Senan Kazımoğlu

Tüm yazıları
...

HAYDAR BABA’YI OKUMAK YETMEZ, ANLAMAK GEREK!

Senan Kazımoğlu

Yakın zamanda İran Cumhurbaşkanı Mesut Pezeşkiyan, Azerbaycan’a resmî bir ziyaret gerçekleştirdi. Pezeşkiyan, farklı zamanlarda olduğu gibi bu ziyarette de Türkçenin son 100 yıldaki en büyük şairlerinden biri olan (bu ifade İlber Ortaylı’ya aittir) Muhammed Hüseyin Şehriyar’ın meşhur “Heyder Babaya Selam” şiirini okudu. Elbette bu hareket, tahmin edileceği üzere Türklerin gönlünü kazanmak için yapılan sembolik bir davranıştır. Zira kendisi Türk olsa bile, İran Cumhurbaşkanı olan biri Fars zihniyetinden bağımsız hareket edemez. Aksi takdirde, Üstad Şehriyar’ın Güney ve Kuzey Azerbaycan’ın ayrılığına duyduğu üzüntüyü dile getirdiği şu dizeleri okuyan bir kişi:

Bir uçaydım bu çırpınan yelinen,
Bağlaşaydım dağdan aşan selinen,
Ağlaşaydım uzak düşen elinen,
Bir göreydim ayrılığı kim saldı?
Ülkemizde kim kırıldı, kim kaldı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2020 yılında Karabağ Zaferi programında okuduğu “Ay Laçin,” türküsünün dizelerinden sonra şu açıklamayı yapmazdı:

“Erdoğan tarihe bakmalı ve Azerbaycan Cumhuriyeti'nin zamanında İran’dan koparılmış bir parça olduğunu görmelidir. Türkiye’nin zaten yeterince düşmanı var, bu yüzden akıllıca davranması iyi olur.”

Sadece Pezeşkiyan değil, İran’ın eski cumhurbaşkanlarından Mahmud Ahmedinejad’ın da sık sık “Haydar Babaya Selam” şiirini okuduğu bilinmektedir. Hatta İran’ın gerçek yöneticisi sayılan Ayetullah Hamaney de zaman zaman bu şiirden bazı bölümleri okumaktadır.

Peki neden hep “Haydar Babaya Selam”? Neden bölgede Türkleri etkilemek isteyen herkes bu şiire sarılıyor? Sebebi ne? Anlatalım.

İran’da 1925 yılında Rıza Şah Pehlevî’nin gerçekleştirdiği darbe ile ülkedeki bin yıllık kesintisiz Türk hâkimiyeti sona ermiş ve iktidar tam anlamıyla Farslara geçmiştir. Farslar, iktidarı ele geçirdikten sonra bin yıldan fazladır Farsçaya destek olan, hatta bu dili resmî dil yapan Türk milletine ve Türk diline karşı büyük baskılar uygulamaya başlamıştır. İran coğrafyasında Türkçe yasaklanmış, Türkçe konuşanlara ağır cezalar verilmiştir. Her yerde Türkçeye karşı sistematik bir baskı uygulanmış, insanlara zorla Farsça dayatılmıştır. Türkler ve Türk dili aşağılanmaya başlanmış, rejim Türkçeyi “Moğolların İran’a getirdiği hastalık” olarak nitelendirmiştir. Farsça şiirler ve edebî eserler yazmak teşvik edilmiştir. Artık İran’da herkes Türkçenin sonunun geldiğini düşünür hâle gelmişti.

Tam bu ortamda, Üstad Muhammed Hüseyin Şehriyar’ın yazdığı “Haydar Babaya Selam” şiiriyle birlikte, İran’da öleceği sanılan Türkçe âdeta yeniden ayağa kalkmıştır. Bu şiir, Türkçeye vurulan zincirleri parçalayan bir başkaldırıdır. Üstad Şehriyar hakkında daha sonra daha geniş bir yazı yazmayı düşündüğüm için şimdilik detaylara girmeyeceğim. Ancak şiir hakkında kısa bir bilgi vermek gerekirse: Şehriyar, çocukken bir süre kaldığı köyde yaşadıklarını, gördüklerini ve duyduklarını bu şiir aracılığıyla anlatır. Şiir, insanı mest eden, sade ve tatlı bir Türkçeyle yazılmıştır. Şair, şiirde Azerbaycan Türk geleneklerini öyle güzel anlatmıştır ki, bugün bu gelenekler kaybolmuş olsa dahi, sadece “Haydar Babaya Selam” şiiri bile bu gelenekleri yeniden canlandırmaya yeterlidir.

“Haydar Babaya Selam”dan sonra sadece Türkler değil, Farslar bile Türkçeyi öğrenmeye başlamışlardır. Hatta yalnızca dili öğrenmekle kalmayıp, şiiri anlayabilmek için Türk kültürünü de tanımaya çalışmışlardır.

Şehriyarın halk arasında yükselişini hazmedemeyip şairi karalamak isteyenlere Üstad yine şiir ile cevap vermiştir. O şiirinin parçalarını size aktaracağım:

Türki bir çeşme ise, men onu derya eledim,
Bir soyug me'rekeni Mahşeri-kübra eledim.

(Eğer Türkçe bir çeşmeyse, ben onu derya yaptım,
Soğuk bir merceği, büyük mahşer meydanı yaptım.)

Bir işıltiydi, seha ulduzu tek görsenmez,
Gözyaşımla men onu ügdi-süreyya eledim.

(Bir ışıltıydı, saha yıldızı gibi görünmezdi,
Gözyaşımla onu Süreyya yıldızı yaptım.)

Türkinin canını almışdı heyasız tağut,
Men heyat aldım ona, hak üçün ehya eledim.

(Türkçenin canın almıştı hayâsız tağut,
Ben ona hayat verdim, hak için ihya eledim.)

Bak ki "Heyder baba" efsane tek olmuş bir Kaf,
Men kiçik bir dağı sermenzili-enga eledim.

(Bak ki "Heyder Baba" bir efsane “Kaf” dağı gibi olmuş,
Ben küçük bir dağı göğe uzanan menzil yaptım.)

Ne tek İran'da menim velvele salmış gelemim,
Bak ki Türkiyede, Kafkasda ne govğa eledim.

(Yalnız İran’da değil, kalemim ne sesler uyandırdı,
Bak ki Türkiye’de, Kafkaslarda ne fırtınalar estirdim.)

Bak ki Tehranda ne ferzaneler olmuş valeh,
Bak ki Tebrizde ne şairleri şeyda eledim.

(Bak ki Tahran’da ne bilginler hayran oldu,
Bak ki Tebriz’de ne şairleri mest ettim.)

Acı dillerde şirin Türki olurdu henzel,
Men şirin dillere gatdım onu halva eledim.

(Acı dillerde Türkçe, acı kabak olurdu,
Ben onu tatlı dillere kattım, helvaya çevirdim.)

Türki, vallah, analar ohşağı, laylay dilidir,
Derdimi men bu deva ile medava eledim,

(Türkçe, vallahi, annelerin okşaması, ninni dilidir,
Derdimi bu dermanla tedavi ettim.)

Yazının sonunu da yine Heyder Babaya Selam şiirinde bir parçayla bitirelim:

Heyder Baba, alçakların köşk olsun,
Bizden sonra kalanlara aşk olsun (var olsun),
Geçmişlerim, gelenlere meşk olsun.

Evladımız mezhebini danmasın (inkâr etmesin)
Her içi boş sözlere aldanmasın!