmak istemediklerini, kendisinin de Moskova’ya gelmesinin istendiğini bildirir. Takip eden dönemde Enver Paşa’nın gittikçe artan bir kararlılıkla Anadolu’ya (ve Anadolu’da başa) geçme çabaları Ankara nezdindeki itibarını hemen hemen yok eder.

[6] Enver Paşa 04.03.1921’de Moskova’dan Mustafa Kemâl ve Nuri Paşa’lara gönderdiği mektupta emperyalistlere karşı komünistlerle birlikte çalışacakları, Türkiye’de sol bir parti gerektiği, Anadolu’da İslam İhtilâl Cemiyetleri İttihadı’nı kurmak ve Halil Paşa’yı Anadolu’ya göndermek istediğine ilişkin hususlar yer almaktadır.

[7] Halil Paşa’nın 19.07.1921’de Tuapse’den yeğenine yazdığı mektupta; Enver Paşa ve uygun göreceği arkadaşlarının Anadolu’ya emniyetle geçebilecekleri ve orada da kendilerine müzâhir silahlı teşkilat kuvvetiyle istedikleri kadar tutunabileceği, ihtimâl verilmemekle birlikte Anadolu’daki arkadaşlarının buna karşı değilseler kendisini (Enver Paşa’yı) Anadolu’ya teftiş için davet edecekleri, hareketlerinin Rusya’da duyulmaması için Türkiye konsolosunun bulunmadığı Soçi’ye inmesinin yeterli olacağı belirtilmektedir.

[8] Sekiz numaralı dipnota konu olan mektup için Aydemir’in kitabında ilgili sayfada herhangi bir kaynak mevcut değildir. Halil Paşa’nın 19.07.1921 tarihli Enver Paşa’ya gönderdiği mektubu gerçek ise Halil Paşa’nın, Batum’a (yanına) gelen Enver Paşa’ya Anadolu’ya geçmemesi konusundaki tavsiyelerine ilişkin Hâtırat’taki ifadelerini ihtiyatla karşılamak isabetli olur.

[9] RKP (27.05.1920’de Moskova’ya gelen ve 3 Haziran’da da RKP Merkez Komitesi Üyesi Karl Radek ile görüşen) Cemal Paşa ve Dr. Bahaddin Şakir Bey’in Afganistan ve İran’da devrim yapılması önerisini görüşerek 7 Haziran’da onlara bu konuda yardım etmeye karar verir. Cemal Paşa, 11 Haziran’da Moskova’dan Mustafa Kemâl Paşa’ya yazdığı mektupta Türkistan, Afganistan ve Hindistan taraflarında İngilizler aleyhine çalışacağını belirtir.

[10] Cemal Paşa’nın 21.07.1922 tarihinde, Enver Paşa’nın da 04.08.1922 tarihinde şehit düştüğü gerçeklerinden hareketle Hâtıratın 240. sayfasındaki “...Enver Paşa şehit düştü. Onun ölümünden iki hafta sonra da Cemal Paşa Tiflis’te öldürüldü.” şeklindeki maddî hata içeren ifadenin, eserin müteakip baskıları öncesinde düzeltilmesi isabetli olur.

 

KAYNAKLAR

----; Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi İran - Irak Cephesi 1914 -1918 C. III / I, Gnkur. ATASE Bşk.lığı Yay., Gnkur.Bsmv. Ankara 1979.

----; Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, İran-Irak Cephesi 1914-1918 C. III / II, Gnkur.ATASE Bşk.lığı Yay., Gnkur.Bsmv. Ankara 2002.

Aydemir, Şevket Süreyya; Enver Paşa, C. III, Yükselen Matbaacılık, İstanbul 1972.

Belen, Fahri; 20 nci Yüzyılda Osmanlı Devleti, Remzi Kitabevi, İstanbul 1973.

Cebesoy, Ali Fuat; Moskova Hatıraları, Vatan Neşriyat , İstanbul 1955.

Kut, Halil; Kutü’l-Amâre Kahramanı Halil Kut Paşa’nın Hatıraları, Yay.Haz. Erhan Çifci, 1. Baskı, Timaş Yayınları,  İstanbul 2015.

Fromkin, David; Barışa Son Veren Barış Modern Ortadoğu Nasıl Yaratıldı? 1914-1922, (Çev. Mehmet Harmancı), Sabah Kitapları, İstanbul 1994.

Görgülü, İsmet; On Yıllık Harbin Kadrosu (1912-1922), TTK Bsmv., Ankara 1993.

Sabis, Ali İhsan; Birinci Dünya Harbi Harp Hatıralarım, C. III, Nehir Yay., İstanbul 1990.

Sanders, Liman von; Türkiye’de Beş Yıl, (Çev. M.Şevki Yazman), Burçak Yayınevi, İstanbul 1968.

Sarıhan, Zeki; Kurtuluş Savaş Günlüğü, C. II, TTK Yayınevi, Ankara 1993.

Sarıhan, Zeki; Kurtuluş Savaş Günlüğü, C. III, TTK Yayınevi, Ankara 1993.

Sorgun, Taylan;, İttihat ve Terakki’den Cumhuriyet’e Halil Paşa Bitmeyen Savaş, 2. Baskı, Kum Saati Yayınları, İstanbul 2003.

Toker, Hülya; Aslan, Nurcan; Birinci Dünya Savaşı’na Katılan Alay ve Daha Üst Kademedeki Komutanların Biyografileri, C. III, Gnkur. ATASE Yay., Ankara 2009.

Yerasimos, Stefanos; Ekim Devrimi’nden Millî Mücadele’ye Türk-Sovyet İlişkileri, Gözlem Yayınevi, İstanbul 1979.